Yası Derin Yaz
seziyorum; uzun sürecek bu yaz, yanmaktan
sanki, girmiş bulundum kıvrımlı giz yoluna
yalnızlığın atına bindim, söz bozkırında, gri
tel saçlarımda ter ve toz yükü uzak dünlerin
ve atımın yelesinde çoğalan güneş püskülleri
otları seziyorum, bu yaz yüzlere gülmeyecek
amansız dağlar gibi, yapışkan bir ölüm gibi acı
titretecek hayatı, yumak yumak kül çiçeklerle
düşler gazele bulanmış bulutlarca yanılgıdır, ah
üzerimde gölgesi gökyüzünün; yağamamış yağmur
sızısı an'ın; okumuş bulundum son kez yazısını
dirim tırıs, ölüm dörtnala bütün coğrafyalarda
ne ki yalnızlığın atına bindiğimden, geçiyorken
ömrümün bozkırından, uzun sürecek naçar sızılar
seziyorum, zakkumlar bembeyaz kanadığından belli
içe ağu, gözleri ışık ve aşk sabahlarına ukdeyle aç
yazıyorum, işte : bitmeyecek bu yaz, tütmeyecek su.
Sevgili adanasanat.com ziyaretçisi, dördüncü mektubuma bir şiirle başlamış bulundum. Bu naçiz kalem çırağının duygu ve düşüncelerini (halet-i ruhiyesini) dile getirmeye çalıştığı şiirsel denemelerden biridir : “Yası Derin Yaz”. Sisi derin bir yazı “derin” yazmaya telkin, diye algılayabilirsiniz. Hoşgörünüze sığınarak bir acemiliğimi daha sizinle paylaşmak istedim.
Temmuz ayı sıcak aktı. Akıp geçti üstelik acımasızca yakıcıydı; yaşattıkları da, bıraktıkları da... Yas ayı oldu : Ece Ayhan'ın 13.de, ve Adnan Yücel'in 24.de toprağa gitmeleriyle, temmuz mührü basıldı bağrımıza, şiirden, yazıdan yana pek de 'bereketli' sayılamayacak yaz ortasıydı. Çorak denebilecek kadar kısır ve boğucu... Adanus şairlerini yazmaya, üretmeye çağıran (bazen de iten, zorlayan) ne klimalı bir mekân ne de dedikodu katıklı ortamlar para etti. Elbette gerilimli yaşam tek başına çalışmaya da tembelliğe de gerekçe sayılmaz. Sayılmamalı. Ama meteorolojik oluşumlarla iklim özelliklerinin üretimde böylesine etkili olabileceğine, doğrusu ilk kez tanık oldum.
Bu konuları konuştu uzun uzun, yazmayı/okumayı dert bellemiş Adanus'lu kalem erbabı. Ne yapılabilir? sorusuna yanıt arayan adanasanat.com editörü Memik Yanık’ın kışkırtıcı bir önermeyle işe el koyduğu haberi mekândan mekâna seyrüseferdeymiş. Bazı şairleri yazmaya, şiir çalışmaya, yani nitelikli üretime 'teşvik' için ödül koyduğunu beyan etmiş. Söylemesi bana düştü ki bunu duymayan kalmamış. Ödül olarak bir günlük içki sponsorluğunu üstlendiği anlatılıyor. Söylenti ortalıkta gezedursun, bir akşamüzeri Taş Mekân'dan ayrılırken, Çetin Boğa, Zafer Doruk ve tanımadığım birkaç kişinin oturdukları masaya doğru bizzat Memik Yanık'ın sponsorluk kararını beyan ettiğine tanık oldum. Savımı sahnenin kahramanlarına onaylatabilirsiniz, adı geçen şahısları tanımayan mı var? Taş Mekân bahçesinde bulunan işletme sahibi Bülent Mühür'ü de sponsorluk için kışkırttığını, hatta ısrar sonucunda ikna ettiğini, konuşmayı yakından duyduğum için rahatlıkla yazabiliyorum. Tabi ki, Bülent Mühür aynı şartla; sanat verimliliğini adına sponsorluğa hazır olduğunu söyledi. Bu diyalogun yaşanmasından sonra, Memik Yanık uygulamayı başlatmış : çilehanesine çekilip 'eser vermesi' koşuluyla Çetin Boğa'yı şiir ve sanat sohbeti derin sofrada ağırladığı konuşuluyor. Espri bu ya, sıranın kimde olduğu merak edilmekteymiş...
