13 Haziran 2010 Pazar

Arşivden : Adanus Mektupları - ÜÇÜNCÜ MEKTUP : "Söz Karıncalanınca..."

Gerek yazmak, gerekse yazmayı sorun etmek/edinmek, kişinin kendi iç tedirginliğiyle ilgili bir durumdur diye düşünüyorum. ‘Buna değer mi?’ diyor bazıları. Güncelliğin sanatı körelttiği, daha düzeyli ve daha bireysel üretim hevesini örselediği varsayımıyla. Evet değer. Çünkü, yaşadığı şimdi’nin sonrasında kişinin varlığı belirsizdir. Acı ama öyle... Yazmaksa ‘şimdi’ye bir çentik atma cesaretidir. Ne derece anlamlı, ne derece anlamsız o varılabilecek ‘sonra’da dile gelir, gelirse. Hem, yaşadığı zamanı ve yeri görmezden, duymazdan gelebilir mi insanoğlu? Bu bağlamda Adanus kentinin edebiyat-sanat dünyamızdaki konumunu, sanat üretimine ve tüketimine katkısını değerlendirmek "boş iş" diye algılanmamalı. Kültürel atmosferiyle değil ama alt seviyedeki dedikodu ve çelmeleme oyunları, Bizans entrikaları ve feodal ‘celep’ cambazlıklarıyla yozlaşmış bir "köy"ü andırmasına tepki göstermek, müdahalede bulunmak, her sanatseverin asal işidir. Bilinçli bireyin; okur, izleyici, dinleyici sıfatıyla hemşehrilik görevi... Bu koşullarda Ezel Balkan yalnızca elinden geleni yapmaya gayret ediyor; zaman ve emek harcıyor, Adanus'ta edebiyat soluklanmaları uğruna. Karşılığındaysa, beklediği hiçbir şey yok. O yüzden, iyi niyetle uyaranlar haksız; "boş iş"le iştigal sayılmaz uğraşı... Bile isteye seçilmiş yolda, şimdilik heves ve heyecanla yürüdüğü bilinsin yeter.

Bu kadar zorunlu açıklamadan sonra geçelim konunun özüne : Yazının omurgası sayılan Adanus ve edebiyat, sanat meydanına... Söz konusu iki galaksi için yorulmaya ve de gerilmeye değer çünkü. Değiyor.

Haziran ayı boyunca dert edindiğim, konulardan süzülme kırıntılar dolayısıyla sarf ettiğim sözler, uzunca bir metni vücuda getirdi. Ne yazık ki yazmayı, edebiyatı, şiiri, sanatı ve sanatçıyı, zamanının baş konuğu kılmanın kaçınılmaz sonucu bu. Söylemi, bazen abes duraklara uğratabiliyor üstelik. Dolayısıyla itiraf etmeliyim ki, "Adanus Mektupları" ile ilgili tepkiler ve etkiler nedeniyle uzadı "Haziran Mektubu". Bazı eleştiri ve sorulara karşılıklar serpiştirildi çünkü paragrafların içine. Yanıt bekleyenler anlayacaklardır. Bir de adanasanat.com sayfasını ziyaret edip eleştiri yöneltenler oldu. Övgülere de yergilere de teşekkür ederiz. Sayfayı ‘tık’layanlar, ileti gönderenler sağ olsun. İşbu metinde doyurucu bilgi ve/ya fiskos uzantıları bulabilirler umarım. Hep birlikte öğrenmekten ve eğlenmekten zarar mı çıkar?

Kentin ruhuna, genelde kentlerin ruhuna dokunmak olanaksızdır. Ama bu, ruhuna ilişmek, derinini inmek için çaba gösterilmemeli anlamına gelmez. Gelmemeli... Kentin, kentlerin ruhu varsa (ki bazı kentlerin vardır) aramaya, okunmaya, yeltenmeyi beis görmemek gerekir. Zira, kentlerin ruhu sanatsal atmosferiyle beslenir. Sanatı, sanatçısı ve tarihi varsıllığıyla. Yapıların dili en gizemli yanıttır zamana... Kentler, gerçek olduğu kadar metafizik öğeleri de bulunan mekânlardır. Kaskatı 'bugün'ü yanında, ruhsal, tarihsel zenginlikteki 'bugün'ü, korunabilirse yarını vardır. Böyle düşüncelerle aklınızı karıştırmak istemeyen naçiz kardeşiniz, 'Adanus Ruhu'nu arama uğuruna fer ve ter dökmeye gönüllüdür efendim. Niyet kuldan kısmet tanrıdan mı denir? Her neyse.

