18 Haziran 2010 Cuma

Hilmi Haşal : Şiir Yazamama Notları - Şiirin Kor Kıyısı - 6

51.
Sıcak bir iştir şiirle cebelleşmek.

İlk dize sıcağı sıcağına yazılmamışsa kayıt dışı kaldı demektir. Yüzde altmış unutulacağına inanılmalı, anında not alınamayan her sözcük, kurgu, olgu, imge, ayrıntı... Bellekte kalanla yetinirim dendiğindeyse şiir baştan zora girmiş sayılır. Biline, diye telkinde bulunuyorum kendime. Şiirin tavı sıcakken kavranamaz çünkü.

52.
Bazı geceler televizyon denen nesnenin düğmelerine dokunmamayı elzem bilmeli şiire gidecek kişi. Ben bu cümleye "birçok geceler" diye başlamalıydım.... Çünkü deneyimlerim, televizyonun şiir için, şiir zamanı için intihar aracı olduğunu öğretti bana. O nedenle televizyondan korkuyorum şiire durduğum daha doğrusu yüreğimin, beynimden şiire amade olduğu zamanlarda. Uğraşlarımın güme gideceğini çok iyi bildiğimden, korkuyorum ve sokulmuyorum güncel ayrıntılara, televizyon mekânlarına... Şiire düşman haller bana da düşman. Hem sonra, neden o görsellik kötülüğüne 'angaje' etsin ki güzelim zamanını, şiir yolu süren kişi.

53.
Televizyon, magazin, günübirlik haber, politik, ekonomik oyunların yapay dayatmaları, polemik balonları ve de bireysel popüler rollerin sahnelenişi ve daha neler, neler... şiirlerin baş düşmanıdırlar tümü.

Orada, o gezegende şiir adı anılmaz. Anılamaz. Anıldığında ise şiire kötülük gelecektir kesinkes. Ki bence anılmamalı. Anılmaması elzemdir şiir için. Televizyonun düğmesi şiiri pek çok şeyi katleder diyenler beri gelsin. Şiirin ilgi-sevgi yelpazesinde serinleyenler... elektronik, sanal görselliğin ağusunu ayırt etmeli.

Şiirin özel durumu görsel magazinsel şiddeti reddeder. Zamandaki, yaşamdaki yeri tektir. İçine başka şey; bölüm, parça, kısım, küme, seksiyon; ne denirse densin kabul etmez. Şiir özerktir, özgürdür. Yaşama, doğaya katılışıyla... Sözcüğün tam anlamayla özgür. Yoksa özgün olamaz, kalamaz.

54.
Şair kendinden birçok şey koyar şiirine. Hatta kendini koyar. Okur ise kendinden bir şeyler arar şiirde. Bulduğuyla da yetinir. Sonra unutur gider belki. Ama o bulduğu an, yani okurken tattığı o sanatsal an duygusunu, düşüncesini karşılayan, okşayan 'kendilik' önemlidir. Şairle okur arasındaki benzerlik tam da o anda, o tuhaf örtüşmededir.

Sonuçta şair kendini koyar, yazdığı yayımladığı metinde. Farklı anlatı/söyleme yolları arar o amaçla.

Sonuçta, okur, yani şiir okuru, kendinden izdüşümler yakalarsa, ısınır, yüreğini ısıtır söz konusu metinde. Onlarca metin okumayı sürdürür o amaçla.

55.
Şiir yapaylığı, maskeyi, maskeliliği sindirmez bünyesinde. Sindiremez. Salt saflık-doğallık: üç dakika önce doğmuş (erken doğmuş) bir bebek için kuvöz neyse, şiir için içtenlik , doğallık ve saflık odur. Yalın olan yalan olamaz dememişler mi?

Ötesi yok bu işin. Onunla geçilen zaman tekliği (mutlak yalnızlığı yani) gerektirir. Yüzde yüz yoğunlaşma için, yani doğum için, 'şimdi' içinde tek kalmayı ister şiir. Yoksa alınır, incinir, küser, kirlenir... ve intikam alır. İçeriğiyle, biçimiyle zorlaşır, başkalaşıverir. Şiir olmaktan çıkar. Düşüktür... Bir cenin midir salt? O bile değildir artık.

56.
Şiirin mayası mi ?

Şiirin mayası arının çiçekten havalandıktan sonra, havada çizdiği dalgalı izdir. An üzerindeki iz ... Arının taşıdığı nektar, o dünyanın en güzel yükü. İşte şiirin mayası...