Haber de gerçekleşme hikâyeleri de kanıksandı artık. Memik Yanık ofisinde Antep usulü harika patlıcanlı kebap partisi veriyormuş konuklarına. Başta Adana'lı ve Adana dışından şairler olmak üzere pek çok kişi bulunmuş sofrasında. Ankara'dan gelen Aydın Şimşek (Kum editörü), Zeynep Köylü, Bursa'dan Hilmi Haşal, Diyarbakır'dan Hicri İzgören, Adana'dan Hüseyin Ferhad, Mehmet Hameş, Filiz Sisli, Lül dergisi yöneticisi ve şairleri, Hasan Hüseyin Gündüzalp, Mesut Yavuz, Bayram Uğur, Zeki Karaaslan, Durmuş Ali Özkale (A Edebiyat editörü), Nurten Turan Yüksel. Eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran, öykücü yazar Çetin Yiğenoğlu (TYS Çukurova temsilcisi), öykücü Süreyya Köle, Zafer Doruk ve diğerleri; benim tanımadığım ya da adını anımsayamadığım pek çok sanatçı konuk edilmiş, ağırlanmış orada. Kimi memnuniyetle, kimi gıptayla anlatmaktaymış Memik Yanık’ın yarattığı ortamların edebiyat-sanat sohbetlerini. “Adanus Mektupları”nda bunu dile getirmeyi bir görev sayıyor ve teşekkür ediyorum Adana adına.
Topluca veya tek başına adanasanat.com ofisinin konukseverliğinden, yani edebiyat-sanat hamiliğinden yararlanacaklar vardır daha... Belki de bugüne dek yapılmış toplantıların benzeri tekrarlanır. Merakla anlatılıyor ve bekleniyormuş şimdilerde; öyle deniyor. Ben sadece naklediyorum. Bakalım neler olacak, kimler ziyaret edecek Memik Yanık'ı? Bendeniz Adanus agorasında duyulanların, anlatılanların yalancısıyım, daha önce de ifade ettiğim gibi; sadece kaydediyorum. Ayrıca, yazılanlar, çizilenler üzerine fikir jimnastiği sevdiğim işlerdendir. Sürdüreceğim o minvaldeki faaliyetimi. Hem “Adanus Mektupları”nı niye yazıyorum ki? Başta site meraklılarına ve edebiyat severlere söyleyecek şeyler buluyorum. Hayattan cımbızla çeker gibi incelikler ve ilginçlikler çekip kâğıda dökmek de bir yazma gerekçesidir. Şiirin, öykünün ve denemenin kılcal damarlarını arayan herkesin sürdürebileceği bir eylem...
Unutmadan, Gümüşlük Akademesi'nde düzenlenen “Anadolu Edebiyat Dergileri Sempozyumu”nda, Anadolu’da çıkmakta olan edebiyat dergileri ve sorunları ile “yoksulluk ve edebiyat” konulu tartışmaların yankılarından söz etmem gerekiyor. Seminerler, atölye çalışmaları son derece yararlı geçmiş, edinilen bilgilere göre. Katılan dergiler şunlar : Adana Lül; Söylem, Aykırı Sanat, A-Edebiyat, Ankara – Kum, Antalya – Bahçe; Düşlük, S’imge, Bursa - Akatalpa, Diyarbakır – Amida; Aksan, Hatay - Amik, İstanbul - Postexpress, İzmit – Ağır Ol Bay Düzyazı, Kayseri – Kavram Karmaşa, Konya – Çalı, İkindi Yazıları, Manisa – Gediz, Ordu – Kum Yazıları, ve öteki kentlerden katılan dergilerin yönetmenleri, dergiciliğin genel sorunlarını tartışmış. Kesin bir program ya da yürütme için ortak bildiri hazırlanamamış ama dile getirilenler şimdilik yeterli/yararlı bulunmuş. Forum hakkında ilk elden bilgi alınacak adres : http//www.gumuslukakademisi.org olduğunu belirtmekle yetineceğim. Bu konudaki haber özetleri ve tanıtıcı yazılar hem günlük basında, hem de internet üzerinde, web sayfalarında sunuldu. Örneğin, Milliyet Kültür Sanat Eki’deki Zeynep Avcı'nın tanıtım yazısı ve Avniye Tansuğ'un “webde kültür sanat” köşesi, olumlu yorumlara varmamı sağladı diyebilirim. Latife Tekin’i ve Gümüşlük Akademisi’ni sevgiyle kutluyor ve başarılı etkinliklerinin sürmesini diliyoruz.
Üçüncü mektubun uzayıp gitmesine neden olan ‘dergilerde yolculuk’ serüvenim sonraki günlere sarktı. Hâlâ sürüyor. Ülkemizde çıkan edebiyat sanat dergilerini okurken aldığım notları paylaşmayı sürdüreceğim ama uzun uzadıya tanıtmayacağım. Hem üçüncü mektuptan sonra, sözü fazla uzatmanın okunmama gerekçesi olabileceği yargısına vardım, hem de, “Herkesin yazabileceği şeyler bunlar” uyarısı geldi sevdiğim bir kişiden. Amacım, adanasanat.com'da okuma nabzını hızlandıracak küçük bir kışkırtma eylemine kalkışmaktı. Yine daha önce de açıkladığım gibi... Ne yazık ki üç mektuptan sonra, ziyaretçilerin (okurların) pek tınmadığını, gelen yanıtların/tepkilerin azlığı dolayısıyla anlamış bulunuyorum. Dergileri tanıtma işi pek rağbet görmedi. Bir iki samimi uyarı, bir iki teşekkür (e-mail) mektubundan çıkarıyorum sonucu... Buna rağmen bazı dergilerdeki en beğendiğim ürünlerden (parlak yıldızlardan) söz etmeyi sürdüreceğim. Ayrıntılı biçimde yazar-şair ve ürün adı vererek bilgilendirmenin yararsız olduğunu yazmış, şiir dostu bir ziyaretçi : “Zamana ve emeğe yazık değil mi?” sorusuyla perçinlediği eleştirisini iletirken.
Ne diyeyim bu müzmin karamsarlığıma tuz biber ekti. Biraz da olumsuzlukların üst üste gelmesinden midir ne, adanasanat.com’dan değil ama Adana'nın edebiyat camiasından umudu kesmiş bulunuyorum. Ne yazık ki edebiyat anlayışı, okunma, izlenme ortalaması vasatın üstüne çıkamıyor. Kent olmanın olağan sonucu sayılabilecek devinim yok. Atılım ve gayret gözlenemiyor. Üç beş kişi dışında güncel edebiyatı hayatının ilgi odağında tutan bulmak zor. Kendini yenilemeye; sarsıp silkeleyerek, yazmanın cehennemi yaşayarak, ‘klasman’ atlamaya eğilimli gözükmüyor, Adana’nın ‘şair’ çoğunluğu. Hele bazı 'meşhur' olma hastası adlar var ki, Adanus şiir atmosferinde “ozon deliği” gibi durmaktadırlar. Çünkü bu kenti, edebiyat sanat bağlamında 'köy' olmaktan kurtaracak en küçük katkı, yararlı kıpırtı göstermeden, sadece yazıyorlar. Yazıyorlar, o kadar. Öykücüler için de (sayıları nispeten az olmasına karşın) aynı 'umutsuz vaka' tanısında bulunulabilir kolaylıkla.
Oysa, edebiyat dünyasına ustalar göndermiş, Türkçe’nin baştacı sayılacak yapıtlara imza koyanların yuvası olmuş kent. Yaşayan, halen üretilme sürecindeki edebiyat içinse 'kasaba' olamamış henüz. Bir (şiir-öykü-deneme-roman) yaratma ocağı/paylaşma ocağı olamamış. Olamıyor ne yazık ki. “Pek çok büyük bina ormanı gibi, köy burası” diyenler haklı. Göçebe obası konumundan yerleşikliğe geçmiş ama köy olmaktan bir milim ileriye geçememiş. İyiler, olgunlaşıp ustalaşanlar uçup gitmiş bu 'acılı yuva'dan.
Gitmekle ne iyi etmişler. Düşünüyorum da, Çukurova'yı ve Toroslar'ı en iyi anlatan, destansı diliyle evrensel kılmış bir dev, Yaşar Kemal usta ne olurdu burada kalsaymış? Hiç. Bir Orhan Kemal, bir Yılmaz Güney, bir Mehmet. H. Doğan ve adını anımsayamadığım diğerleri; sanatlarının peşine düşüp gitmeseler, yapıtları ne kadar üst katmanlarda olur ve ne kadar ulaşırdı okura? Herkesin yanıtlayacağı bir soru bu. Adana sanatçısını, yazarını, şairini yiyen bir kent mi, yoksa şairini ihya eden bir kent mi? Burada kalanlara ne olmuş? Ne denli ‘nitelikle’ kozasından taşabilmişler. Nereye kadar yükseltebilirler sanat ‘aktiflerini’ ve estetik kalitesini? İstanbul ve öteki büyük kentlere ; Ankara, İzmir, Bursa, Antalya’ya bakmakta yarar yok mu hiç? Oralara tapınmadan ve özgüvenine ‘halel’ getirmeden, ‘üst lig’ adayı olunamaz mı?
Keşke düşünülse diyorum naçiz aklımla. Çünkü, kültür, edebiyat, sanat ‘var’lıkları bakımından hiç de cılız bir kent değil günümüzün Adana’sı. Yetkili ve etkili kişiler, sivil kuruluşlar, bari iki adım batsındaki Mersin’le yarıştırsalar ya Adana’yı. Bu serzenişleri, “bir yolcunun hancıya söyledikleri” bağlamında algılanmasını diliyorum. Zira, sanatı da, hayatı da, Adanus’ta bulunmayı da, bir yolculuğun parçası sayıyorum. ‘Fani’ ol’ma bilinciyle yaşıyor ve yazıyorum.
Bu kadar kötümserlikten sonra biraz da dergilerde yolculuğumdan kalanları aktarayım : Dize dergisi, İzmir'den, Ege rüzgârıyla şiir getirmeyi sürdürüyor. Temmuz 2002'de 81. sayısına ulaştı. Tepeden tırnağa şiir sorunlarına bürünen, "Şiirde Öncü Yorum" iddiasının karşılığını veren bir dergi, Dize . Kutluyorum. Bu sayısında da seçkin ürünlerle çıkmış okurunun huzuruna. Ülkü Tamer'in "Seni Seviyorum" adlı şiiri, Veysel Çolak'ın "Dünya Görüşü ve Sanat" başlıklı denemesi, dikkat çeken metinler. Ayrıca, Veysel Çolak, Betül Tarıman, Mehmet Sadık Kırımlı, Yılmaz Arslan, Kâzım Şahin ve Sadık Yaşar'dan şiirlerle, Fergun Özelli'nin "İzmirli Şairler Olgusu Üzerine" başlıklı, güncel olduğu kadar eski bir konuya, şehirlerin-şairlerin konum sorununa değinen yazısı ve Fahrettin Koyuncu'nun "Şiir Dilin Neresinde?" sorusuna yanıt arayan metni zevkle okunabilir.
Dize'yele ilgili önemli bir notu da iletmek isterim : Veysel Çolak, "Dize Şiir Yıllığı" hazırlıyormuş. O nedenle, yıl içinde (2002'de) çıkan, süreli yayınlarla şiir kitaplarının iletilmesini bekliyor... Bunun haberini, Dinçer Sezgin'in Radikal gazetesinin, 27. 07. 2002, cumartesi günkü "İzmir Esintileri" başlıklı köşesinden öğreniyoruz. Şiirle ilgili dergi veya kitap göndermek isteyenler için adres şu : Veysel Çolak, 1831. sokak, No: 52, Kat : 3, Daire : 3, Bahçelievler, Karşıyaka/İZMİR.
Severek okuduğum, özlemle yolunu gözlediğim bir diğer dergi de Mersin'de çıkan Islık. Bu mektubu toparlamak ve veda paragrafını yazmak üzereyken ulaştı Temmuz / Ağustos 2002 (12. sayısı). Oğuz Özdem'in, "Şiir İçi Bir Gezinti - 1" başlıklı, ilginç saptamalar içeren denemesi ile Mustafa Köz'ün iki şiiri, ilk sayfadan merhaba diyor. Öbür sayfaları anlatmaya kalksam, söz alıp başını gider yine. O nedenle; a.lee'nin, Şeref Bilsel'in, Serdar Koçak'ın, Celal Soycan'ın, Suca Dündar'ın, Kadir Aydemir'in şiirlerini ve diğerlerini okuyanda dil tadı bulacaktır, demekle yetineceğim. Islık, 11. sayıdan itibaren dört sayfa artmış olarak çıkıyor. Yeni hacmiyle tam bir ‘şiir küpü’ olmuş. Okumak, edinmek ya da iletişim kurmak isteyenler olacaktır diye, yayın yönetmeni Celal Soycan'ın (GSM) telefonunu aktarıyorum dergiden : 0532 407 45 45. Ayrıca; csoycan@hotmail.com adresinden sanal iletişim sağlanabilir www.temelbilgisayar.com/islik sayfasından izlenebilir. Şimdiye dek tanımamışlar için söylüyorum; hemen ısınacağınız, seveceğiniz bir dergi Islık. Unutmadan not alacağınızı umarım.
Ülkemizde verilen edebiyat ödülleri üzerine herkes farklı düşünceler dile getiriyor doğal olarak ama tatsız bir konu olarak camiayı meşgul etmeyi sürdürüyor. Ödüllerin, önceden yazılmış, yayımlanmış/yayımlanmamış, dosyada demirli bekleyen yapıtlarla katılma sonucunda kazanıldığı veya yitirildiği dikkate alınırsa, pek kızılacak yanını göremiyorum. Her tür yarışmayı olimpiyatçı ruhuyla benimseyenler için, edebiyat ödüllerinin de pek yıkıcı etkisi olmaz kanısındayım. Heveslendirici, kışkırtıcı etkisi yanında... Esas olan üründür, yapıttır çünkü. Yaratmış, üretmiş olmanın heyecanını elinin tersiyle itmek ne denli doğrudur? Şairler, yazarlar, bilimciler, sporcular, şarkıcılar var oldukça tartışılacak bir konu bu “yarışma” ve “ödül” konusu. Elbette, yarışmalar ve ödüller de elene-eksile düzenlenecek, daha yararlı hale gelecektir zamanla.
Neden mi değindim bu kavrama : Temmuz ayında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ni kazananlar açıklandı. Öykü dalında Canan Akalan'ın kazandığı, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü'nü, şiir dalında Adana'dan Ali Özgür Özkarcı aldı. Adana adına sevindirici bir haber bu. Kutluyorum Özkarcı'yı; adanasanat.com ziyaretçileri ve tüm Adanus ahalisinin şiir severleri adına. Bu arada Varlık dergisinin temmuz sayısında ödül kazananlarla yapılmış söyleşiler ve ürünleri yayımlanmış. 'Kesinlikle okunması gerekenler' listesi yapsam, başa alacağım metinlerden olacaktır zikrettiklerim. Ödül demişken, derginin 79. sayfasındaki, Osman Hakan A.'nın, "Şairler Ödülleri Neden Sevmez?" başlıklı, 'ödül' kavramına farklı bir yaklaşım getiren metnini ve Edebiyat Komiseri, Krimonolog Dr. Kemal Şahingözlü'nün, "'Ödül'ün Arkasından Konuşmak", başlıklı değerlendirmesini ıskalamamalı derim.
Varlık dergisinin Varlık Kitap Eki (iç eki) öykücü Behçet Çelik'i kapaktan tanıtmış ve Tuba Saraç’ın kendisiyle yaptığı söyleşiye yer vermiş. Daha önce de belirtmiştim, Behçet Çelik Adana'lı bir yazarımız. Öyküleri üzerine söz söyleme yetkinliğini görmüyorum kendimde ama kalemi güçlü ve geleceği yükseklerde bir yazar diyebilirim, gönül rahatlığıyla. (Virgül’deki yazıları referansımdır).Bu arada, Varlık'tan üç şairin; İlyas Tunç, Alper Akdeniz ve Akgün Akova'nın dizelerine dikkat çekmek isterim. Üç ayrı biçemde üç ayrı kıvam örneği sayılacak şiirlere... Saptadığım bu duruma katılmanız ya da yadsımanız şiiri mutlu eder, yeter ki okuyun. Varlık okunmayı bekliyor.
İnternet üzerinden yapılan dergi yayıncılığına değinmiştim daha ilk mektubumda. Sanal edebiyat dergiciliği yapan bir sayfadan söz edip öyle bitireyim bu mektubu : http//www.dusle.com adresinden. Şiir sevdalısı bir grup gencin etkinliği görmeye değer. “Yüreği şiir atan tüm dostlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz” diyorlar. Modern yazı anlayışıyla geliştirmeye çalışıyorlar ürünlerini, “gönüllerini edebiyata adamış üniversite gençleri olarak”. Görselliğiyle ve iddiasıyla albenili bir websayfa olmuş düşLE dergisi.
Yüreklerine, beyinlerine ve klavyelerine sağlık.
Dergiler ve içerikleri; şiirler öyküler ve denemeler üzerine söyleyecek çok şey var. Daha, Lül dergisi, Kum, Üç Nokta, Kavram Karmaşa, Yom ve Kül dergileri gelecek... Okuma yolculuğum, bu güzel serüvenim sürecek. Kuşkusuz, dergiler, kitaplar ve sağlık oldukça.
Yazıda ve sağlıkta olmanızı diliyorum. Şiirce kalın...
Adana, Temmuz 2002
Ezel Balkan