Mehmet H. Doğan'ın Yapı Kredi Yayınları için hazırladığı Yüzyılın Türk Şiiri adlı üç ciltlik antoloji çok çeşitli eleştirilere konu oldu. Kuşkusuz, daha da olacak. Ben Mehmet H. Doğan'ın tam da böylesi bir antoloji hazırlamış olmasına şaşırmadım. Antolojinin hazırlanmasına kaynaklık eden ''edebiyat eleştirmenliği" anlayışı Mehmet H. Doğan'ın yıllardır uygulamakta olduğu bir anlayış. Burada, antolojiyi değil, bu anlayışı tartışmak istiyorum.
Bir iki yıl önce Şimdi Uzaklardasın adlı kitabını okuduktan sonra, Türkiye'de edebiyat eleştirmenliğine yeni bir tarz getirdiği için Mehmet H. Doğan'a teşekkür etmek üzere bir yazı kaleme almayı düşünmüştüm. ''Kahve sohbeti" tarzı olarak adlandırabileceğimiz bu tarz üzerine yazmak istediklerimi o gün gerekli zamanı bulup yazamamıştım.
Bugün, Yüzyılın Türk Şiiri'nin yayımlanması vesilesiyle, hem gecikmiş teşekkürlerimi sunmak, hem de elimden geldiğince ''kahve sohbeti" tarzını örneklemek, belki de yayılmasına karınca kararınca katkıda bulunmak için yazıyorum.
Önce, ''kahve sohbeti" adlandırması üzerinde durmak gerek. ''içki meclisi" tarzı veya ''meyhane" tarzı demenin daha doğru olduğunu düşünenler olabilir. Bu tereddüde niye kapıldığımı Şimdi Uzaklardasın'dan örnekleyeyim. Kitap, artık aramızda olmayan şair ve yazarlar hakkında yazılardan oluşuyor. Her yazıda şöyle cümleler çıkıyor karşımıza: ''Turgut'u bu koltuk meyhanelerinin en küçüğüne, Enişte'ye götürürdük. Üç kişinin zor sığdığı dört-beş masa ile fındık köftelerin pişirildiği ocakla yüz yüze bir tezgahtan oluşan, bir de ayağa kalkınca başın neredeyse tavana değdiği, merdivenle çıkılan duman altı bir asma katı olan bir meyhane" veya ''İstanbul'daki beraberliklerimizden hep meyhaneler kalmış aklımda; birkaç da ev: Arnavutköy'de Kaptan, Bebek'te Nazmi, Şadırvan, Yeniköy'de hemen denizin üstünde bir balıkçı meyhanesi, Beyoğlu'nda Degüstasyon..." veya ''İçki sofrasında daha da konuşkan, esprili bir insan oluyordu" veya ''hemen bir lokanta ya da bir balıkçı meyhanesi geliyor gözlerimin önüne". Mehmet H. Doğan'ın bu ısrarlı dayatmasına rağmen, ben yine de ''Kahve sohbeti" adını daha uygun buluyorum.
''Kahve sohbeti" tarzında kitap yazmanın birinci gereği, kitabın bu tarzda yazılmış olduğunun işaretini hemen baştan okuyucuya vermektir. Örneklemek gerekirse, Şimdi Uzaklardasın'ın önsözünde ''Her yazıda özgür bıraktım kendimi, hiçbir kısıtlamaya gitmedim, önceden hazırlanmış bir plana uymaya zorlamadım kendimi. Her yazı nasıl geldiyse öyle buldu kendini" der Mehmet H. Doğan. ''Ben de geçmişi kötü yanlarıyla değil, sevilesi, özlenesi yanlarıyla anmayı, anlatmayı yeğledim bu kitapta'' der.
Bu işaretler verilmediği takdirde okuyucu yanılabilir çünkü. Mehmet H. Doğan"edebiyat eleştirmeni'' olduğuna göre, kitap da şairler ve yazarlar üzerine olduğuna göre, okuyucu kitabı açtığı zaman edebiyat ile ilgili yazılar okuyacağı beklentisine kapılabilir. Veya en azından, okuyacağı anıların söz konusu şairlerin yapıtları ile ilgili ipuçları verebileceği umudunu taşıyabilir, şair ve yazarların sadece "sevilesi'' yanlarını değil, olumlu olumsuz tüm yanlarını yansıtacağını düşünebilir. Şu şair ne renk kravat takardı, bu yazar hangi meyhanede ne kadar içerdi gibi yararlı bilgilerin ötesine geçileceğini zannedebilir. Böylesi yanılgıları engellemek için, sadece kahve sohbeti yapılacağının baştan belirtilmesi çok önemlidir. Bunun bir başka yararı da, "kahve sohbeti'' tarzına vakıf olmayan bir eleştirmenin "Bu da ne yahu, ne kadar afaki yazılar bunlar!'' demesini önlemektir.
Edebiyat eleştirisinde "kahve sohbeti'' tarzını gereğince uygulayabilmenin en temel önkoşulu ünlü şair ve yazarları iyi tanıyor olmaktır. Bu edebiyatçıların eserlerini bilmek de, en azından zaman zaman bir iki güzel dize alıntılayabilecek kadar da olsa, kuşkusuz yararlıdır, fakat daha önemlisi bizzat kişileri tanımaktır. Yolda giderken karşılaşıldığında selamlaşıp iki laf edecek kadar tanışıyor olmak yetmez üstelik. "Kahve sohbeti'' tarzının gerçek ustaları, tüm kalburüstü yazar ve şairlerin can dostu olmak zorundadır. Olunmadığı takdirde, Şimdi Uzaklardasın'da bol bol yer alan şu tür bir edebiyat söylemi kitaplara yansıyamayacaktır: "Ertesi gün inciraltı'nda bir balıkçı meyhanesinde ağırladık Cemal'i'' veya "İstanbul'a gidişlerimde çok sayıda şair, yazar dostla bir arada olmaya çaba harcardım. Naci, Edip, Turgut, Tomris, Metin, Rauf,. Aydın (Emeç), Çetin (Özbayrak), Ferit (Erkmen), onun ortağı Selçuk...'' veya "Turgut'la tanıştığımda çok yeni emekliydim Uzamaya başlayan saçlarıma, bıyığıma yeni yeni alışmaktaydım... Bir arkadaş evindeydik... Şarkılar söylüyorduk'' veya "Etiler'de bir şarküteriden alınmış mezelerle Edip'lerin evinde geçirdik geceyi''.
Dahası, tüm bu alıntılardan da anlaşılacağı gibi, ünlü şair ve yazarlarla sadece dost değil, içki dostu olmak gerekir "kahve sohbeti'' tarzının en yetkin örneklerini verebilmek için (işte bu noktada "meyhane'' tarzı demenin daha doğru olabileceğini düşünmeden edemiyorum). Ancak, bu da yeterli değildir. Örneğin, zaman zaman bir iki kadeh içki içmeye genellikle itiraz etmeyen eleştirmen Fethi Naci, üstelik bazı yazar ve şairlerle dost da olmasına rağmen, "kahve sohbeti'' tarzını yıllardır bir türlü uygulayamamış, "geleneksel'' bir eleştiri tarzını, ediplerden ziyade edebiyata duyduğu düşkünlüğü bir türlü aşamamış, yazılarını sanki önemli olan edebiyatmış gibi yazmaktan vazgeçememiştir. Edebiyat eleştirisinde, edebiyat yapıtından ziyade kişinin ve mekanın önemini anlayamamıştır Fethi Naci. Mehmet H. Doğan ise "Behçet Hocamızın kimi zaman sabahlara kadar kalemle kuyular kazdığı, yattığı kalktığı o odayı göremedim; orada söyleşemedim onunla. Hâlâ eksikli hissederim kendimi bundan'' der, haklı olarak.
Ünlülerle kendi odalarında ve meyhanelerde içki içip dost olmak kadar önemli, ve bununla yakından ilişkili bir gereklilik de ünlülerle birlikte fotoğraf çektirmektir. Bu, eleştirmenin güvenilirliğini kanıtlar. Öyle ya, ''Önce Cemal ile mi buluşmuştuk, yoksa Metin'le mi, aklımdan çıkmış, ama öğle sonunun ilk saatlerinde Tavukçu denilen meyhanede üçümüz birlikteydik... Mahalle bakkalından içki, sucuk, peynir benzeri şeyler alındı. Kısa bir süre sonra meyhanedeki masa kaldığı yerden işlemeye başladı. Belki de biraz fazlasıyla: biraz sonra şarkılar, türküler de başlayacaktı'' diyerek edebiyat dünyasına ışık tutan eleştirmenin Cemal'i ve Metin'i gerçekten tanıdığına okurun ikna olabilmesi için Cemal'le, Metin'le, Turgut'la, Hilmi'yle birlikte ve tercihan da kadeh tokuştururken çekilmiş fotoğraflarını görmesi gerekmez mi?
Bu fotoğrafların bir yararı da, eleştirmenin ''kahve sohbeti'' tarzını gereğince uygulamak için elinden gelen her şeyi yaptığını, ''geleneksel'' tarz eleştirmenler gibi evinde oturup edebiyat ürünlerini okuyarak, bu ürünler üzerine kafa yorarak zamanını ziyan etmek yerine bizzat ediplerle oturup kalktığını kanıtlamalarıdır.
Batı ülkelerinde pop ve rock müziklerini sevenler arasında bir ''groupie''e kavramı vardır. Müzik gruplarını kör bir hayranlıkla izleyen, bu grupların hiçbir konserini kaçırmayan, işini gücünü bırakıp grubun peşine takılan, konserlerde ayılıp bayılan, müzikle ilişkisi biraz kuşkulu olmakla birlikte grup üyelerinin tümünün yaşamını tüm ayrıntılarıyla bilen gençlere ''groupie'' denir. Buna benzer bir yaklaşım ''kahve sohbeti'' tarzında eleştirmenliğin önemli bir unsurudur. Groupie'ler büyüdükleri zaman bu gençlik hastalığını da geride bırakırlar genellikle. Mehmet H. Doğan ise, tahminen silahlı kuvvetlerde geçirdiği yılların verdiği sarsılmaz inanç ve disiplin anlayışıyla, edebiyatımıza getirdiği groupie'lik yaklaşımını altmışlı yıllarına kadar sürdürme tutarlılığını gösterebilmiş belki de tek eleştirmenimizdir.
''Kahve sohbeti'' tarzı, özgün bir edebiyat eleştirisi yaklaşımı olmanın yanı sıra, ''kahve kültürü'' diyebileceğimiz daha genel yaşam tarzının da bazı özelliklerini paylaşır kuşkusuz. Bunu Mehmet H. Doğan çok özlü bir biçimde ifade eder. Yani Foça'daki yazlıkta, ''Edip, Hayalet Oğuz'la birlikte İstanbul'dan gelmiş, İzmir'den Necati Doluorman da var''. Mehmet H. Doğan eşinden söz ediyor: ''... dört erkeğe sabah kahvaltısı, öğle yemeği hazırlayabilmek akşam da rakı sofrasını donatabilmek için bütün gün mutfaktan çıkamıyor. Çok sevdiği halde denize bile giremiyor .Biz akşamın sarhoşluğunu üzerimizden atmak için Foça'nın buz gibi denizinde yüzerken...''. Okurken nasıl da yüreği ısınıyor insanın! Nasıl bir insan sevgisi, nasıl bir edebiyat. sevgisi!
Şimdi Uzaklardasın adlı kitabında ''kahve sohbeti'' tarzının özgün bir örneğini sunduktan sonra, Yapı Kredi Yayınları'nın Yüzyılın Türk Şiiri adlı antolojisi ile Mehmet H. Doğan aynı tarzı derleme alanında da, üstelik daha usta, daha yetkin bir şekilde uygulamıştır. Gerçek bir kahve sohbetinin o kaygısız, sorumsuz rahatlığını; eş dost arasında rahatça konuşabilmenin, fazla ince eleyip sık dokumak zorunda olmamanın verdiği özgürlüğü büyük bir beceriyle kullanmıştır .Üstelik, böylesi bir rahatlığı, koca bir yüzyılın Türk şiirini yansıtmayı amaçlayan bir antolojiye uygulayarak ''kahve sohbeti'' tarzının sadece anı kitaplarına değil, bir edebiyat türünün yüz yıl boyunca verdiği ürünler arasında yapılan bir seçime de uygulanabileceğini kanıtlayarak edebiyatımız adına önemli bir hizmette bulunmuştur. ''Kahve sohbeti'' tarzının önemini herkesten önce kavrayarak bu antolojiyi Mehmet H. Doğan'a yazdırmayı akıl eden YKY yöneticilerine ve Mehmet H. Doğan'a teşekkürü borç biliyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
* Bu yazı Adam Sanat dergisinin Temmuz 2001 tarihinde yayınlanan 186. sayısından alınıp zamanında adanasanat.com'da yayınlanmıştı. Bu metnin burada yayınlanmasına Roni beyin veya Adam Sanat Dergisi yöneticilerinin bir itirazları varsa bizi haberdar etmeleri metni yayından kaldırmamız için yeterlidir.