57.
"Şiir kuma kaldırmaz" mi demişti birisi. Kim olduğunu anımsayamıyorum şimdi. Düşünüp not almayı zorunlu kılan bir tümce bu. Ne yazık ki yapmamışım o işi. Bilenler anlatsın, şairin-yazarın kimliğini. Anlatsa keşke !

58.
Şiir, şiire adanmış ömrün tek sevgisidir. Tek bereketi. Biriciğidir. Ölümüne tutkudur son uçta... Sonsuzluk yemininin tek maddesidir. Şiir yaşamsal engebeleri aşmayı zorunlu kılar. Derinlik yapısının özündedir. Donuk, arzunun salgılayıcısı bir tarifsiz vitamin, büyülü bir güçtür şiir. Kendi kendine uygulanan doping...

59.
İmge dişidir.

Şiirin içindeki tek güzel dişi.

Doğurgan, teni ve tini büyüleyen tütsü...

Sözcüklerin en cilvelisi: imge.

60.
Varolmak öğrenmeyi sürdürmektir. Ben buna, "sevmeyi dünyanın kesintisiz akarsuyu kılmaktır' ı da eklemek isterim. Öğrenmenin içinde, öğrenmeye değer; dirim için gerekli güzelduyu ayrılıklarını kavramaya değer, ilk koşul varolmak ve sevgide yoğrulmaktır çünkü.

Birbirini bütünleyen iki kavram ki, (öğrenmek ve yaşamak) insanı ayakta tutar.

"Bunun şiirle ilgisi ne" mi diyeceksiniz. Gökyüzü altında yanıt aranan her anda ve her yerde şiirin gözü, kulağı vardır diye düşünerek sürdürüyorum arayışımı. Şiirin, imge sızıntısını bir yerde var olduğunu bilmenin merakı, düşünmeyi/duyumsamayı kamçılıyor. "Şiiri arıyorum, öyleyse varım" mı desem acaba?

61.
Yerçekimsiz ortama düşüyorum sanki. Çevrenim yok. Ufuksuz kalıyorum. Uzay sonsuz bir anlamsızlık soyutluğuna bürünüyor. Durmuş, durulmuş tinsel-tensel yapı kendi amaçsızlığını özümsemiş, o kıvamda bir uyku halidir. Gıdasına aşırı miktarda haşhaş katilmiş keşiş gibi, yalpalıyorum kendi eksenimde.

Korkunç bir durum: şiirin acısını, akışını duymuyorsa, yaşamıyordur insan. Kendimde deniyorum, öğreniyorum bunu bir kez daha. Kim bilir kaçıncaya... Öğrenmek ilk ve son ibadettir, düşüncesiyle.

Şair, buluşu olan ilacı ilk kendinde deneyen otacıdır. Şiir için gönüllü kobaylığı benimsemiştir daha yolun başında.

62.
Şiirsizlik dünyanın en büyük cezasıymış meğer... Güncel sayılan her şeyi kendime dert edinsem de şiire ait hiçbir belirti yok. Dünyayı düzeltecek misyonu yüklenmişim gibi sıkılıyorum. Sarsılıyorum. İçimdeki yer değiştirmeleri çevresel sorunları ve oyunları ıskalama pahasına kaydetme olanağı arıyorum. Olmuyor.

Kendimi suçluyorum.

Şiirsizlikle cezalandırıyorum kendimi.

Kim anlayacak şimdi bu hali?

63.
Kentler, kasabalar, köyler, obalar: tüm insan korunaklarını, barındıran cehennemi yadsımaya yönelik. Öyle biçimlendiriyor kendini. Düşten uzak, arşın arşın uzak gerçek mahzenine benziyor. Dönüşüyor . Bu mahşer ortamlarında kendini ıslah etme, düzeltme uğruna ne yapıyor insanoğlu? "Yer"i, yani bulunduğu alanı güzelleştirmek, anlamlandırmak için ne yapıyor? Şiir için ne yapıyor?

64.
Yerleşimlerin en küçükten en büyüğe doğru geliştiğini yadsımadan, tepedeki yerleşime, kente ait olmak, ona bakmak gerekir son noktada. Şiir oradadır, içine bakınca, içinden bakınca. Bireyin farklılaştığını, güzelden, şiirden uzaklaştığını görmenin sancısını duyuyorum kendi payıma. Şiir sorumluluğu, kent üyesi olma sorumluluğu, üretme gücünü törpülemiyor belki, dahası kışkırtıyor da sayılır. Yazma, yayımlama arzusunu, o tuhaf hevesi güçlendiriyor. Bunun farkına varmak, yani şiire akan ilişkiler yaratmak adına atılmış adımlarda tökezlemeler oldukça kendimi suçluyorum daha çok. En büyük yerleşim, kent şiire kapamışsa gecelerini ve gündüzlerini, şiiri kovmuşsa içinden, insanlara acıyor, kendimi suçluyorum. Bütün şiir ışıkçılarını da biraz....

Şiirsiz bireyler ortasında yaşamanın sıkıntısını, ürküntüsünü anlatmak derdine düşüyorum salt, kentin şiirsizlik halleri nedeniyle. İnsan yazmadığı / yazamadığı şiirden de sorumlu değil mi? Okuyamadığı, okutamadığı kentten sorumlu olduğu kadar.

Şiir kenti bağışlamaz, ama yine de kentin keşmekeşinde, bereketli kaosta, zengin çöplüğünde yuvalanıp yaşama karışıyor şiir. Şiir kentte.

65.
Şiir, gece ve gündüz parlayan bir yıldız değil mi? Görene, görebilene. İnsanoğlu yazan da olsa, okuyan da olsa, o şiir yıldızının etkisindedir. Yaşama ve zamana meydan okuma eylemidir şiirin dinamosu. Zaman yok edendir çünkü, şiirse var eden. Ölümü yadsıyan bir ışıltıdır şiir. Mutsuzluk bozkırında şırıl şırıl taşan kuyu. Hiçliğe, anlamsızlığa direnen suyun içinde yansıyan tayf cennetidir. İmgenin büyülü sonsuzluğu.

66.
Şiirin sunduğu kutsanmış (yüceltilmiş) duygularsa, kutsayan (yücelten) kişi de şairdir mi diyeceğiz?

Yalvaç (peygamber) ve önbilici (kâhin) sayıldığına göre, mitolojik kaynaklarda... Çok abartılı kaçmaz umarım bu niteleme. Eskilere giden saptamaların yolu şiir ve şair için sonsuz sözler öğretiyor insana. .. Duygu cambazı, bilgi cambazı, göz boyamacı, aşağılık sahtekâr, şeytan, vb. tanımlara 'maruz' kalmıştır şiir. Şiirse onun savunma silahıdır hep. Tek silahı. Metafor gezegeni mi? O da cephaneliğidir.

67.
Söz zincirini ören, inci kolyeye, soyut kolyeye dönüştüren, dönüştürmeyi deneyen kişi mi şair? Bunu ne oranda başardığı şairler loncasındaki yerini belirler kuşkusuz. Zaman tortusu ürünlerin, kolyenin sunulması, yani arzı ayrı bir konu, belki de ayrı bir sorun. Olay, demek daha doğru. Öylesi aşkınlığa geçmiş, diliyle kalemini trajedisini özdeş kılmış "kişi"dir şair. Çabası, yaşamsal acıları ve tatları içerir dense çokça abartılmış olmaz umarım şair tanımı. Söz vardı, var, var olacak hayatta. İmgede, gizemde vücut bulur şiir, gider gelir kulaktan, gözden, beyinden ve yürekten öteye. Şiir sözün cennete ulaştığı yerdir; uzamda, an'da konuşlanmadır çünkü....

68.
Kendi şiiri üzerinde hummalı çalışmaları sürerken, başka şairlerin; değişik biçemde ve kıvamda meyve sunanların son yazdıklarını okumakta yarar mı var, zarar mi?

Etkilenmeyi ya da uyarımın (konsantrasyonun) bozulacağı kaygısını düşünerek sormuyorum bu soruyu. Önce kendime, evet kendime... Öylesine soruyorum : başka şiir gıda mıdır şairin külliyat sofrasına?

Sordum, öyleyse önce kendim yanıtlamalıyım :

Yarar var. Çalışmayı ve ürünün bitimini, bitmiş halini etkileyeceğinden değil. Zaman açısından da değil, salt kendinden çıkıp şöyle tenha bir avluda dolaşmış olmak için, değişik şairlerin son cümlelerini (kimilerince cürümlerini) okumakta yarar var bence.

Geç gelen şiir daha sıcak, daha olgun şiirdir diye düşünerek söylüyorum bunları. Hummalı didişmeye kısa bir ara verdiğimde, yeniden döneceğimi, nereye döneceğimi biliyorum çünkü. Çünkü her şiir, şairine aittir doğumu aşamasında. Her şiir kendince özel atmosfere ve ruh atlasına bağlıdır gelişinde.

69.
Ya bir yerde okudum, ya da düşündüm ve bir yerde söyledim. Kayıt düştüm : Şöyle; şiir sözcüklerin suyun üstünde, yani tümcede batmadan durmasıdır. Öyleyse, şair için sözcükleri suda yürüten sihirbaz diyebiliriz. . Sözcükler, öylesine göze, kulağa ve beyne hoş gelir olmuşsa imgedir. Ritim, melodi ve çağrışım deryasında seken haz taşıdır mı demeli?

Evet, düşünüp söylediğim, ya da bir yerde okuduğum bir görüş bu. Tam kestiremiyorum. Eh öyleyse şiir ve bellek üzerine beyin yormak gerekebilir ciddi ciddi... Pek öyle can sıkıcı bir saptama değil herhalde : Açıldıkça zenginleşecek gibi..

70.
Uçurumun en ucu, şiirin getirdiği yer. Eğer şiir için bir yer aranacaksa orasıdır: Uçurumun ucu. Şairin dili getirdiği, getirmeye yeltendiği düşün öncesi. Düşer mi ? Düşmez mi? Düşene şiirin yeri uçurumun dibi olur artık. O karanlık dipte bir ışık belirir, ışık şiirin kök tuttuğu, filiz sürdüğünün kanıtıdır.

Uçurumun en dibi, şiirin soluduğu yerdir. Uçurumun içindeki fosfor olamaz mı; yaşayan, ışıyan? Neden olmasın?

71.
Şiir ki sözcükle yazılır, yaşamla ödenir ve (aşkın) aşırı miktarda alkolle... Çilesi ölümle dinen süreçtir. Yani, şiirin bedeli çekmektir. Çekmektir öyle ya da böyle...

Yaratım öncesi sıkıntıda üç kadeh... (Defalarca üç kadeh günahtan sayılmaz.) İlk yazılış sonrasında üç kadeh... İlk dinlendirme seansında, kendine ödül niyetine üç kadeh... Sonrası mı? Damıtmanın zamana nanik yaptığı dolambaçlı yokuş.. Eksiklerin tamamlanması, fazlalıkların atılması... Yani işçilik. Eh, orada da üç kadeh çekilir, ve üç kadeh daha, gerekirse. (Ki çoğu kez gerekir.)

Şiir sözcükle ve çileyle, alkolle yazılır; kimi hallerde.

72.
Yaşam şiir içiçeliği mi?

O kötürüm halidir insanın. Tıpkı aşk gibi: beyin ve beden devre dışı kalıverir. El ayak tutmaz... Göz görmez, kulak işitmez, dil konuşmaz... Tümü yürek denen yanardağ ateşinin yani 'lav' püskürten zirve duygunun işgali altındadır. Oysa, yamaçlarda dil etkendir, bellibelirsiz. Sözcükler yanardağın püskürmesiyle saçılıp seçilen, sonra da yiten kıvılcımdır...

İmgeye dönüşen ve ateşböceği olan ışık... Şiir artık karanlığı güzelleştiren ateşböceğidir. Yaz ortalarının ateşböceği şölenini canlandırın gözlerinizin önünde. İnanılmazdır... Şiirdir işte o an. Heyecanlıdır. Gecelerin büyüsü yaz ortalarında mı devreye girip etkinleşiyor yoksa, diye sordurur insana? Daha neler neler sordurduğu gibi.

73.
Yalnızlığın tanrı sayıldığı evren; şiirin tek tanrılı evreni. Şairin de.

74.
Şiddetin hiçbir türüyle bağdaşmaz şiir. Ekolojik şiddet yaşamı kuşattığında yalnızca şiire zerk edemez 'habis' özelliklerini. Çünkü şiir şiddeti bağışlamaz. Şair de şiddetin kurbanı olur olursa, kölesi veya celladı, asla. Şiir giyotinde sınanır. Şair de...

Zaman giyotindir.

75.
Şiir dişidir... Ve bakiredir sonsuz. Aksi bilinmiyor. Şiirin Meryem soylu olmadığını kim söyleyebilir?

76.
Gerçek şiir değildir.

Gerçeğe uzaklaşan metaforların varlılığınca şiirdir söz... Çünkü gerçek gaddarlığı, katliamı içerir çoğunlukla. Bambaşka amaçlara güdülüdür gerçek. Gerçeğin amaçları şiirin evrenine sığmaz.

Demiştik, zaman giyotindir, şiirin soluk alıp verdiği coğrafyada.

77.
Gerçek ve şiir yan yana anıldığında anlaşılır ki ikisi aynı potaya sığmaz kesinlikle. Gerçek imge barındırmaz bünyesinde, barındırsa gerçekliği kalmaz. Üzerinde imge durmaz... İmge gerçeği taşımaz, gerçeklikse imge elbisesi giydirilmeye kalkışıldığı anda yamalı bir tedirginliği sunar okura. Gerçeğin yüzü hep günceldir çünkü.; statiktir, çıkarcıdır...

Şiirse çıkar gütmemekle - yaratmamakla büyüktür. Öyle kutsar yürekleri. İmge hiçbir çıkara hizmet etmez. İmge karadır, "şiirimiz karadır abiler"...

78.
Şiir ayrıntılarda can bulur. Umulmadık anda, umulmadık yerde, umulmadık koşulda gösterir kendini. İlk gelişte yazıldı yazıldı... Yazılmadıysa, ya unutulur ya da bir başka metin olur, olursa. Genleri belirsiz canlı gibi.

79.
Nüvelerin hayata yürüdüğü dehlizlerde mi şiir. Söz?

80.
Şair nesnesizliği tanrı bellemeli. Çırılçıplak zamanda, boş olmayan anlamların çetelesi bir tümceye sıkıştırılmalı : Sıkıntı, yaratmanın olmazsa olmaz ateştopudur.

Yalın bir varoluşu hedefler şiir. Biraz saçmalığa, biraz düzyazıya, anlatıya akraba durmasında ne sakınca var? Bütüne bakıldığında şiir olsun yeter.

81.
Şiir zamanın ve acının durmazlığını müjdeler. Kaynağı yaşam gibi görünse de şiirin esas pınarı ölüm olgusuna varır, damarı orada... Sezdirdiği geniş duyu ve düşün platformu başka türlü nasıl kalır ayakta? Umut atomu, imgelerin çekirdeğinde, çünkü zamanın dağarcığı bilincin dirim kıblesidir. Bilinçse, şiirin en delidolu halinde tanrısallığını korur. Korumalı. Şiir sözcüklerin tanrıya yakınlığıyla bilindiği büyülü hal değil mi zaten?

82.
Şiirde anlatı yemekteki çeşni gibidir mi demiştik?

İnce, tadılmış ayarı korundu mu tamam... Şiirin tuzu biberi olmalı anlatı, olur kimi zaman. İşlevli olmalı şiirde tutuğu pay. Geri tepmemeli. Okuru rahatsız edecek düzeyde bulunmamalı asla. Yazana cesaret vermeli, okuyanaysa kolaylık... Düşünceyi besler, iskeleti güçlendirir, ama şiiri istenen/beklenen şiir olmaktan çıkarabilir de. Tehlikesi içinde bir dinamit deposunu canlandırıyorum gözümde... Şiir bir öyküye dokunmaz mı önünde sonunda?

Her canlının vazgeçilmez bir öyküsü vardır çünkü. Kaçınılmazdır bu.

83.
Şiir bir gerilimdir, desem... Diyene katıldığımı beyan etsem. Şöyle bir eklemeyle : Şiir ölümcül bir gerilimdir.

84.
Şiir cinayeti önlemektir. Ağaçların ağlaştığı doğada ormanı kutsamak... Gerçek kötüyken, katilken doğaya, insana karşı, düşü kalkan kılmaktır şiir.

85.
Şiir bal şerbetidir. Göğün eflatun musluğundan dökülür. Biz yağmur yağdı sanırız.

Sanmak ne lezzetli, ne şehvetli bir duyu! Şiiri bile baştan çıkarır... Çıkarırmış. Çıkarmıştır.

86.
Son zaman kavşağı : geçmiş-şimdi-gelecek kesişir odağında... Sözün tılsımı şiir odur işte. Zaman yönlendiren, yaşamı tıkanmalardan koruyan düzenleyici meyve / ürün.

Tanrısal ürün.

Geçmiş kırmızıysa, gelecek yeşilse, şimdi'ye sarı mı kalıyor? Kalsın! Yakışır! Şiire bütün renkler, istisnasız bütün renkler yaraşır. En yakın, en yapışkan -akışkan olanı sarıdır diyeceklere itirazım olmaz. Sarı ateşi ve güneşi de imleyen değil mi?

87.
Kavşaktaki kaza!

Kavşaktaki ölümlü kaza! İmgenin zaman rahmine düştüğü an : Şiir... Herkesin bir (kesinlikle bir) kavşağı vardır. Yaşamının belirsiz anı. Şiirin doğum sancıları başlamıştır ya... Anlayan anlar.

Her kavşak kazasından binlerce ölü ve bir (kesinlikle bir) doğum (şiir) kalır.

Hiç yorum yok: