28 Şubat 2011 Pazartesi

Ayazda Bir Yürek - Un coeur en hiver


Fransa’da.. Keman üretimi yapan 2 ortak. İkisi de orta yaşlardalar. Ortaklardan birisi kemanların üretimi ile ilgilenirken diğeri daha çok pazarlama ve müşteri ilişkileriyle ilgilenmektedir. Gününü daha çok atölyede çalışarak geçiren Stephane’nin(Daniel Auteuil) hayatında kimse yoktur. Bir gün 2 ortak Cafe’de oturmuş iken daha çok müşteri işleriyle ilgilenen ortak Maxime(André Dussollier) cafenin başka bir köşesinde oturan genç kızı Camille(Emmanuelle Beart) işaret edip “2 aydır genç kemancı ile çıktığını” söyler. Diğer ortak Stephane nedense bu açıklamaya şaşırır. Filmin yönetmen sanki keman üreten uzmanın genç keman sanatçısı Camille’yi önceden tanıdığını ima etmek ister ama film boyunca genç kemancı ile eskiden bir ilgisi olduğuna şahit olmadık. Bir süre sonra Maxime’in sevgilisi genç kemancı(Camille) için yeni bir keman üretir. Genç bayan kemancı bu sıralar yoğun bir şekilde çıkaracağı albüm için studio çalışması yapmaktadır. Dolayısıyla ister istemez kemanı üreten ortakla da diyalog kurar. Filmin konusunu uzun uzun anlatmayacağım: Keman uzmanımız ile ortağının sevgili genç bayan kemancı arasında bir elektriklenme olur. Sonrası mı? Bence filmi izlemelisiniz.

İnsanlar genellikle çevresindekilere, sıkça gördüklerine aşık olurlar. Aşık oldukları ise genellikle aynı çevredeki başka bir birisiyle ilişkisi olmaktadır. Bu şartlarda bazen bedeller ödenerek aşktan vazgeçilir. Yani arkadaşın hem de iş arkadaşının aşkına aşık olmak engellerle dolu bir yol olmaktadır genellikle.

Claude Sautet tarafından yönetilen film boyunca keman üretimi ve keman çalmayla ilgili bir çok kez konuşulduğu için 1992 yılı yapımı bu filmden keman sanatçısı arkadaşa söz ettim. Arkadaşım filmi izlemek üzere DVD’yi bir süreliğine istedi. Bakalım ne tepki verecek?

2000 Yılında Dergilerde Yayınlanan Şiirler

2000 yılından itibaren 4 yıl boyunca her ay imkanlarımız dahilinde yayınlanan edebiyat dergilerini edinip dergilerde yayınlanan şiilerin neredeyse tamamını adanasanat.com sayfalarına aktarıyorduk. Böylece bazısı yerel olan dergilerdeki şiirlere herkes ulaşabiliyordu.

Aradan 10 yıl geçti. O zaman dergilerde yayınlanan şiirlerin bir kısmı kitaplarda kendine yer buldu; bir kısmı ise dergi sayfalarında kaldı. adanasanat.com'un arşivinden yararlanıp 2000 yılında dergilerde yayınlanmış bazı şiirleri buraya aktaracağız. Şiirinin buraya aktarılmasına itirazı olan şair arkadaşlar bizi yazarlarsa hemen yayından kaldırırız.


Yalnızlık

Yalnızlığımı büyütür kalabalık
Gökdelen'in gölgesine siner
Karanfıl Sokak kalınlaşır
yoksul kadın çocuklarıyla
çöplerin üzerine konar
gözleri cam kırıkları
sevgilim gelir yalnızlığım büyür
çocukken gökkuşağına düştüğüm
gökyüzü gelir kirli güvercinleriyle.

Kimin öznesiydi mevsimler
işkence öyküleri kimindi
ayrılığın sesi miydi adımnlarımn
suyu bekleyen uçurum mu
kanatlandım yalnızlığımla son mevsime
içimde bir kedi yavrusu.

A. Kadır Bilgin / Dize Dergisi Şubat 2000 sayısı


Cevap Anahtarı

Suyu özetleyen bendim bir bardağın içinde
Taşa sarılan yosun taşı bitirir, anladım
Parmaklar dile dönüştü ellerinde dilsizin
Ve balkon demirleri inceldi tanrım!

Gömleğimden birkaç düğme açtığım zaman
Çarpar rüzgâr kadın olur titrerdi
Yanlış anlaşılmasın çaptan düşmüş değilim
Makasa son kez bakan kumaş beni etkiledi

Kırlarla şehirleri karıştırdığım oldu
Atımın ayakları asfalt kokar bu yüzden
Bir çift metal kanatla uçmaların sonunda
Yorgun otelim artık, yolcusunda dinlenen

Teneke sözcüklerin altındanmış anlamları
Benzedim mühürlenmiş sarraf terazisine
Ama şunu öğrendim: kaç boğulmuş çocuk eder
Nil ile Kızılırmak arasındaki mesafe

Ayın yansısı ancak kuyunun ağzı kadar
Kuyunun içi tanrım ne kadar karanlık, derin
Ben ölünce sanırım dünya yalınlaşacak
Gözlerim Âşık Veysel, bileklerim Yesenin!

Abdülkadir Budak / Şiir Odası Dergisi Şubat 2000 sayısı


Muhteşem Ayıplar

Göğsümün yelkenini şişirecek bir rüzgâr
Suratıma çarpılacak bir kapı bulmalıyım
Dışlanmak nasıl bir şey, öğrenmek için
Ruh halini metale yenik düşen ahşabın

Katliamdan kıl payı kurtulan günün sonunda
Payımdan çoğunu almak muhteşen ayıplardan
Öpen dudaklar ahşap, okşanan metal ise
Sevişmeyi ayıp saymak mümkündür kaptan

Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor
İlk celsede berrat ettiriliyor deniz
Soru metal, yanıt ahşap; asılan bir sokağa
Cadde adını verecek kadar incelikliyiz

Midye çıkarma konusunda usta olsam ne çıkar
İnci bulamadıktan, inci bulamadıktan...
Zıtların birliği çok can yakıcı tanrım!
Gövdem metal, ruhum ise ahşaptan

Ağaç ile dar sözcüğü yer değişmiş, aldanma
Sallanan bedenlere bakınca göreceksin
Yoruldum, uykum geldi, sözlerim kapanıyor
Terzi ahşap, kumaş metal; kırılmış bir iğneyim

Tanrım! Bu orantısızlık beni çok korkutuyor
Şehrin elleri ne büyük, ne kadar küçük başı
Kanın sızdığını gördüm bir çivinin sesinden
Karıştırmak zorundayım metal ile ahşabı

Abdülkadir Budak / Varlık Dergisi Mart 2000 sayısı


Bir Yürük Semai İçin Fazla Mesai 

aşk şarkı söylemeye başladı
ama rast perdesinden bir şey değil

aşk dallara takıldı, yapraklar yapraklarla
'tün sokaklar verevine boyandı

aşk büyük evliliğe hazırlanıyor, bir yastık
ve rastık ve dantelalar tamam

aşk haz'rolda bekledi kapı eşiklerinde jazz
zaten saz ama, barok'a merak sarıldı

aşk söz verdi, andiçti, yemin etti, ama bak
öpüşmeye başladı

aşk bizi bile boşladı

Adnan Azar / E Dergisi Ağustos 2000 sayısı


Zamir

Tıknaz ömür. Bodur ay. Şubat gibi bir şey bu
mutluluk öksüzü şöyle bir yalayıp geçer
öylesine geçtiydi aklımdan adın, dönüp
bakmadın. Baksaydın keşke işitseydin ki
biri bizi kendisine benzetebilir isterse

Benzedik benzeye birazcık kaldık, evet
ben, sen, biz ona... tekil zamir sürüsü
toplanmıştık dört harf bir fiskos civarına
yayvanı yassısı ince bellisi kamburu; şirret
çağ bağiçesindeki kadınsı balta gürültüsü

kesilir. Kesilince büzülür çadırdan gece
neye benzer o zaman baş başa kaldığımız
birkaç soylu geveze vıdı vıdı bir ölü dille
köşeli bir boşluğa eğilir anlatırız
kim ölürken kimden daha güzeldi

Bırak yarışmayı da kaldır başını seyret
naylon tentelidir göğümüz bakılınca
görülür: kıyamet taburu geçiyor samanyolundan
sakalları var çocuklarının gün aşırı kırçıl güneşli
uzun uzun saçları kirli yıldızlar

Adamlar yay burcundan bir soluk ayrılmadı
kadınlar kadın olmadı hiç gök yaylamızda
cam gözü bakışları aydan da gerü
bir şiveyle saplanırdı kâğıdın duygusuna
yürek postamızda düşünce dergileri

Dönüşte okumalı Mudanya'dan Silvan'a
ağaçların ucun ucun kemirdiği kunduzu
kemikleri ulu gönder, eti sancak sayılır
kurutup yazdılardı kürkünü çıplak omuzlarına
bir ağızdan yeşerip tek tek solduğumuzu

orman ki şol tende kabuktan hatıradır

Adnan Satıcı / Defter Dergisi Kış 1999 sayısı


Veda

içimdeki kırık dökük camdan kule
yıkıldı, sokak aralarında kar tozuttu,
geçtim bir daha bu yollardan
yüreğim kederle dolu

ah! elimde olsa toplardım yine
içimdeki cam kulenin parçalarını
yeniden kurardım özleyerek
incelik taşıyan sözcükleri

geçti, ah geçti aşk duraklardan
suya kar taneleri düşüyordu
ben bir otobüsteydim
camlar buğulanıp üşüyordu


Ahmet Ada / Varlık Dergisi Mart 2000 sayısı




Delikanlı

ben düşler tramvayına binerken şehrin
pırıl pırıl bir ay doğmuş olurdu dünyaya
hanem aydınlanır annem uyanırdı
babamın serçelenmiş ayakları saçılırdı
ufak tefek sokaklara
ben sokaklara borçluydum çocukluğumu
bolluk günleri miydi babamın elinde ay ışığı
bir de dolu file, dönerdi eve,
benim yakınımdaydı
ekmek parası, gökyüzünün teri, salıncaklar,
ben çekidüzen verirdim eski dünyaya
biraz umutsuz, az ironik, bir parça kırılgan
yağmuru bol kış akşamlarında
dip odalarda kısa pantolonlu aşık
bağbozumuydum ben duygularım karmakarışık

ben aşkla ödeşir düet sona ererdi
zambak gibi sözcüklerden oluşan
nasılsa yağmur yağardı tenha vakitlere
seke seke yürüyüşünden tanırdım
yağmuru, seni, baş dönmesi serüveni

yağmurun iplerinde törendi beyaz gemi

Ahmet Ada / Akatalpa Dergisi Mart 2000 sayısı


Yazıt

sen ey yeniden çiçek açan ağaç...
gökyüzünün mavisini dağıtan rüzgâr..
bunlar senin gözlerin ey yıkıcı sevgili

sen ey yırtıcı sevgili, ey yetinmezlik
gökyüzüne alıştık, suyu işledik
sevinmelik gönderdiler dünyayı geçtik

sen ey buğday denizi gözlü sevgili
güz öğlelerinden geçtik
elimizdeki file bağ-bahçe sevinci

sen ey dirim sabahları, yoksul kuşluk
sarımsak kokulu sokaklardan geçtik
kalktı korulardan yüzlerce üveyik

sen ey serzenişleri derin eski sevgili
eski ırmakları geçtik
kucağımızda bir güzel geyik

sen ey yüzyıldan arta kalan üzgün güzellik
sulara düşen nergis, gül ilahisi
kırık dökük ömrümüzü taşa işledik

Ahmet Ada / Akatalpa Dergisi Haziran 2000 sayısı

Malta Şahini Filmi

Polisiye romanlara fazla düşkünlüğüm olmasa bile yaklaşık 10 yıl önce Dashiell Hammett'ın Malta Şahini romanından yıla çıkılarak çekilen filmi izlemiştim. Filmi izleyince meraktan romanın da okumuştum.

Yakın bir zamanda elime bu filmin yeni bir kopyası geçince tekrar izlemeye karar verdim. Bu filmi bulursanız izleyin derim. 1941'de John Huston tarafından çekilmiş bu filmde başrollerde Humphrey Bogart ve Mary Astor var.

http://www.imdb.com/title/tt0033870/