Zaman hızla silip süpürüyor her şeyi. İnsanoğlu, zamanın süpürgesine karşı bilinçle direnebiliyor. Doğayı tahrip ve talan etme ‘cürümü’ dışındaki etkinlikleri haklı ve olağandır söz konusu direnç evresinde. Bireysel ya da kolektif girişimler, insanı insan yapan eylemler, genelde yarına, sonraya kalma içgüdüsüyle ortaya konur. Edebiyat, sanat ve bilim alanlarında gösterilen etkinlikler; sonuçta yaratılan/üretilen sanat yapıtı (eser), buluş, insanlığın geleceği için elzemdir. Uzun erimde, amaç sonsuzluktur, ölüme meydan okumadır. İnsanlığın, edebiyat, sanat ve teknik buluşlar tarihi hiç de yabana atılmayacak zenginliktedir o nedenle. Kaynakların dili, hâlâ zenginleşmekte olduğunu söylüyor. Zamanın süpürgesi insanın yarattığı özgün nesneye zarar veremez, yaratılmış olan eğer kaliteliyse, yapısı ruha büründürülmüşse, yani estetize edilmişse... Demem o ki, zamanın süpürgesi sanatla durdurulabilir ancak.
Beşinci mektuba zamanı dert edinerek başlamış bulundum. Serzeniş değil, sözünü ettiğim ‘süpürge’ endişesi, herkeste olduğu kadar bende, naçiz kalem emekçisinde de var. O nedenle, sözlerimin ardında başkaca bir tasarı aranmasın; zamana karşı güçsüz düştüğümün itirafıdır dediklerim. Yazarken sık sık dile getirdiğim, ayrıntılara değinme, takılıp kalma halleri, yazma eyleminin olağan sonucudur. Hoşgörüle. "Adanus Mektupları" böylesine dalgalı düşünce ve duygularla zaman tükettiren, değer aratan bir uğraş benim için. Öyle ortaya çıkıyor : Yankı, yani hiçbir biçimde karşılık beklenmeyen seslenişle... Bir tür yazılı monolog, kâğıttaki suretimle konuşmadır. Dergilerde, kitaplarda sürdürdüğüm okuma yolculuğunun kanıtıysa, damıtılmış bölük pörçük tümcelerdir. Uğraşın semeresi, işbu satırlar : Daha önce de söylediğim gibi, izlenimler, etkilenmeler pastası paylaşılırken kotarılmış, bir tür düşünme eskizleri, algılama-kavrama-yansıtma egzersizleri... Bunca girizgâh lakırdısının müsebbibi, bir daha belirteyim ki, dergilerin sayfalarında sürdürdüğüm gezintide karşılaştığım yansımaların sıcaklığıdır. Özetle, okuma serüveninin kâğıtta bıraktığı izdüşüm notları. İşte onlar :
Dize, Aylık Şiir Postası, Ağustos 2002, 82. sayısıyla da şenlendiriyor şiir dünyamızı. İlk sayfada üç sıcak şiir sunuyor okura. Okunduğunda yeniden okuma arzusu uyandıran üç şiir : Ahmet Güntan, Ahmet Ada ve Serap Erdoğan imzalı... Alıntı yapamıyorum, tümüyle aktarmamı söylüyor çünkü zihnimdeki şiir meleği. Şiir sevenlerin mutlaka bulup okumasını diliyorum. Veysel Çolak'ın, "Anlatımda Sözcük Engeli", E. Bülent Yardımcı'nın "İzmirli Şair Olmamak" adlı yazıları, şiirin her daim güncel sayılan sorunları üzerine düşünüceler seslendiriyor. Diğer imzalar; Aytuğ Uslutekin, Nuri Demirci, Mehmet Atilla, ve Selman Büyükâşık ise şiirleriyle bezemişler ağustosun dize postasını.
Söylem dergisinin ağustos 2002, 89. sayısındaki iki yazıdan etkilendiğimi itiraf etmeliyim. İlki, Nurdan Çakır'ın "Balkon" başlıklı denememsi metni... Gerilere, anılara, 'nostalgia' ülkesine döndüm okur okumaz. Lirik bir söylemle "Siyaz Sanatevi"ni anlatmış Çakır. Siyaz’ın unutulmaz balkonunu; "Bir geminin güvertesine benzerdi Siyaz'ın balkonu" diyerek. Kimler, kimler bulunmamıştır ki o balkonda. Pardon! "güverte"de... Ne günbatımları seyredildi kim bilir? Gece eşiklerinde, ıslak neonların mahcup tayfları, o işveli seğirmeleri kent ışıklarının... Bursa’nın Çekirge semtinden dünyayı süzen, durmaksızın göz kırpan, çapkın bir kadın gibi kırıtan neonlarını kimler çekmedi ki belleğine? Keşke birisi, (belki de Nurdan Çakır'ın kendisi) "Siyaz" anılarını kaleme alsaydı dileği geçmedi değil aklımdan. Güverteden uğurlanmış günleri; ikindileri, günbatımlarını, akşamları, geceleri (efsunlu an'ları) anlatsa... Yeni Biçem dergisinin çıktığı dönemdeki Bursa etkinliklerinden oranın payına düşenleri hiç değilse. Siyaz’ı ziyaret etmiş olanları; Mehmet H. Doğan'dan, Şakir Gökçebağ’a ve Ahmet Oktay’a... Bursa’da yaşayanlardan sık gelenler; İhsan Üren'den, Ramis Dara'dan, Melih Elal'dan, Serdar Ünver'den, Hilmi Haşal’dan, Nadir Gezer’den, Esin ve Orhan Çakır'dan, Nuri Demirci’den, diğer sanatçı ve sanat dostu insanlardan söz etse. Orada kotarılmış, resim, müzik, edebiyat, fotoğraf etkinliklerinden; okuma, dinleme seanslarından pasajlar aktarsa. Güvertede, orada filizlenip tadı damakta kalmış aşkların izleri olduğunu yazsa... Tanıklığıyla perçinlese duygu kasırgalarını. O güzel 'tayfa'nın, o güzel konukların, güzel yüzlerin, güzel yüreklerin, güzel seslerin... Olabilirse tüm Siyaz konuklarının lirik portrelerini çizse. Keşke söze dökülmüş düşünceleri sahiplense, paylaşma anlarını belgelese. Kayda geçirilmemiş içtenlik yüklü toplantılar, resim sergileri, atölye çalışmaları öylelikle ak kâğıda kavuşsa... Keşke kavuşsa. Düşünmek bile heyecan veriyor şimdi, “Balkon”u okurken. Hayata dair güzelliklerin kayda geçtiğini görmeden bu dünyayı terk etmeyi kim ister? Hiç kimse istemez. Bana bunları çağrıştırdı, sordurdu, düşündürdü Nurdan Çakır’ın yazısı. Sağ olsun. Bir gün "Siyaz"ın alçakgönüllü (mütevazı) ortamının şiirini yazmayı gönlüme yerleştirdi, raptetti adeta. Yaşamanın, güzel şeyleri hep birlikte yaşamanın; şiirin, resmin, müziğin paylaştıkça artan tadını yazma dürtüsünü beynime nakşetti, "Balkon" metni. Kalemine, diline, yüreğine sağlık bir daha "Bozburun kızı". Siyaz’ın değeri anılardadır ve eminim ki anılar suskun olsa da nankör değildir.
Söylem’deki öteki yazı da bir deneme metni; Ahmet Arslan'ın "Taşralı Bir Yazarın Karmaşık Düşünceleri". Taşra sıkıntısını anlatmış yazar. Bir bakıma "taşra" kavramının beyinde açtığı hasarları, orada yuvalanıp bir tümör gibi sahibini kemirdiğini...
Sorunun coğrafi 'yer'den değil de, insandan, sanatçı kişiden kaynaklandığını vurgulamak isterim, yeri gelmişken. Bireyin, taşrada yaşamakla hüzünlü yenilgisini benimsediğini saptamış Ahmet Arslan. Dediklerine katılırım, zira, "musibet" durumunu birilerine anımsatmak, çözüm önermese, yaraya merhem sürmese de, kabuğu aralamaktır. Önemli müdahaledir. Yazar, şair, sanatçı adına yararlı olduğu kadar dramatik yalnızlaşma, kimsesizleşme hakkında uyarıcı düşünceler öne sürmüş Arslan. Hele Adana sathındaki okumayanların, birbirini bile okumadan, sadece yayımlamakla kendini şair-yazar addedenlerin sayıca çokluğu göz önüne alınırsa, işin vahameti anlaşılır. Bilinçli uğraş veren, okuyup üreten yalnızın “taşra endişesi” daha doğru algılanır. Kırsaldaki metropol, (merkez) kıskançlığı (sendromu) asla gündemden düşürmez. Dinlemeyen, okumayan, sadece seyreden ve konuşan, cahil kurnazlığını terk edemeyen kişilere tahammül edilemeyeceğini, çünkü malum kalabalığa karışmanın, kendini kent kültürüne “hizmet”e adamanın beyhude olduğunu herkes anlamalı. Bunca elektronik, dijital donanımlı zamanda, "taşra" hayatının ancak kafada habis ur gibi yuvalanabileceğini yadsımamak gerekiyor. Uzun başlığında verilen özet, karmaşık bir konu değil belki ama bir yazarın 'haleti ruh-iyesini' tanımak bakımından okunası; deneme hüznü, hüzün denemesi metin. Eklenecek pek bir şey kalmamış : Dert, yazma derdi. Ahmet Arslan da bizden, sizden, derdini yazı, yazıyı dert belleyenler familyasından. Kalemine kuvvet diyelim.
Kavram ve Karmaşa dergisinin Temmuz-Ağustos 2002, 25. sayısı okurunu alıştırdığı çeşitlilikte, dolulukta ve kalitede. Beklentiyi karşılıyor ürünler. Dopdolu, zengin içerikli... Sayının dosya konusu ve de konuğu Ahmet Oktay; Türkçe’nin çok verimli, kaleminin yelpazesi çok geniş şair-yazar-eleştirmeni... Halim Şafak, "Acımasız Okur Ahmet Oktay"ı yazmış. Bir de söyleşi yapmış değerli ustamızla. Osman Günay, "Ahmet Oktay, Madenci Lambası ve 'Nahif' bir duyumsama", Metin Cengiz, "Ahmet Oktay'ın Düzyazıları", İbrahim Berksoy, "Ahmet Oktay'ın Gece Defteri", Betül Tarıman, "Bir Hüzün Çıkartması" başlıklı yazılarıyla katılmışlar dosyaya. Alçakgönüllü bir belgelik olmuş, emeklerine sağlık... Özellikle belirtmeliyim ki zevkle okudum ve yararlanacağım notlar çıkardım. Dosya dışında, Kavram ve Karmaşa'dan anmam gerekenler var; Yılmaz Arslan'ın, "bir kadeh martini gibi biterken hayat" dizesini, Baki Ayhan T.'nin "güzellikler sızardı gökyüzünün çatlaklarından", Seyyidhan Kömürcü'nün "dargındınız. Baktım babaydınız azıcık tanrıdan kırma", Alaattin Topçu'nun "gece geçmiş, diyorum, bir daha geri dönmez yalnızlığım", Mehmet Sadık Kırımlı'nın "okşandıkça fesleğen kokar annelerin elleri" dizelerini sevilesi buldum, bir daha okudum. Öneririm. Ayrıca, Halim Şafak'ın "İlkyazı" metninde dile getirdiği savları, özellikle bir tümceyi ıskalamamalı diye düşündüğümden buraya alıyorum : "Şiirin iktidara karşı olmak dışında iktidarla kurabileceği başka bir ilişkisi yoktur. Bu karşılık dışındaki bütün ilişkilendirmeleri şiirin değil de şiir yazanın iktidar talebi olarak anlıyoruz. Şiir yazanın iktidara oynaması, iktidar talep etmesi de yeni bir şey değil. Belirtmek gerekiyorsa iktidar talep etmek yerine karşı çıkışın karşı çıkış olarak kalmasını yeğleriz. Ayrıca şiirin ütopyası falan yoktur, şiir ütopya önermez". Katılır veya katılmazsınız ama önemli bir tavrın manifesto sözleri gibi geldi bana. Düşündürüyor.
Şiirli Çıkın, Temmuz-Ağustos 2002, 27. sayısını Ahmet Erhan'a ayırmış. Erahan’ın şiiri üzerine iki kısa değerlendirme pasajına yer verilmiş ilk sayfada; Hilmi Haşal'ın ve Hüseyin Peker'in görüşlerine... Bir de, İhsan Tevfik'in "Ahmet Erhan Şiiri" ile Ahmet Erhan'ın "Okuntu" şiirleri ilk sayfadan sesleniyor okura. İkinci sayfadaysa, Halim Şafak, “Ne Balık Ne De Kuş, Çok yaşasın Ahmet Erhan" başlığı altında, şairin yeni kitabını incelemiş. Üçüncü sayfayı İhsan Tevfik'in Ahmet Erhan'la yaptığı söyleşi kaplamış. Şairin yazma-yaşama serüveninin son dönemiyle ve şiir anlayışıyla ilgili ipuçları okunabilir metinden. Şiirli Çıkın’ın arka sayfası, "Berceste"deki alıntıları ve "Seçkimizden" bölümlerindeki haberleri paylaşıyor okuruyla.
Akatalpa dergisi, ağustos 2002, 32. sayısıyla istikrarlı çıkışını sürdürüyor. Başyazısı, "Tanpınar ve Bursa" adlı hoş bir değini. Çiğdem Sezer'in "Kapat Kapıyı Bezirganbaşı" başlıklı şiirinden şu dizeleri paylaşmak isterim : "baktım da kâğıt tanrılarına dünyanın/kendime kayalardan bir parça edindim". İlginç bir iç hesaplaşma şiiri denebilir. Dikkat çekici, düşündürücü... Neden mi? Çünkü; "çıplak gövdemi şiirle dövdüm" diyor da oradan çıkardım. İlyas Tunç, "düşünün, yosun tutmuş üzüntüleri, gündelik kaygıları"; İhsan Üren, "çığlıksızdır acının koyusu, donup kalır yüzde"; Nuri Demirci, "anlamı tırmanıyor harfler"; Sadık Yaşar "değil adalet değil ateşe dönüşen su"; Ahmet Uysal, "ziyan edecek bu şehir beni"; Mustafa Ocak "sustukça bir kuş tünüyor omzuna" dizeleriyle söz edilmeyi hak ediyorlar. Halim Yazıcı’nın "Kadın" şiiriyle birlikte on şiir yayımlanmış bu sayıda. Melih Elal'ın, Hüseyin Peker'in, Ahmet Günbaş'ın, Halim Hayal'in ve Ayşegül İzmirli’nin düzyazıları çeşni katılmış Akatalpa'nın atmosferine.
Kuzey Yıldızı, dördüncü sayısına gelmiş genç bir dergi. İstanbul - Kadıköy mahreçli. Zengin içeriğinden, farklı yayım anlayışı, amatör ruhu sezilen ürün dergisi... Yayın takımı tanıdık imzalardan kurulu, Ulaş Nikbay, Vedat Kamer, Özgür Macit, Zafer Yalçınpınar. Görsel tasarımla zenginleştirilmiş sayfalarında bolca şiir var. Bu da oldukça genç ve yeni imzalara açık yayım yelpazesi olduğunu gösteriyor. Açık kapı politikası, dergilerin tutunması (tutulması) için önemli etkendir. Gençlere, yenilere varolma alanı yaratmak kadar özverili ne olabilir şu üç günlük edebiyat dünyasında? Sayının tamamında otuzun üzerinde şiir sunmuş Kuzey Yıldız'ı. Bunlardan geleceğin değerli imzası olabilecekleri zaman ayıklayacaktır kuşkusuz. Adanmışları ve yazmanın cehennem potasında yananları... Tanınmış, usta kalemlerin arasında pek çok isim. Tümünü saymaktansa internetteki www.kuzeyyildizi.com adresini vermeyi yeğliyorum. Dinamik, umut veren bir dergiye katkıda bulunmak, tanımak isteyen ulaşacaktır. Kuşkusuz, edebiyatın soluk alıp verdiği, soluk alıp vereceği alanlar dergilerdedir. Gençlerin etkinliği izlenmeli. Onların coşku ve umudu bir arada yaşamaları ilgiye değer. Yazıyı paylaşmaları, günümüzün tüketim ve teknoloji furyasında, şiirle, öyküyle, denemeyle hayat için anlam aramaları, hakkı teslim edilesi etkinliktir diyorum.
Yom sanat dergisinin temmuz-ağustos 2002, 7. sayısı şaşırtıcı bir içerikte çıkageldi ilgi hanemize. Yayım yolculuğunu güvenli adımlara sürdürmeye kararlı kadrosunu, emeği ve ürünleriyle katkıda bulunanları kutlamalı. Kutluyorum. Dosya çalışması; "Baudrillard ve Simulasyon Kuramı"... Konu odağında toplanmış yazılardan oluşmuş, içeriği okunmaya değer kesinlikle. İmzaları anmamak haksızlıktır düşüncesiyle belirtiyorum; Ayşe Oluk, Gül Yaşar, Zeynep Özeren, Ozan Otan, ünlü düşünürün kuramı üzerine metinler hazırlamışlar. Yom okurları, "Simulasyon Kuramı" hakkında aydınlatıcı bilgi edinecektir eminim. Bu satırların kalemi de epeyce yeni şeyler öğrendi ‘simulasyon’a ilişkin. Dünyamızın nasıl olup da tüketim dünyasına dönüştürüldüğünü, üretimin, üretim kaygısının terk edilip tüketim eğiliminin aptallık kertesine vardırıldığını filan... Ekonomik kışkırtıcılığın nedenlerini sorgulamakta yarar olduğunu anlıyor insan, yazıları okuyunca. Özetle; zorba kapitalizmin biçimlendirdiği koşulların, nasıl da yok edici, yıkıcı, kahredici etkiler yaptığını, sahte ve sanal bilgi bombardımanıyla bireyi güdümüne çektiğini, öylelikle, toplumu da tüketme isterisi altında, sistemin bekçisi haline getirdiğini, robotlaştırdığını öğreniyor. Yom'un 7. sayısında Baudrillard dosyası dışında zevkle okunan ürünler var : Hilmi Haşal, Seyhan Kurt, İmam Demir, Gültekin Ş. Üldes, Hatice Aslıtürk, Osman Erkan, Veysi Erdoğan ve İbrahim Halil Baran, şiirleriyle okura seslenmişler. Zevkle okuduğumu belirtmeliyim. Ayrıca, Bünyamin Hazar, Mazlum Dirican, Zeki Oğuz öyküleriyle; Nesrin Alkan (şiir/öykü - öykü/şiir mi yoksa? Net değil ama her iki niyetle de okunabilen) ilginç metiniyle yer almışlar. Beğeniyle okunacak çalışma her biri. Deneme, inceleme yazılarıyla, Müslüm Yücel, Tan Tolga Demirci, (öykü de denebilir mi "Cassandra Kimdir"e? Her iki türün şemsiyesi altında haz duyularak okunabilen bir ürün... Takdir okurun). Denemeler; Galip Baldıran'ın, Abdullah Şevki'nin, Osman Öztürk'ünü kaleminden. Sinema-film yazıları Akın Öztürk'ten ve Yörükhan Ünal'dan. Yom dopdolu bir sayıyla çıkmış edebiyat agorasına. Benden, naçiz okur, iflah olmaz Adanus’lu mektup ve yazı emekçisinden alkış aldı. Okuyun siz de alkışlayın. Bu dünyada güzel şeyler de oluyormuş deyip gündelik gerilimden çıkın. Hiç değilse bir süreliğine.
Kum dergisinin ağustos 2002, 7-8 sayıları bir arada çıktı. Temmuz sayısıyla birlikte ağustos sayısını sundu edebiyat kamuoyuna. "Şair Diyor Ki" başlığı altında, Zerrin Taşpınar'la Selin Doğan'ın yaptığı söyleşi ile başlamış, "Postmodern Yaşam" adlı ikinci sayfadaki şiirden sonra... Şiirin kapsayıcılığı-yansıtıcılığı üzerine ilginç sözler söylemiş Taşpınar. Hayata, dünyaya, yaşananlara kadın yüreğiyle ve gözüyle bakmanın avantajlarını anlatmış. Bir de "Evet, her şey girebilir şiire, şiirleşerek" demiş ki katılmamak olanaksız. Sıvas’taki 2 temmuz mahşerinden kıl payı şansla sağ çıkabilmiş, değerli kalemlerimizden Zerrin Taşpınar. Kum'daki ilginç ürünlerden birisi de "Günce Eleştiri" yazarı Turcer Uçarol'a ait. Gün gün, saat saat, dakika dakika tutulmuş notlarını, “günce” adı altında sunuyor. Yazar, kendisine yöneltilmiş eleştiri konusunda da alçakgönüllü; günlüğün satır aralarında, Ayşegül İzmirli'nin Akatalpa'da söylediklerine içerlediğini belirtirken bile, incelikli bir biçem (uslüp) kullanmış. Atılan taşa verdiği yanıt saygıyla karşılanacak olgunlukta. Kum'un ilgiyle izlenen kalemlerinden Uçarol’un "Günce Eleştiri"si eminim ki her ay merakla bekleniyordur. Kum dergisindeki yazılardan bir tanesini daha özellikle anmam gerekiyor : Celal Soycan'ın "Tuval Resmi Ya da Kavramsal Kargaşa" başlıklı, üç sayfalık resim yazısını... "Tamamen yapısal-biçimsel uyuma dayalı soyut sanat, artık neredeyse felsefi bir kategoridir" diyen Soycan, resim sanatının modernlik içindeki sınırlarını irdeliyor. Resimdeki, genel olarak sanattaki "sancılı yeni zamanların" etkileri ve sonuçları hakkında bilgilendiriyor okuru. Konuya, özgün düşünce ürettiği pencereden bakıyor : Okurun da bakmasını/görmesini sağlamak uğruna. Resimle şiirin, müziğin tükenmez yaşamsallığını vurguluyor. Renk-söz-ses üçgeninin kutsallığına ilişkin düşüncelerin altını çiziyor Celal Soycan. Güncelliği dolayısıyla, "Kavramsal Sanat" sorunsalını irdeleyen ve tuvalin vazgeçilmezliği savını zenginleştiren metinle. Edebiyatla resmin (denemeyle resmin) iç içeliği olanaklıdır ve de iyidir bağlamında... Türler arası yakınlığın, sanat estetiği açısından önemi vurgulanıyor denemede. Okunmalı diye not düşüyorum. Kum'daki bir diğer yazı Metin Cengiz'in; "La Paix" başlığı altında, şiir - şair - toplum soyutlamalarına değiniyor... Yaşananı, yaratma sürecini, çelişki, kesişme ve koşutlukları deşiyor. Toplumda kul olmakla birey olmak biçiminde görülen konumlanışı ve sanattaki etkileri, şiir merkezli ele alıyor. Kuramsal sorunlara değiniyor, yararlanılacak bilgiler içeren yazısı Metin Cengiz’in. Salih Bolat ise Kum'un atölye çalışması denebilecek "Poetika" sayfalarında genç şairlerin ürünlerini değerlendiriyor. Şiirin ne'liği üzerine fikir egzersizleri yapıyor. Okuru da düşünmeye sevk ediyor. Kum'un merakla beklenmesinin nedenlerinden sanıyorum; “Poetika” eleştirileri. Tanıdığım genç arkadaşların ilgisini bildiğim için açıklıyorum.
Kül - edebiyat, sanat ve düşünce seçkisinin ağustos 2002, 27. sayısı Nurhak Aktaş'ın 'kül' üzerine yazısıyla başlamış. Dergi/seçki adı ve "kül" imgesine odaklı kısa deneme merhaba diyor okura. İlk sayfalardaki diğer çalışma Metin Altıok üzerine. Sevilen şairimiz, Sıvas'ta yitirdiklerimizden. Sevil Tomur onun "Yıkıcılar Geldiler" adlı şiirini incelemiş. Hayli uzun metnin, adı geçen şiirle, Rene Char'ın "Bozguncular" şiirindeki "Yabancılar geldiler" vurgulamasına ve Kostantin Kavafis’in "Barbarları Beklerken" şiirindeki, barbarlar anlatan dizelerine ve Özdemir İnce'nin "Yabanlar" şiirindeki tematik yakınlaşmaya, örtüşmeye dikkat çekiyor. Göndermelerle, insanın içinde oluşan ‘gelmeyen düğümü’ ile ilgili saptamalarla... Kül'ün bu 27. sayısı, dergide ilk kez ürünü yayımlananlara ayrılmış. O özelliğiyle de bir ilk sanırım. İmzalar ise : Taylan Asır, Belgin Günay, Ertan Yılmaz ( 1986 doğumlu), Murat Üstübal, Naim Kandemir, Hilmi Haşal, Mahmut Tunçay Çelik, Mehmet Öztek, Tülay Güzeler (Furtun), Soner Demirbaş, Aslı Sezin ve Dilek Polat şiirleriyle... Öykü ve denemeleriyle ilk kez Kül’de görünenleri ve diğerlerini merak edenler için kısa künye bilgisi vereyim : Kül'ün sahibi ve editörü Bilal Kolbüken. P.K. 31, 06442 Yenişehir/Ankara adresinden veya e-mail : bkolbuken@hotmail.com dan ulaşıp iletişim kurulabilir.
Varlık dergisinin ağustos 2002, 112473. sayısı, alışık olduğumuz üzre ayın ilk günlerinde buluştu okurla. Geçen ay yitirdiğimiz Ece Ayhan'dan iki şiir ve Sabit Kemal Bayıldıran'ın, "İflah Olmaz Muhalif : Ece" başlıklı yazısıyla başlıyor bu sayının sayfaları. Usta şairimiz için, toprağı bol olsun, sonsuzluğunda rahat uyusun diyorum bir kez daha. Adnan Özer'in Ağır Roman'ın yazarı Metin Kaçan ile yapmış olduğu söyleşiyle karşılaşıyoruz ilerleyen sayfalarda. Sevilen romancının "Zamanı ağlatmak için yazıyorum" sözü ilginç geldi bana. Zevkle okunacağını sandığım bir söyleşi. Adil İzci'nin "Manolya Ağaçları" adlı denemesi, Yıldız Cıbıroğlu'nun "İnsanlığın Ortak Bilincinde 'su'" başlıklı ilginç incelemesi göze hoş gelenler. Atay Öktem’in sevildiğini sandığım "Yeraltından Notlar"ı yine yazın korsanlığına dair derkenarlarla bilgilendiriyor okuru, tabi yorumuyla zenginleştirerek. Varlık'ın bütün ürünleri ve imzaları anılmaya değer... Zengin gıda ambarı gibi. Derginin duayeni, krimonolog Dr. Kemal Şahingözlü'nün yazısı ve Enver Ercan'ın "Okur Mektubu" yine en çok merak kışkırtan metinler. Rağbet edilen öteki imzaları okuma zevkini paylaşmak isteyenlerin Varlık'ı ve Kitap Eki'ni edinmeleri şart. Çünkü çok imzalı ve dopdolu bir dergi, ki burada bütün adları saymaya kalksam hem listeleme olur hem de uzar gider bu muhabbet. Dergiyi eline alan zaten bu sözlere hak verecektir, eminim. Zira Varlık dergisinin ürünleri ve yaratıcıları üzerine her zaman çok söz söylenebilir. Ayrıca dergiye sanal yoldan da ulaşıp izlenebildiğini belirtmeliyim; www.varlik.com.tr tıklandığında, okurunun (izleyicinin) karşısına geliyor Varlık.
Sözü bağlamadan, işbu "Adanus Mektupları" ile ilgili küçük bir açıklama yapmam gerekiyor : Sadece, www.adanasanat.com sayfasından okura seslenmek için kaleme alınan metin, kaynak gösterilerek yayımlanabilir. Alıntı yapılabilir. Mektupta adı geçen dergiler, kitaplar izlenmeye değer, okunası yayınlardır... Sözü edilmeyen, aylık, iki aylık dergi ve seçkiler ya nitelikli bulunmadığından ya da erişilemediği/edinilemediği için okunamıyordur. Dergi, kitap göndermek veya iletişim kurulmak isteniyorsa, e-posta, adanasanat@hotmail.com veya ezelbalkan@hotmail.com adresleri kullanılabilir. İlk mektupta ve daha sonra da sık sık vurguladığım gibi amaç, okuma gezginliğimi, yani sayfalarda, harf okyanusundaki seferim sırasında edindiğim izlenimleri paylaşmaktır. Edebiyat, şiir, öykü deneme, roman, söyleşi ve mektup türleriyle ilgili güncellemeler - yeni metinler adanasanat.com sayfasında görülüp yararlanılabilir. Bir şeyi daha vurgulamak istiyorum; bu satırların yazarı, iflah olmaz edebiyat tutkunu Ezel Balkan'ın kim olduğu, ya da nerde, nasıl bir kişi olabileceği sorularının yanıtı önemli değil. Çünkü önemli olan Çukurova’dan, Adanus atmosferinden gözlemlenen ve paylaşılan dünyadır. Miri malı sanat güzellikleridir önemli olan ve elbette seslenilen insanlar, sizler; paylaşmakla varolan benzerlerim. Sıcak Adana yazından sıcak sevgilerimle, güzel karşılaşmalar, iyi okumalar diliyorum. Altıncı mektupta buluşuncaya dek hoşça kalın.
Ezel Balkan
Adana, Ağustos 2002