Adana'da, tiyatro, resim ve fotoğraf dalları, zaten belli yoğunlukta sürdürüyorlar etkinliklerini. Olanak yaratanlar, düzenleyenler sağ olsun. Takdir sözlerinden başka 'kelam' aramayı gerekli görmüyorum o nedenle. Ama dergiler, içe ve dışa yönelik; yerelden (bölgeselden) ulusala ve evrensele, duyuracakları sesle burada da birilerinin yaşadığını kanıtlayacaklar. Eğer başarabilirlerse. Adana’da çıkan Lül dergisi, hevesle, hırsla yoluna koyulmuş, vasattan sıyrılma gayreti içinde. Sanırım sesini Türkiye’ye duyurdu. Haziran sayısında başyazı yerine ‘haziranlarda ölen’ sanatçıların adlarını tanınmış yerel kalemler. Güzel bir değerbilirlik örneği. Ürününe yer verilen yazarlar şairler, ağırlıkla Adana’nın tanınmış kalemleri. Yurt çapından sanatçıların katkısı arttıkça düzeyi ve iddiası da artacaktır. Söylem, uzun solukluluğuna ürün kalitesini ve imza çeşitliliğini katıp, ufkunu biraz daha yukarılara yükseltirse, Toroslar'ın kuzeyine görüntü verebilecek duruma gelir. Kanımca, her iki dergi de okurunun beklentisini karşılayacak güçte. Harcadıkları emeğin ve enerjinin boşa gitmeyeceğine inanıyorum. Adana'da çıkan diğer dergiler, henüz dikkate değer sanatsallık ve işlevsellik başarısı göstermiyorlar. Doğrusu, onlarla ilgili umudumu yitirmek üzereyim. Adlarını da aynı nedenle 'zikretme' gereği duymuyorum. Şimdilik bağışlasınlar. Gelecek sayılarda olağanüstü bir kalite zıplaması yapar ve edebiyat 'piyasasını' şaşırtırlarsa, sevinerek düşüncemi değiştiririm. 

Adana'da edinebildiğim, Ülkemizin, Türkçe’nin edebiyat ve kültür sanat dergilerinde ne var ne yok incelemeye çalıştım bu ay da. Okurken alınmış notları, karşılaşılmış iyi ürünleri, yani okuma serüvenimi paylaşmayı sürdürmek istiyorum, işte, okumalardan geriye kalanlar :

Varlık yine ilk dergim oldu. Haziran 2002 sayısı, tanıdık imzalarla beyin ve yürek ışıltıları sunuyor. Sayı Nazım Hikmet ağırlıklı. Büyük şairimiz hakkındaki anı ve inceleme yazıları okunmadan geçilmemeli. Nezihe Meriç, anı-deneme; Buket Uzuner, eleştiri üzerine deneme, İzzet Yasar, "Özel Sektör İmamı" adlı öykü, Salih Bolat, "Kar Düşünceleri" adlı yedi bölümlü şiir, Yusuf Alper "Kış" ve "Hıdrellez ve Ölümler" adlı iki şiirle gönlümü okşadılar. Varlık Kitap Eki'nde, kitap tanıtma yazıları, her ay olduğu gibi iştah açıcı. Metin Cengiz'in "Aynanın Arkasında Janusun İkiyüzü" adlı değerlendirme yazısıysa, adeta yayımlanana karşı merakı perçinliyor okuyanda.

Varlık’ın haziran sayısındaki, İbrahim Yıldırım'ın "Leyla Erbil'in Bilinçli Eğinimleri" başlıklı deneme/inceleme metni ıskalanmasın derim. Öykücü Nalan Barbarosoğlu ile söyleşi Pelin Özer'den. Aynı genç kalemin yeni kitabı, Ayçiçekleri dolayısıyla Tülin Er'in ve Yasemin Yazıcı'nın dedikleri ilginç... Osman Hakan A.'nın "Yaşasın Türkçe" başlıklı, Behçet Necatigil Ödülleri ve son ödül töreni konuşma metni, hem Necatigil ustayı anmakta hem de ödülün değerini (hakkını) teslim edenlerle, ödül verenleri, ödül alanları onurlandırıcı yazısı, anlamlı bir ileti olarak okunmalıdır.

Altay Öktem'in "Yeraltı Notları", Tülin Er'in; "savurdum doğum külümü/benden artan : üç kirpik, beş tırnak/toz cenaze" dizeleriyle başlayan "Fotoğraf" adlı kısa şiirini ilginç buldum, Öteki genç şairler, Hüsam Kurt, Özcan Erdoğan, Soner Demirbaş da ürünleriyle merhaba demişler. Elbette Krimonolog Dr. Kemal Şahingözlü'nün yazısı ve Enver Ercan'ın, şiir yoluna çıkmaya yeltenmiş gençlerle yarenlik ettiği, "Okur Mektubu"nun, sayfaları zevkle okunacaktır. Ben okudum hoşnut kaldım. Hâlâ okumamış olanlara, dönüp Varlık dergisine bakmalarını öneriyorum.

Aylık Kültür ve Edebiyat Dergisi E, kapağında şair Orhan Alkaya’nın fotoğrafıyla çıktı haziranda. Hasan Öztoprak'ın Alkaya ile yaptığı uzun söyleşi, şiir ve hayat üzerine zengin ipuçlarıyla dolu; “İyi Şiir Arşimet’in Talep Ettiği Maniveladır” ve "İyi Şiir Kendini Aşka Gönderir" alt başlıkları birazını özetliyor kanımca. Ama okumadan geçenler çok şey yitirecektir. E’de pek çok ustanın kaleminden özgün metinler bulmak mümkün. Ayrıntılara; başlıklara ve içeriklere değinsem sayfalar sürer. Yalnızca davet ediyorum okumaya niyetli olanları : E orda... Çok yakınınızda. Dilerseniz önce, "Sevgili M,"ye mektubu okuyun derim. Gerisi gelir.

Virgül, sevdiğim dergilerden. Bol tanıtımlı, eleştiri, inceleme ve deneme türünden yazılarla dolu 52. sayısı da. Haziran boyunca, elimin altında uzun süre kalma rekoru kırdı diyebilirim. Ali Galip Yener'in "Kör Baykuş'u Nasıl Okumalı" başlıklı yazısı, Sadık Hidayet'in başyapıtı Kör Baykuş’u ve Oğuz Demiralp’in, Kör Okur : Sadık Hidayet Üzerine Kör Baykuş Merkezli Okuma Denemesi kitaplarını birden ele aldığı : "Rilke'nin "Notlar"ı, Hidayet'in Kör Baykuş'u, Kafka'nın anlatıları, Necatigil'in şiirleri ve Demiralp'in denemeleri, Maurice Blanchot'nun Yazınsal Uzam’daki "Ölüm karşısında kendimize sahip olursak, onunla egemenlik ilişkileri kurmuşsak yazabiliriz ancak" şeklindeki ifadesini doğrulayan, bir zincirin parçaları gibi birbirine eklenen yapıtlar. Bu bütünlük içinde okuru çağırıyorlar" sözleriyle biten metni harika. Yararlanacaklara duyurulur. 

Bir diğer yazı, Çukurova evladı, dünya yazarı Yaşar Kemal'in Karıncanın Su İçtiği : Bir Ada Hikâyesi (2) romanı üzerine, A. Ömer Türkeş'in deneme/incelemesi. Özellikle, Adanus ahalisinden sayılan kalemşorlarca okunmalı. Eleştiri var mı yok mu? sorusuna (roman bağlamında) yanıt bulacakları gibi, güncel bir konuya, roman ve pazarlama gerçekliğine yaklaşımda nesnellik örneğine tanıklık edeceklerdir. Yazının giriş paragrafını alıntılamak isterim, izninizle :

"Herhalde kendisini, yazarlığını ve "ürününü" pazarlamaya ihtiyaç duymadığından olmalı, Yaşar Kemal yeni romanı Karıncanın Su İçtiği'ni "bilboard"sız, reklam filmsiz, kokteylsiz, yani neredeyse tanıtımsız bir biçimde buluşturdu okuyucusuyla. Ancak yazarlık kariyerinin ellinci yılına denk gelen bu romanı ile hem ustalığını bir kez daha sergiledi hem de edebi değerin vitrinlere çıkmakla bir ilişkisi bulunmadığını hatırlattı"

Virgül'den birkaç yazının/yazarın daha adını vurgulasam, umarım işe yarar, ve üzerine kafa/kalem yorulmuş metinlerle, 'müsebbibi' kitaplar aranır : İlki, Mehmet Can Doğan’ın, "Başkasına Çalışan Şiir : Evrak-ı Leyal" başlıklı, Cenab Şahabeddin üzerine incelemesi. Yahya Kemal gibi, şiirlerini bir kitapta toplamadan göçmüş şair Cenab Şahabeddin. Adı geçen yazıdan öğrendim ben de. İkinci yazı, Yücel Kayıran'ın kaleminden : "Türkçe Bakım Sanatı". Necmiye Alpay'ın Türkçe Sorunları Kılavuzu ile ilgili bir çalışma. "Kirlenme mi, yozlaşma mı yoksa çatışma mı?" sorularına yanıt arıyor Kayıran. Virgül dergisini kapatırken işaret koyduğum son yazı, Tanıl Bora'ya ait. Savaşlar nedeniyle yaşanan nufus değişimi, "mübadele" hakkında, Fuat Dündar'ın, İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskân Politikası (1913-18) adlı, İletişim Yayınlarınndan çıkmış kitabı üzerine... Unutmadan, bir şiir kitabıyla ilgili metinden de söz edeyim; Cevat Çapan'ın, Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz'ına ilişkin, Orhan Koçak'ın yazısından. Geçen yıl (2001’de) yayımlanan en güzel şiir kitaplarından biriydi. Çapan hocanın yolculuk şiirlerini sevdiğimi beyan etmeliyim bu vesileyle. Orhan Koçak'ın eline sağlık, duygu ve düşüncelerime tercüman oldu.

Ankara'dan Türkiye’ye ve Türkçe’ye sunulan ender dergilerden Kül, öykü ağırlıklı olarak gelip sokuluyor edebiyat hanemize. Özellikle öykücü kalem erbabına duyurmayı görev addederim. Kül'e elini değdirenler bana hak verecekler, iyi öyküler buldukları için...

Bursa atmosferinden soluk taşıyan, Akatalpa dergisi. yine şiir ve güncellik yüklü. Dört yaprak, sekiz sayfalık yüzey varsıllığına karşın, çok daha varsıl içeriğiyle göz kamaştırıyor desem, abartmış sayılmam. Her sayısında en az 8-10 şiire yer vermesi, dergi okurlarının ilgi ve sevgisiyle ödüllendirilmiş şimdiye dek. Dergi, Ramis Dara, İhsan Üren, Melih Elal, Serdar Ünver dörtlüsünün ‘performans’ ürünü olarak algılanıyor artık. Niteliğinden, kişiliğinden uzaklaşmadan çıkıyor her ay. Haziran 2002, (30.) sayısında, düzyazılarıyla Serdar Ünver, Hüseyin Peker, Alper Akçam, İlyas Tunç ve Ayşegül İzmirli katılımış Akatalpa'ya. Şiirleriyle de; Mehmet Mümtaz Tuzcu, Özlem Tezcan Dertsiz, Celal Soycan, Hilmi Haşal, İhsah Üren, Tamer Gülbek, Fergun Özelli, Bayram Balcı, Çağdaş Keçeci, Osman Serhat Erkekli... Bütün ürünleri dikkat ve coşkuyla okudum. Sizlerin de okuyacağınızdan kuşkum yok. Adana'da Karahan Kitabevi’nde, İstanbul, Ankara ve İzmir kentlerindeyse, merkezdeki önemli kitapevlerinde bulunabiliyormuş Akatalpa. Bu sayıda, özellikle İlyas Tunç'un "Hakuna Mataya" başlıklı yazısnı, Celal Soycan'ın, Çağdaş Keçeci'nin, Özlem Tezcan Dertsiz'in ve Hilmi Haşal'ın şiirlerini bir kereden çok okuduğumu söyleyeceğim. Sizin de kesinkes seveceğiniz ürünler var Akatalpa'da. Kolaylıkla bulmanızı dilerim.

Budala dergisi, Baki Ayhan T. tarafından, "budalaca" diye nitelenen bir uğraşın ürünü. Düzensiz yayımlandığını beyan eden, bence, adıyla zıtlık içeren bir dergi. Yazıları ve şiirleriyle dünya ahmaklıklarına nispet yapıyor sanki. Çeşni olsun diye, pek çok şaire, yazara açık tutuyor kapılarını. Adanalı olduğunu bildiğim Baki Ayhan T.'yi kutlamak vardı nicedir gönlümde. Bu mektup ve adanasanat.com sayesinde fırsat doğdu : ellerine, beynine ve yüreğine sağlık hoca diyorum. Çukurova'dan, Adana'dan, yani memleketinden sevgi ve selamlar kanatlandırıyorum; dilerim tez duyarsın. Budala'dan, Ulaş Nikbay'ın, Abdullah Eraslan'ın, Hüseyin Alemdar'ın yanı sıra pek çok tanıdığınızın şiirlerine işaret bırakarak, bütün (20. sayı) şiirlerini okumak ruhunuza iyi gelecektir. Hâlâ tanışmadıysanız, Budala'ya ulaşmanın yolların zorlayın efendim.

Şiir zengini bir başka İstanbul dergisi de, Öteki-siz. İki genç insanın, Salih Aydemir'le Derya Önder'in şiiri "dert" edinmesi sonucu yaratılmış. Haziranda, 14-15. sayısıyla çıkmış okurlarının huzuruna. Özel dosya olarak kotarılmış, yani şiirle dolu bir yapım. Şiir üzerine Hilmi Haşal, Ayten Mutlu, Hayri K. Yetik, Oğuz Özdem, Ahmet Ada, Bayram Balcı, Ali Özenç Çağlar, Şeref Bilsel, Ayşe Güzel, Mehmet Altun, Efe Duyan, Fidan Çobanoğlu gibi bilinen imzalar yazmış. Derginin şiirleriyse, yer darlığı nedeniyle tümü sayılamayacak kadar çok. Dilerseniz, yanına artı koyup tekrar okuduğum birkaç ürünün imzasını anayım burda; Celal Soycan, Enis Akın, Hüseyin Peker, Serdar Koçak... Şiire gönlünü kaptırmaktan korkmayan herkes tanışmalı Öteki-siz'le. Şiir kitapları yayımına da başlayan Öteki-siz’in ilk postada çıkardığı kitaplar şunlar : Fadıl Kocagöz, İs Kandilin Uçurtması; Ayten Mutlu, Taş Ayna; Oğuz Özdem, Cesur Acı; Enis Akın, Puşt Ahali; Sadık Akfırat, Bozuk Şiirler; Gün A. Utkan, Aleph Şiirleri; Salih Aydemir, Meriç Hanım; Derya Önder, Ceza Defteri. Adını saydığım yapıtları, kitaplığımın en kolay ulaşılır yerinde tutuyorum aylardır Sık sık uzanıp bungunluğuma katık ettiğim şiirler seçip okuyorum içlerinden. Hakkındaki düşüncelerimi bir yerlerde yazmayı tasarlıyorum epeydir. Umarım kısa sürede gerçekleştirebilirim.

ŞiirliÇıkın'ın haziran (26.) sayısında, dokuz şairden ürünler okudum. Ayrıca, Hilmi Haşal'ın "Şiirin Kor Kıyısı" (101-105) başlıklı şiirsel denemeler dizisini ve "Berceste" adlı, şirin alıntılar bölümünü... Şiirlerden tadımlık seçmekte epeyce zorlandım desem, yalan olmaz. Gönlüme yatan ve paylaşmakla mutlu olacağım dizelerse Abdullah Eraslan'ın "İncelik" adlı şiirinden : "her insanın yalnız olduğunu anladım/ömrümden geçerek geldim uzun bir yolu/(...)/usulcacık ve boynunun en ince yeri işte/çiy düşecek içimdeki boşluğa/ellerine ve bileklerine bakacağım/ellerin yüzümdeyken bakacağım/ve ellerin dokunurken tenime/sesin de dokunacak, susma/içimdeki yağmuru öp gözlerinden". Her ay yolunu gözlediğiniz bir Şiirli Çıkın’ınız olsun.

Islık dergisi, 11. sayısıyla beşinci yılına giriyormuş. Başyazısından öğreniyoruz. Kutlu olsun. Metin Cengiz'in, "Nazım'ın Kırk Kuşağı Üzerindeki Etkisi" başlıklı, ilginç saptamalarda bulunan deneme metni ve arka kapaktaki Ahmet Ada'nın, Latife Tekin'e yazdığı açık mektup derginin düzyazıları. Diğer sayfaları salt şiir. Islık’taki hoş sürpriz, Arkadaş Z. Özger'in iki fotoğraf ve iki şiiriyle anılması... Günümüz şiirinin usta ve genç imzalarını yan yana bulmak ve özgün ürünlerini okumak isteyenler, mutlaka bir Islık açsın dünyasına. Yayına hazırlayanlara; Mesut Aşkın'a, Ayşe Aydoğan'a ve Celal Soycan'a teşekkürler. Zamanda ve hayatta, yani ilişkilerde, ‘ıslık mesafesi’ diye bir durumun bulunduğunu, insanlarımıza anımsattıkları için.

Dize, İzmir'de çıkmakta olan, "Şiirde Öncü Yorum" iddiasıyla 80. sayıya ulaşmış bir dergi. Hacmi küçük, dört sayfa. Ancak, üstlendiği 'misyon' ve bugüne dek şiire kattıklarıyla, Türkçe şiirin önemli damarlarından. Son iki sayı, 79 ve 80 elimde kaç gündür. Şiirler ve şairler üzerine denemeleriyle, Tamer Gülbek, E. Bülent Yardımcı, Hidayet Karakuş, Ahmet Ada var sayfalarda. Şiirde belli düzeyin üstünü titizlikle gözetiyor. Şiirden ödün vermeme yanlısı. Bir süreliğine, Dize’de, vasatın üzerinde bulacağınız şiirlerle baş başa kalın derim. Elbette, Veysel Çolak'ın "Dize Mitolojisi"ni, o küçücük puntoya rağmen okumadan geçemeyin diyeceğim bir de. Dize, şiiri hayatın ortasında tutan yayın anlayışıyla sürdürüyor yolunu. Şiir adına, tutarlı ve düzenli biçimde zaman, emek ve olanak harcamasını takdirle izledik yıllarca. Okur nezdinde sağladığı güvenin kaynağı, çıkmış sayıların iddiadan vazgeçmemesi, bir de Veysel Çolak'ın çalışkanlığıdır.

Haziranda 8. sayıya ulaşan aylık edebiyat ve düşün Eski dergisi İstanbul’da çıkıyor. Değişik içeriğiyle, geçmişte yayımlanmış ürünlerle yenilerini harmanlıyor. Bu sayısı dünya şairi Nazım Hikmet’i anmaya ayrılmış. Her türden yazınsal ürünlerle ve görsel öğelerle ağır bir dergi, Eski. Sanatın politik yanıyla da etkinlik göstermesinden yana tavır gösteriyor. İmzaları ve başlıkları sayamıyorum, çünkü çok... Genel Yayın Yönetmeni Seyyit Nezir. Yayına hazırlayan, Broy Yayınları. İlginç olduğu kadar zengin bulacağınız bir dergi; Eski. 

Kum dergisinin, Haziran (6.) sayısının ilk sayfaları, günümüzün ustalarından Mehmet Taner'e ayrılmış; "Bentsiz Bulut" adlı şiiri ve Selen Doğan'ın "Şair Diyor ki..." dizisindeki söyleşiyle. Taner’den, şiirin ve yeni kitabı Veda Vezinleri'nin hayatındaki yeri hakkında, derinlikli sözler okuyabilirsiniz. Kum'dan sevdiğim şiirlerse : Ahmet Uysal'ın "Şiirin Harfleri", Tuğrul Keskin'in "Sev'imin Fotoğrafı", Aydanur Saraç'ın "Aylardan Kış....". Düzyazılardan; Tuncer Uçarol'un "Artlama Şiiri De Seviyorum" başlıklı günce-eleştiri metni; Salih Bolat'ın "Aşk" üzerine denemesi; Zeynep Aliye'nin "Sorgu" adlı öyküsü okunduğunda sevilecektir. Adını andıklarıma eklenecek pek çok ürünüyle, insanı birkaç gün düşündürecek, zenginleştirecek, Kum saatini boşa akıtmamanızı salık vereceğim, naçizane.

Değirmen adlı yeni bir Ankara dergisiyle tanıştım bu ay. A.Ü.H.F. "Son Akım" Şiir ve Şair İnceleme - Araştırma - Paylaşım Topluluğu tarafından çıkarıldığı yazıyor künyesinde. Genel Yönetim - Uygulama - Tasarım : Ö. Ediz Bakır. Birinci sayısı, oldukça iddialı, bir o kadar, ‘ekolojik’ yankılı sloganla, selamlıyor ülkeyi ve dünyayı : "Suyumuzu kesmeyin"! Elbette hiçbir değirmen susuz yaşayamaz. Hele şiir söz konusu olduğunda. Su, hava, güneş ve rüzgâr elzemdir insan yaşamı için. İçeriği albenili. İçeriği, girdikleri yolun hangi yönde ilerleyeceğini gösteriyor sanki : Ece Ayhan, Anna Ahmatova, Arthur Rimbaud, Turgut Uyar, Rilke gibi ulusal ve uluslararası ustalar kılavuz bellenmiş. Yazılarıyla Bayram Balcı ve Peri F. Zifiryar (dipnotu farklı kulvardan olduğunu söylüyor) desteklemişler. Öteki ürünlerin tümü şiir, anlaşılacağı üzre. İnsanın ilk gözağrısı dünyaya bedeldir genelde... Değirmen'in ilk sayısı da el verilesi ışıltılar saçıyor. Bir tek şeyden rahatsız oldum; künyedeki, "İmkanlar Elverdikçe Yayımlanır" notundan. Değirmen denen ocak, yaşamına ara verirse, bir daha kolayca canlandırılamaz bildiğim kadarıyla. Adının yanına "Şiir Seçkisi" ibaresini koymuş olsa bile... Şiire bulanmış divaneliğim öyle söylüyor; paylaşmasam beynim 'dumura' uğrardı herhalde.

Genel olarak, edebiyat sanat dergilerinin dalgalandırdığı ve çalkaladığı ürün-sunum ortamı için, ayranın yağ topacını gösterdiği kıvamda, denebilir... Yetinmek hayatın lehinedir bazen. Haziranın okuma yolculuğu andıklarımdan ötesine gidemedi. Değirmen’de kaldım.

Taş Mekân ajandasına merak düşürmeyi alışkanlık edinenlerden misiniz? Siz ne derseniz deyin ama ben, Adana edebiyat sanat 'camia'sının nabzının tutulduğu yer olarak görüyorum orayı. Bunu daha önce de söyledim ya, şimdi yineliyorum: insanların randevulaşabildiği, birbirini aradığında/aramadığında bulabileceği adrestir. Taş duvarları, şöminesi, kuytu köşeleri, başbaşalığa, fiskosa elverişli masalarıyla ve teraslı şirin bahçesiyle, ziyaretçilerine kucak oluyor. Geçen günlerde, mekân sahibi ve yöneticisi Bülent Mühür'ün, özel konuklarına ‘yaban inciri’ ikramında bulunduğu görülmüş, sağ olsun. Yiyenlere ise afiyet olsun efendim. Dileyene, ‘Türk kahvesi eşliğinde meyve likörü’ özel (spesiyal) içkisiymiş mekânın. Hüseyin Ferhad'ın pek sevdiği söyleniyor camiada.

Haziran başında, İzmir'den, Adana'daki tıp konferansı için gelen, şair Yusuf Alper de Taş Mekân'da konuk edilmiş. Kendisiyle derin sohbete dalan Hilmi Haşal’la Hüseyin Ferhad’ın, mekânın kapanma saatine dek oturdukları görülmüş. Efendim, inanmayan Taş Mekân’ın sevimli görevlisi Sezen Semerci’ye sorabilir. Deniyor ki, “günümüz şiiri, şairleri, dergiler ve kitapların yanı sıra, ‘psikiyatri ve şiir’ üzerine yoğunlaşmışlardır büyük olasılıkla.” Doğru, üç şair bir araya gelmişse, o denli derine felsefeye dalmışsa zamanı unutmaları doğaldır. Ben fısıltı gazetesinin yalancısıyım.

Geçen ay, ünlü çevirmen Kâmuran Şipal memleketi Adana'ya geldiğinde, öğrencisi Filiz Sisli'nin davetiyle Taş Mekân'a da uğramış. Bir kahve içimi zamanda, ‘mahalli’ edebiyatçılarca kuşatıldığı söyleniyor. Yaratıcı mı, (yazar, şair, ressam, besteci) önemli yoksa yapıt mı? sorusuna yanıt bulma babında sohbet, gayri ihtiyari başlamış. Güya, Adana'nın 'birbirinden büyük ve ilginç' şairleri, yazarları pür dikkat dinlemeye durmuş. Ama konuşulanların tadı biraz bozulmuş. (Buna rağmen, umulur ki Kâmuran bey hoşnut ayrılmış olsun Taş Mekân'dan. Zira, mekânlar kişilerden masumdur her daim.) Dert edinmek veya öfkelenmek ne derece doğru bilmem ama açıklanmalı başkasının gafletinden duyulan rahatsızlık. Efendim olay şu: Sanatla sanatçının bağı, yumurta-tavuk benzeri çelişkiler, yani çıkmaz konular konuşulacakken, çıkmazın ve düğümün çözümsüzlüğü anlatılamadan noktalanmış konu. Çünkü, 'önemli' bir şair-yazar edebiyatçı, Kâmuran ustaya rağmen, edebiyat-etik-ahlâk konularında ahkâm kesmeye kalkışmış. Ne ki çuvalladığını fark edip kendi parlak fikirlerinden çark etmiş. Anekdot günlerce dolaşmış kulaktan kulağa. Camia öyle şeyleri kaçırır mı hiç? Aynı edebiyatçı, kendi dergisinin başyazısında, yazarın kişiliği, ruhsal hastalıkları ve cinsel sapıklıkları hususunda acayip ‘düstur’ çekmiş. Neymiş efendim, şair-yazar kişi kaleminden çıkanlara dikkat etmeliymiş. Bireyin ve toplumun ahlakını zehirlemeye hakkı yokmuş.

Reklamın kötüsü olmaz kuralına katkıda bulunmamak için, büyük edebiyatçının adını yazmıyorum. Zira kendileri hedef veya kaynak göstermeden döktürmüşler incilerini. Güya, cinsel tercihlerini ön plana çıkararak, ruhsal saplantılarını sanat diye yutturanları keşfetmiş. Estetik ve etik gereği, sanat yapıtı topluma iyi örnek olmayı gözetmeliymiş... Oysa sanatın özünde, geçerli ahlâk kurallarıyla uyuşmak, iktidara, otoriteye, yani genel geçer koşullara ayak uydurmak diye bir amaç yoktur, olamaz. Sanat yapıtı özü itibarıyla soru sorar, kafa tutar, felsefe 'yapar' ve müzmin muhalifliği aşılar, insanın yüreğine ve dimağına. Okur, izleyici, dinleyici kişiler geri zekâlı yerine konmadan. Yani algılayıcının kültür düzeyi, olası birikimi yadsınmadan. Söz, ses, görüntü denen şeyin sorumluluk içerdiğini, cinsellik dahil her temayı işleyen sanatçı bilmez mi? Bilir. İddia sahibi edebiyatçı, kendi meşguliyetine bakmalı ve unutmamalı ki kıyamet önyargıdan kopar. 

Sert tepki ve eleştiri için bir de konu dağıldığı için bağışlayın lütfen. Malum, haklı söz eninde sonunda yerini bulur. Bir biçimde bulur. Ama şimdi, ama sonra. Çünkü, şimdi ile sonra arasındaki uzaklık bir nokta ile boşluk arasındaki kadardır. Bak işte yine dayandık 'boşluk' kavramına. Oysa kavramlara bulaşmamaya özen gösterecekti bu gariban. Telaşa kapılmayacak, sinirlerini germeyecekti... Sanatla, edebiyatla, sadece hayatının bazı anları 'sanat seven' olarak teğet geçmiş kişiler haddini bilmeli. Bilmeyene çıkar birileri bildirir. Sansürcü başyazı, ömrünce utanacağı ve pişmanlık duyacağı gaflet beresi olarak kalır yazanın imzası üzerinde. Şunu vurgulamayı payıma düşen görevlerden sayarım : hiç kimse, başkan, müdür, şeyh, şef de olsa, ağbi, amca, baba da olsa, yaratıcı kaleme 'ahlak' dersi veremez. Çünkü sanatsal yaratma özgürlüğü bütün ahlak değerlerinden önce gelir. Gelmelidir. Yazmanın sorumluluğunuysa, eline kalem almış, belli yetenek ve donanımdaki herkes bilir. Gerektiğinde sanat eylemenin bedelinin ödeme pahasına... Hiç kimse kendi politik duruşuyla, yaratıcı bireyin poetik veya estetik anlayışını, bağımlı ya da koşut göremez. Ne hazindir ki öyleleri çıkıyor zaman zaman. Ben, naçiz söz çırağı, genç kalemler adına yanıtlamak durumunda kaldım, mahalli edebiyat diktatörünü. Genç arkadaşlarıma, hayatını yazıya, şiire adayacak kalem tutkunlarına, yürek dolusu sevgi ve selamla birlikte, o tür dayatma ve telkinlere kulak asmamalarını öneriyorum. Başarı, iyilik ve umut eksik kalmasın yaşantılarında. Dileklerimi duyacaklardır, kuşkum yok.

Mektubuma son vermeden, bu site sayfalarının görüşlerinize açık olduğunu anımsatmak isterim. Ulaşmak çok kolay; ikinci mektuptaki iletişim adresi geçerlidir. Tıklayıp adanasanat.com’a bakmanız yeterli. Esen kalın dostlarım.


Adana, Haziran 2002


NOT : "Adanus Mektupları"nın üçüncüsü, haziran mektubunun düzeltisiyle uğraşırken, yani son çıktıları 'rötüş'leyip, adanasanat.com’da yayımlamaya hazırlanırken, acı bir haber geldi. Bir an her şey durdu; Adnan Yücel ölmüş... Tedavi görmekte olduğu Balcalı hastanesinde, akciğer kanserine "şah mat" çekmiş, ve ölüme 'karşı hamle hakkı' bırakmayarak kanserini yenmişti. Artık kanser bedenini acıtamayacak. Çünkü önceden, "Teslim Olmak Yok" (Söylem, Nisan 2002, sayı: 85) demiş ve "lanet hayat"a daha çok acı çektirme fırsatı bırakmayacağını beyan etmişti. Adanus semaları üzerinden bir şiir yıldızı kaydı... Çukurova'nın havasını, daha güzel bir yaşamın umuduyla ve kavgasıyla zenginleştirip söze dökmüş, şair Adnan Yücel hocayı yitirdik ne yazık ki. Toprağında esenlik bulacağına inanıyorum.

Cenazesi, Çukurova Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı önünde yapılan taziye konuşmalarından sonra, memleketi Elazığ'a gönderildi. Temmuz ayının yirmi dördüncü günüydü... Adnan hocayı, sevenleri; mesai arkadaşları, öğretim görevlileri, şair, yazar arkadaşları, dostları uğurladı. TYS Çukurova temsilcisi, yazar Çetin Yiğenoğlu, şair-yazar Hilmi Haşal, şair İlhan Kemal Kaplan, şair Zeki Karaaslan, adanasanat.com yönetmeni Memik Yanık, Taş Mekân işleticisi, sanat hamisi Bülent Mühür, yaslı kalabalık içinde gördüğüm tanıdık simalardı. Hepimizin başı sağ olsun. Adnan Yücel'in eşine, oğluna ve kızına, öteki aile bireylerine en içten sabır-sebat diliyorum. Adnan Yücel, Çukurova Çeşitlemesi ile, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, Adana'da, Türkiye'de ve Türkçe'de yaşayacak. Adanus, iyi bir şairini, iyi bir hocasını, güzel bir insanını yitirdi. Orada ve artık burada hak ettiği yeri bulacaktır, kuşkum yok. Düşleri şiirleriyle çoğalacaktır. Adnan Yücel hocamızın şiiri ve hayatı üzerine özel dosyalar yapacak, edebiyat sanat dergileri için, adanasanat.com elinden gelen katkıyı sağlayacaktır. Ancak yazarak, üreterek ölüme meydan okunabileceğini öğretti bize Adnan Yücel. Değerini bileceğiz.


Ezel Balkan

Hiç yorum yok: