9 Haziran 2010 Çarşamba

Arşivden : Ahmet Ümit'ten Yerli Polisiye(*)


'Sis ve Gece' romanı
Vedat Günyol
Ahmet Ümit, 1992 yılında, Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü'nü "Çıplak Ayaklıydı Gece" (Cem Yay.) adlı öykü kitabıyla kazanarak yazın dünyamıza girdi, kaleminin hakkını büyük bir başarıyla kanıtlayarak. Bu güzel yapıtını "Bir Ses Böler Geceyi" (Cem Yay. 1993) adlı uzun öyküsü, sonrada "Masal Masal İçinde". (Cem Yay.1994) adlı çocuk kitabı izledi. Şimdi de, son romanı "Sis ve Gece" (Cem Yay,) var elimizde.

"Sis ve Gece", evli barklı bir gizli istihbarat görevlisinin arka sokak yaşamından bir kesiti, (ama yaşamının yoğunlaştırılmış bir özetini içeren bir kesiti) sevda çılgınlığı ve kırgınlığı ile besli bir kesiti bizlere yansıtıyor. Olağanüstü olan ile basit olanı içiçe geçirip harmanlayarak.

Roman, olayların sonunda başlayıp, adım adım öncelere gelişen bir çizgide soluğumuzu kese kese ilerliyor. Yarı düş, yarı gerçek bir sevda yaşamından geçe geçe, aydınlık bir noktaya varıncaya dek sürüp giden, acılı, meraklı yollardan geçerek, sonunda umulmaz, beklenmez bir sürprizle karşılaşma, romanın inanılmaz bir sürek avı heyecanı katıyor. İsterseniz "Sis ve Gece"yi daha açık olarak alalım ele:

Romanın baş kişisi Sedat gizli istihbarat servisinin elemanıdır. Bir dönem önemli görevlerde bulunmuş. İşine büyük bir aşkla bağlıdır. Görevini bir devlet memurluğu değil, bir ideal olarak görmektedir. Ama engellenir, düşüncelerini söylediği için dışlanır. Böylece mesleğine yabancılaşmaya başlar. Ama tutkulu kişiliği uzun süre boş kalamaz, idealine bağlılığın yerini genç bir kızın aşkıyla doldurur. Mine adında bir kıza tutulur, uyumlu bir evlilik yaşamının kaçamağında. Bu aşk bir arka sokak aşkıdır, tadı tuzu yerinde.

Ne var ki Mine, bu pörsümüş aşkın ötesinde Fahri adında deli fişek solcu bir delikanlıya aşık olmuştur. Fahri 1980 öncesindeki olaylarda içeri girmiş inançlı bir devrimcidir. İçeride bir özeleştiri sürecinden geçer. politik kimliğini yadsımadan, terörist yöntemlerin çıkar yol olmadığını görür, çoğulcu, demokratik bir sosyalizm anlayışına yönelir. Ama daha önemlisi kendisini sanata adar. Hapisten çıktıktan sonra da Mine'nin okuduğu üniversiteye girerek sanat öğrenimi görmeye başlar. Mine'yle de okulda karşılaşırlar. Aralarındaki aşk böyle doğar. Doğar ama Sedat bunu kaldıramaz. Yalnızca Sedat mı, Fahride Mine'nin gizli servis ajanıyla ilişkisini öğrenince çılgına döner. Alın size bir kıskançlık olayı ki, sonu ölümler, yıkımlarla yüreğimizi parçalıyor.

Sis ve Gece, polisiye içerikli, polisiye havalı bir roman, gelişigüzel olaylara bulanmış, gel geç yaşam çizgisinin çok ötelerinde, insan psikolojisini zorlayan, bir sevda ekseninde gelişip, insancıllığa kanat geren bir yaşam serüveni. Evli ve çocuk sahibi bir istihbarat görevlisinin arka sokak serüvenini yaşayan ve bizlere yaşatan, olağanüstü olaylarda, değme yazarlara özgü yetenekleri sollayan bir beceri ustalığında önümüze sürülüyor. Gerçekle düş arasında gelişip giden yaşamın bir faturasıdır bu nefis roman. Romanda her şey bir sis perdesi altında geçiyor, gece karalığına uzanarak.

Romanın asıl can alıcı noktası, Mine'nin ortadan kayboluşu. sevgilisi Fahri'yle de bağlantılı olan bu kayboluş serüveni romanın can alıcı noktasında düğümlenip kalmaktadır. Sedat Mine'ye olan aşkının kırıklığına bakmadan sürdürdüğü araştırma, inanılmaz aptalca bir sonuçlanmanın süprizinde noktalanıyor.

Yakın geçmişimizde yaşadığımız politik olaylar, solcu avı, casusluk, MİT'le karşıt güçler arasındaki amansız çatışmalar alttan üstten anımsatılıyor.

Yazarının Türkçe tutkunu, Türkçe vurgunu kişiliğiyle, eşine az raslanır bir ustalıkla kotardığı bu roman bence bugüne dek polisiye roman konusunda eşine raslanmadık bir beceri ve başarı abidesidir. Okuyun, bana hak vereceksiniz yüzde yüz.

Henüz televizyonumuzun olmadığı uzun gecelerde, annem bir yandan dikiş dikerken bir yandan da radyoda Agatha Christie'nin oyunlarını dinlerdi. Çoğunlukla anlatılan öyküye kendimi kaptırdığımı ve fondaki gerilimli müzikle çocuk kalbimin hızla çarptığını anımsarım. Ülkemizde polisiye türünün gelişmemiş olması nedeniyle, daha sonraki yıllarda da korku ve gerilimi hep yabancı kaynaklı filmlerde ya da romanlarda duyumsayabildik. Sinemada ya da yazında gerçek yaşam kesitlerini gizemli motifler içermeksizin, apaçık sunulmuş olarak bulma beklentisi içinde olan bir bölüm izleyici ve okuyucular polisiye türüne fazla ilgi duymadıklarını düşünürler. Onların polisiye türünden uzaklaşmalarında mutlak olarak ustaca kurulmuş bağlantıları olmayan, ucuz cinayet anlatılarının ya da gangster filmlerinin bolluğunun payı büyüktür. Bekledikleri sanatsal tadı alamamış, anlatılan öykünün ötesine geçerek, gerçek yaşamla bağdaştırabilecekleri verileri yakalamanın keyfine varamamışlardır.

Kurbanın, katilin ve onu izleyen kişinin 'insan' ve 'birey' olarak dünyalarına girebildiğimiz ölçüde öykünün bütününden haz duyulabilir. Romandan yazınsal bir tad alınabiliyorsa, orada anlatılan öykünün romanın görünürdeki kaba giysisi olduğu fark edilecektir. Yeter ki, roman, okuyucuya o kaba giysiyi adım adım soyma ve altındaki özenle işlenmiş, incelikli yapıya ulaşma fırsatını versin. Kaldı. ki, gerilim türü, okuyuculara düş dünyasına açılan en büyük kapılardan birini gösterir, gösterebilmelidir.

Sis ve Gece, daha birkaç gün önce aramıza katılmış olan taptaze bir roman. Ortada kayıp bir genç kız var. Olayı MİT görevlileri çözmeye çalışıyor. MİT mensubu kahramanımız Sedat'ın Mine ile aşk ilişkisi romanın tüm dokusuna işlemiş olarak öne çıkıyor. Daha doğrusu, öykünün bütününün okuyucuya yansıması bu biçimde oluyor. Tüm insan ilişkileri hiçbir karışıklığa meydan verilmeden apaçık bir biçimde olay örgüsü içindeki yerlerine oturmuş durumda. Doğrusu, MİT'i ve bu kurum içindeki ilişkileri kapsayan bir romanı kaleme alabilmek cesaret ister, bundan da yazarın salt masa başı çalışması yapmamış olduğunu, ön çalışma ve birikim sürecini oldukça zorladığını çıkarıyorum.

Sis ve Gece, ritmini hiç düşürmeden kendini okutan bir roman. Sürükleyici, duyguları sevindiriyor, keyif veriyor. Peki, nedir bu romanı okutan yanı? Kayıp Mine'nin bulunması olayı mı, yani polisiye öykü yanı mı? Kendi adıma, romanın başından itibaren, Mine'nin sonunun ne olduğuna ilişkin içimde uyanan merakla, Sedat'ın Mine'ye karşı beslediği sevginin ayrıntılarına duyduğum yoğun ilginin birbiriyle yarıştığını, çoğunlukla da sonuncunun ağır bastığını söylemeliyim. "Mine nerede?" sorusunu zihnimin arka duvarlarında bir yerde askıya almış olarak romandaki akışa kapılıyorum.

Sadık, özverili, her zaman şefkatli bir kadın olan, üstelik çocuklarının anası olan karısına karşın, Sedat'ın Mine'ye duyduğu özlemin, isteğin boyutlarını anlamaya' kahramanımızın kişiliğinde, 'insan'ın içindeki boşlukları ve karmaşık yapıyı keşfetmeye çalışıyorum. Roman boyunca bir gizli polisin, yaşamına yüklemeye çalıştığı örtülü anlamın peşinden koşuyorum. Sedat'ın iç hesaplaşmaları bizi (okuyucuları) yaşama daha geniş bir pencereden bakmaya zorluyor. Bir sevgide tüm sevgilerimizin ve sevme yetimizin varolduğunu gözönünde tutarak, ahlakçı sorgulamaları aşmış olan bakış açımızla Sedat'ı anlamaya çalışıyorum. Onun teşkilat içinde yaşadığı çelişkiler, taşıdığı görev bilincine karşın aklın ışığında ve insan olarak sorgulama gereğini duyduğu konular, bir yumak gibi adım adım çözülüyor. Evet, kayıp kız belki sağ, belki de öldürüldü ve cesedi bir yerlerde kokmaya başladı. Fakat onun, nerede olduğu göreli olarak önemini yitiriyor.

Romanın kendini okutmasının başka bir önemli nedeni de dilindeki akıcılık ve anlatımın yalınlığı. Olay örgüsü de güncel yaşam ve ülke gerçeği bağlamında sağlam bir kurguyla verilmiş. Kitabı bitirdiğimde roman kişilerinin zihnimde ve giderek belleğimde, kendilerine ait özel yerlerini birer birer almış olduklarını farkediyorum. Kullanılan imgelerin canlılığı, zaman ve mekana ilişkin bilgiyle uyum içinde kaynaştığından, artık roman kişilerinin arasına karıştığım duygusunu taşıyorum. Örneğin, Sedat'ın teşkilat içinde birlikte çalıştığı kişilerin yaşama genel yaklaşımlarını apaçık izleyebiliyoruz: Sanki teşkilat binasının ruhsuz koridorlarında ya da tozlu dosyalarla dolu çekmeceler arasında, Sedat'ın ve ötekilerin yanına sessizce sokulan görünmez biriyim. Tartışmalara katılacak oluyorum, ağzımı açıyor, öylece kalıyorum. Ya da bir ara, "Merhaba, Sedat, nasıl gidiyor? Yeni bir ipucu var mı?..' diyerek ona elimi uzatacak oluyorum. Oysa, asıl niyetim, Sedat'a dokunabilmek, onun somut varlığını kendime kanıtlayabilmek. Yalnız Sedat'a mı? Karısı Melike'ye, Mine'ye, amcası İsmet'e ve astı olan Mustafa'ya da... Hele "Suçüstü Operasyonu"ndaki genç kadın polisler Meral ve Ayşin'e, lame ceketleri, mini etekleriyle bir gece Beyoğlu sokaklarında raslayabileceğimi ve Meral göğüs dekoltesini kapatırken birbirimize gülümseyeceğimizi sanmaktan kendimi alamıyorum. Bu operasyon bölümünde çok canlı, renkli, müthiş ilgimi çeken keyifli bir filmden ayrıksı kareler izlediğimi hissediyorum... Onları artık ne kadar da içerden gözlemliyorum; aralarından biriyim Altını çizdiğim tüm bu nedenlerle, polisiye sevmeyenlere, "Sis ve Gece"yi seve seve öneriyorum. "Yalnız anlatma tadı için anlatmakta kendimi özgür hissediyorum," diyen Umberto Eco'yu anarak, diyorum ki, anlaşılan yazar, aldatmanın ( ! ? ) pardon, anlatmanın tadına oldukça varmış...

--------------------------------------------------------------------------------

* Vedat Günyol tarafından kaleme alınan bu yazı Cumhuriyet Gazetesinin 10 Ekim 1996 tarihli Kitap ekinden alınıp zamanında adanasanat.com'da yayınlanmıştı. Hem Vedat Günyol'ün zamanında kitaplarını alıp dergi ve gazetelerdeki yazılarını izleyip beğendiğim bir yazar olması hem de Ahmet Ümit ile aynı mahallede büyüdüğüm için bu yazıyı burada sizinle paylaşmak istedim.

Hiç yorum yok: