Yahya Kemal, ''Mesela bir yerlerde benim şiirlerimi bilen bir Ziraat Bankası müdürü vardır,'' demişti. Gerçekten de, Ziraat Bankası müdürü olmamakla birlikte, ziraat mühendisi olan bir yakınım da dahil olmak üzere, belli bir yaş grubundan, edebiyata özel bir ilgisi olmayan birçok insanın Yahya Kemal'in (ve yalnız Yahya Kemal'in değil, Cahit Sıtkı Tarancı'nın, Orhan Veli'nin, Necip Fazıl Kısakürek'in ve hatta, ''komünist ve vatan haini'' olmasına karşın, Nazım Hikmet'in) bir şiirini andığına çok tanık olmuşumdur. Türk şiirinin Cumhuriyet'in ilk döneminde geniş bir okur kitlesi ile kurduğu bağın sonradan neden ve nasıl koptuğu burada ele alınabilecek bir konu değil. Ama bu bağ koptuktan sonra da hiç olmazsa sanatla ilgilenenler arasında okunmaya devam eden şiirimizin bugün artık onlar tarafından da okunmadığı bir gerçek. Belki bir yerlerde çağdaş bir şairimizin bir iki şiirini bilen bir ressamımız, tiyatro oyuncumuz ya da romancımız vardır, ama bu ilginç insanın nerede olabileceğini kestirmek kolay değil.
Bana kalırsa günümüz şiirinin önemli bir bölümünün okunamayacak halde olmasından kaynaklanan bu ortamda, yayıncısı tarafından ''Türk şiirinin yaşayan en önemli eleştirmeni'' olarak nitelendirilen Mehmet H. Doğan'ın hazırladığı üç ciltlik "Yüzyılın Türk Şiiri" adlı antolojiyi edinmek size bir çözüm gibi görünebilir. Böyle bir eleştirmenin kılavuzluğunda şiirimizi yeniden gözden geçirerek şiirle kopan bağınızı yenileyebileceğinizi ve bugünün şiirini de bir yere oturtabileceğinizi düşünebilirsiniz. Ne yazık ki, çok büyük iddialarla piyasaya çıkarılan bu antolojiye güvenmenizin yanlış olacağını belirtmek zorundayım.
Bir eleştirmeni yayıncısının reklam kampanyasından elbette sorumlu tutamayız. Mehmet H. Doğan'ın kendisi belki de ''Türk şiirinin yaşayan en önemli eleştirmeni'' olduğunu düşünmüyordur. Ama böyle bir antoloji hazırlamayı kabul etmiş olması ancak Türk şiiri hakkında belli ve kesin görüşleri bulunduğuna ve bu konuda bizleri aydınlatabilecek durumda olduğuna inanmasıyla açıklanabilir. Kendi payıma ben bu antolojide de, Mehmet H. Doğan'ın daha önce okuduğum yazılarında da böyle bir inancı doğrulayacak bir kanıta rastlayabilmiş değilim.
Sanatçıların hayatı belli bir şekilde görmemizi sağlamaları gerektiği gibi, eleştirmenlerin de sanatı belli bir şekilde görmemizi sağlayabilmeleri gerekir. Büyük bir eleştirmen ise bunu son derece çarpıcı bir şekilde yapıp sanata bakışımızı kökünden değiştiren bir eleştirmendir. Bir şiir eleştirmeni hakkında "Hep söylendiğinin aksine, (son divan şairimiz'in Yahya Kemal değil, Nazım Hikmet olduğunu bize o gösterdi", ya da "Edip Cansever'in de, John Ashbery'nin de şiirinin Eliot'tan etkilendiğini; ama Cansever'in büyük bir şair olmasına karşılık, Ashbery'nin gerçek ilgi alanı olan görsel sanatlara özgü sınırlı estetiği hiçbir zaman aşamadığını ondan öğrendik", ya da "olmasaydı, gerçek şiirin 'analitik' olduğunu, oysa Hilmi Yavuz'un şiirinin ancak 'sentetik' olarak nitelendirilebileceğini bilemezdik" gibi bir söz söyleyebiliyorsak, "önemli" bir eleştirmenle karşı karşıya olduğumuza inanabiliriz.
Yukarıda andığım türden tek bir "bakış değiştirici" görüş bile ortaya atabilmiş olan bir eleştirmen elbette edebiyat tarihine geçmeye hak kazanmıştır ve gene elbette, büyük sanatçılar gibi, bu tür büyük eleştirmenlere de o kadar sık rastlanmaz. Dolayısıyla, Mehmet H. Doğan'ın "önemli" bir eleştirmen olmaması belki de bir kusur olarak algılanamaz. Ama her eleştirmenin hiç olmazsa kendi çapında görüşlerinin olması ve bu görüşlerle bize de yol gösterebilmesi gerekir. Doğan'ın ise, sık sık, bu anlamda eleştirmenlik yapmaktan çok, eleştirmenlikten kaçtığını söylemek yanlış olmaz.
Söz konusu eleştirmenin her yıl Adam Yayınlan için hazırladığı şiir yıllıklarından birinde genç şairimiz Lale Müldür için, "kendine özgü bir şiir dünyasının kapısını aralıyor, ama tabii anlayabilenler için," yollu bir söz ettiğini görünce şaşırmıştım. Bir şairin "kendine özgü bir dünyası" olabilir, ama bir eleştirmene düşen tam da bu dünyayı bize açmaktır. "Anlayan anlar,'' diyen bir eleştirmen, kendisine "Ne yemek var?'' diye sorulduğunda, "Beyefendi, mutfakta et, balık, sebze, yağ, baharat her şey var. Yemekten anlıyorsanız, eminim, girip afiyetle yiyebileceğiniz bir şeyler pişirebilirsiniz" karşılığını veren bir ahçıya benzer. Ahçıların görevi nasıl çiğ yiyecek maddeleri ile aramızda "arabuluculuk" yaparak bunların içerdiği tadı bize iletmekse, eleştirmenlerin görevi de şiirle aramızda arabuluculuk yapıp onun içerdiği tadı bize iletmektir.
Gene bir süre önce, Doğan'ın, bir şiir yıllığında Lale Müldür'ün çağdaşlarından Haydar Ergülen için "Bol kitaplı, boş şiirli bir yıl [geçirdi]'' diye yazdığını görmüş ve "Galiba eleştiriye giriyoruz'' diye heyecanlanmıştım. Ne var ki, Doğan sonradan bunun bir dizgi hatası olduğunu ve Ergülen'in "boş" değil "bol'' şiirli bir yıl geçirdiğini açıkladı. Bence bir şairi "boş" olduğunu ileri sürecek kadar ciddiye almak "bol yazıyor" gibi sıradan, niceliksel bir değerlendirmeyle geçiştirmekten iyidir. Belki Doğan, Ergülen'in henüz ''boşluk'' düzeyine ulaşamadığını, "bol'' yazdığını söylemenin yeterli olduğunu düşünüyordur; 'ama bu durumun da biraz açılıp açıklanması, Ergülen'in neden "büyük'', "çarpıcı'', "hayat zenginleştirici'' ya da ''boş'' değil de yalnızca ''bol şiirli'' bir şair olduğunun belirtilmesi gerekir. Eleştiri bence budur.
Kısacası, bu kriz ortamında yirmi beş milyon lira verip Yüzyılın Türk Şiiri'ni satın alacak ve sonra da toplam ağırlığı üç kilogram olan bu üç cilde evlerine kadar hamallık edecek okurlar bu yatırım ve çabalarının karşılığında şiirimize, ''önemli'' nitelemesini pek hak etmediği gibi, gerçek anlamda eleştirmenlikten de fazla hoşlanmayan bir eleştirmenin gözlükleriyle bakmak durumundalar.
Bu gözlüklerin etkisi daha kitabın giriş bölümünden kendini göstermeye başlıyor. Bu otuz dört sayfalık giriş, Türk şiirinin yüz yıllık gelişimi ile ilgili tek bir özgün düşünce içermeden, sıradan bir ders kitabının bu konuda söyleyebileceklerini tekrarlıyor. Servet-i Fünun'dan günümüze uzanan evrimi yeni hiçbir şey öğrenmeden izliyoruz. Bir başvuru kitabı niteliğindeki böyle bir antoloji için gerekli olanın tam da bu olduğu, şiirimizin genel kabul gören gelişim çizgisini okura aktaracak bir eleştirmenin, Mehmet Emin Yurdakul 'un bütün başka şairlerinizden önemli olduğunu savunacak ya da İkinci Yeni'den hiç söz etmeyecek, ''eksantrik'' bir eleştirmene yeğlenebileceği ileri sürülebilir. Ama bu genel kabul gören gelişim anlatılırken bile yeni bir şeyler söylenilebilirdi. Örneğin, Memet Fuat iki ciltlik Çağdaş Türk Şiiri Antolojisinin ''Giriş''inde, bir yandan Türk şiirinin bildiğimiz gelişimini anlatırken, bir yandan da şiirimizde, birinin kökleri Nedim'e, öbürününki de Şeyh Galip'e uzanan iki değişik ''çizgi'' olduğu şeklinde, yeni ve ilginç bir görüş geliştirmeyi başarmıştı. Kaldı ki, bence bu kadar da gerekli değil. Bir bireyin, hiçbir ''yenilik'' olmadan da şiirimizin bilinen gelişimini, Hececiler'in, Nazım Hikmet'in, Garip akımının vb. getirdiklerini kendi gözleriyle yeniden görerek çarpıcı ve taze bir şekilde anlatabilmesi olanaklı. Bunu yapmak için ''önemli'' olmak gerekli değil, ''eleştirmen" olmak bile gerekli değil, yayıncısının Doğan'a yakıştırdığı üçüncü nitelemeyle ''yaşıyor" olmak yeterli. Ne yazık ki bu giriş bölümünde Doğan'ın bu önemli anlamda ''yaşadığını'' gösteren bir kanıt da bence yok.
Ama antolojideki gerçek sorunlar giriş bölümünü ardımızda bırakıp Doğan'ın şairler için yazdığı yaşamöyküsü/tanıtma yazılarına geldiğimizde başlıyor. Doğan, antolojinin başında, bu yazıları yazmaktaki amacının ''okurun bir şairi okumaya başlamadan önce kiminle, nasıl bir şairle karşı karşıya olduğunu bilmesini'' sağlamak olduğunu belirtiyor. Tanıtma yazılarının birkaçının bu açıdan bir ölçüde başarılı olduğunu kabul etmek gerekir. Ama en başarılı tanıtma yazılarında bile yer yer ''tuhaflıklarla'' karşılaşıyoruz.
Sözgelimi, Turgut Uyar'ı tanıtan yazıda birdenbire karşımıza çıkan ''Acının tarihini, coğrafyasını araştırdı boyuna'' cümlesi ne anlama geliyor? Bu saptamanın uzaktan uzağa bir şeyler çağrıştırdığı belki ileri sürülebilir, ama olgun bir eleştirmenin ''acının tarihi, coğrafyası'' gibi, edebiyat heveslisi bir yeniyetmeye ''şiirsel'' görülebilecek bir ifadeye başvurmak yerine, söylemek istediğini (eğer bir söylemek istediği gerçekten varsa) daha kesin ve somut bir şekilde söyleyebilmesi gerekirdi.
Bazı tanıtma yazılarında düpedüz anlamsız gözlemler var. Kemal Özer'in imgeci bir şiirden anlatımcı bir şiire geçmesinin kimileri tarafından bir ''ilerleme", kimileri tarafından da bir ''gerileme'' olarak görüldüğünü öğreniyoruz. Her konuda -evlilik dışı cinsel ilişkiler, fast food, idam cezası vb. her zaman karşıt görüşler olacaktır. Kemal Özer'in şiirindeki değişimden kimilerinin hoşnut kalıp kimilerinin de kalmadığını 'belirtmek Özer'in kitaplarındaki bazı sayfaların tek, bazılarının da çift sayılı olduğunu belirtmekten daha derin ve anlamlı olamaz. Bir eleştirmenin yapması gereken, "Bazıları iyi, bazıları da kötü derler," demek değil, kendisinin ne dediğini açıklamaktır.
Bazı tanıtma yazılarındaki tuhaflıklar bunları da aşıyor. Yusuf Ziya Ortaç'ın ''hiçbir özgünlüğü olmayan kişiliksiz şiirler" yazdığı doğruysa antolojiye neden alınmış olduğunu çıkarabilmek kolay değil. Bazı şairler içinse yaşamöykülerine ilişkin bilgilere eşlik eden kesin bir değerlendirme yok. Bu bahtsız konumda olan Cevat Çapan'ın "nasıl bir şair" olduğunu merak edebilecek bir okur Çapan'ın Darıca'da doğduğu ve Yeditepe Üniversitesi Fen Edebiyat Bölümü Dekanı olduğu gibi ayrıntılarla yetinmek zorunda.
Doğan'ın kullandığı dil bile zaman zaman tuhaf. Örneğin, Özdemir İnce ile ilgili tanıtma yazısında yer alan "Brüksel, Belçika " Türkçe değil, Amerikanca bir deyiş ve Amerikalıların aksine, Türklerin çoğu Brüksel'in, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde değil de, Belçika'da olduğunu bildiği için gereksiz. Aynı şekilde, Orhan Alkaya'nın çeşitli dönemlerde yaptığı işler sıralanırken "reklamcılık'' sözcüğünden önce kullanılan "hatta'' da gereksiz, çünkü reklamcılık, at cambazlığı ya da muhabbet tellallığı gibi, "hatta"sız anılamayacak kadar şaşırtıcı bir meslek değil.
Tanıtma yazılarındaki tutarsızlıklar ise tuhaflıkların da ötesinde. Doğan, antolojinin ''Önsöz"ünde, şairlerin şiir hakkındaki görüşlerine de yer vermek istediğini belirtiyor, ama, görülebilir hiçbir ölçüye dayanmadan, bunu yalnızca bazı şairler için yapıyor. Gene bazı şairlere ilişkin olarak başka eleştirmenlerden de alıntılar yapıyor, ama bazıları için yapmıyor. Bazı şairlere ilişkin tanıtma yazılarının altında hem şiire ilişkin kendi görüşleri, hem de "dış kaynaklardan" böyle alıntılar var, bazı şairler içinse de bunların ikisi de yok ve bu seçimi neyin belirlediği belli değil. Başvurulan dış kaynağın zaman zaman Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü kadar "beylik" olabilmesi de cabası. Ahmet Haşim'le ilgili tanıtma yazısında şairin Piyale'nin başına koyduğu "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar"dan uzun bir alıntı yapmakla yetinmeyen Doğan ayrı bir bölümde bu yazının tümüne de yer veriyor , ayrıca da Haşim hakkında Ahmet Hamdi Tanpınar'la Nurullah Ataç'tan uzun birer alıntı yapıyor. Yahya Kemal'le ilgili tanıtma yazısında ise şairin şiirle ilgili herhangi bir görüşü yok, hakkındaki iki alıntıdan biri Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nden.
Doğan'ın ele aldığı şairleri okura gerçekten tanıtacak tutarlı ve sistematik bir yaklaşımının olmaması en çok da antolojinin şiirimizin son yirmi beş yılına ayrılmış olan üçüncü cildini zedeliyor. İlk iki cildin de elbette çok daha iyi olması gerekirdi, ama sonunda Doğan'ın bir şey demesine gerek kalmadan da birçok okur bir Ahmet Haşim'in ya da Yahya Kemal'in, bir Turgut Uyar'ın ya da Edip Cansever'in "kim ve nasıl bir şair" olduğunu bilecektir. Ama son yirmi beş yılın Türk şiiri gibi, bu dönemde ürün verenler dışında neredeyse kimsenin bilmediği bir alan söz konusu olduğunda güvenilir bir kılavuza gerek var. Doğan'ın ise bu gerekli kılavuzluk hizmetini sunduğu ileri sürülemez. Turgay Fişekçi'nin, Sefa Kaplan'ın ya da Necat Çavuş'un yalnızca yazdıkları dergilerle yayınladıkları kitapların adlarını bilmek okura bu şairlerin edebi kimlikleri hakkında ne söyleyebilir? A. Hicri Özgören'in "şiir ağının gittikçe kalınlaştığını'' öğrenmek ne şekilde yol gösterici olabilir? Homeros da, Puşkin de, Larkin de anlatımcı bir şiir yazdıklarına göre, "anlatımcı bir şiirin izini sürüyor'' gibi geniş ve belirsiz bir yargıdan Roni Margulies'in tam olarak nasıl bir şair olduğu nasıl çıkarılabilir?
Ama Doğan'ın daha ayrıntılı değerlendirmeleri bir anlamda daha da kötü. Sözgelimi, benim şiirlerimin başlıca konularından ikisinin "uzak ülkelere yapılan uçak yolculukları [ve] havaalanları'' olduğu ileri sürülüyor. Uçak yolculuklarının ve havaalanlarının çevresinde dönen şiirlerim olduğunu yadsıyacak değilim; ama Doğan beni bu antolojiye alıp da, aynı konuları "ele alan'' Türk Hava Yolları tarifelerini almadığına göre, bu tarifelerle benim yazdıklarım arasında bir fark olduğuna inanıyor olmalı. Ne var ki bu farkın ne olabileceği hakkında okura bir ipucu verilmiş değil. Hakkımdaki tanıtma yazısında bu konular bu kadar vurgulandıktan sonra, seçilen şiirlerimden bir tanesinin bile uçak yolculukları ya da havaalanları ile ilgili şiirlerimden biri olmaması ise antolojiye egemen olan keşmekeş ve tutarsızlığın başka bir örneği.
Yüzyılın Türk Şiiri'nin "kasıtlı'' bir şekilde hazırlandığını ve kitaptaki tuhaflıkların Doğan'ın kimi şairleri yüceltip kimilerini de küçümsemek istemesinden kaynaklandığını düşünen okurlar olduğunu biliyorum. Ben kendi payıma bu görüşte değilim. Her şiir okuru gibi Doğan'ın da bazı şairleri başka şairlere yeğlemesinden doğal bir şey olamaz. Ama hazırladığı antolojinin böyle bir yeğlemeden etkilendiğini sanmıyorum, çünkü beğendiği düşünülebilecek şairler hakkında söyledikleri, başka şairler hakkında söylediklerinden daha derli toplu, sağlam ya da aydınlatıcı değil.
Antolojide "bol şiirli'' şair Haydar Ergülen'in on iki şiiri yer alıyor. Burada amaç Ergülen'in gerçekten de "bol'' yazdığını kanıtlamak değilse, Doğan'ın gözünde Ergülen'in bu kadar yer kaplamayı hak edecek kadar değerli bir şair olduğunu varsaymamız gerekir. Ama Ergülen'in şiirinde bireyin başkalarında kendini, kendinde de başkalarını aradığı şeklindeki açıklamadan bu şiirin neden değerli olduğunu çıkarabilmek olanaklı değil. Oysa, Doğan'ın, Yahya Kemal'den hâlâ zevk aldığını, ama Ergülen'in kendisine bir şey söylemediğini ileri sürebilecek bir Ziraat Bankası müdürüne verebilecek "Anlayan anlar''dan başka bir cevabı burada belirtmesi yerinde olurdu.
Enis Batur'dan daha da çok şiir seçildiği gibi, hakkındaki tanıtma yazısı da antolojideki en uzun yazılardan biri. Bütün bunlar Doğan'ın Batur'un belki Ergülen'den de daha önemli bir şair olduğuna inandığını düşündürüyor. Ne var ki, bir kez daha, bölük pörçük bir dolu bilgi ve alıntı arasında okurun Batur'un önemini görmesini sağlayabilecek köklü bir görüş ya da açıklama yok. Ne Batur'un eskiden edebiyat çevreleri tarafından dışlanırken bugün kabul gördüğünün belirtilmesi, ne de yaşamdan edindiği küçük izlenimleri "sanki kimyasal bir işleme uğratmak ister gibi hemen beyin katlarına götüren'' bir şair olduğunun söylenmesi bu açıdan bir işe yarıyor. Oysa, önemli şiirleri olduğuna benim de inandığım Batur'un Türk şiirindeki yeri birkaç cümleyle bile bundan çok daha kesin ve çarpıcı bir şekilde özetlenebilirdi.
Şiirin son derece önemli olduğunu, şiirsiz yaşanamayacağını vb. ileri sürecek değildir. Birçok insanın şiirsiz yaşadığına ve insanlığının bu nedenle azalmadığına eminim. Ama, başka birçok şey gibi, şiirin de bir önemi olduğunu ve bir şiir antolojisi hazırlanacaksa bundan daha iyi bir şekilde hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Yüzyılın Türk Şiiri bana aklını, bilgisini, sağduyusunu, beğenisini ve hayat deneyimini kullanıp şairleri ölçüp tartarak kendisi ve bizim için bir yere oturtmaya çalışan gerçek bir eleştirmenin özenle hazırladığı bir derlemeden çok, ne hayata belli bir bakışı, ne de şiire belli bir yaklaşımı olan birisinin şiir üstüne rastgele aldığı notlardan "oluşturuverdiği'' bir derleme gibi görünüyor.
Şiirin "vazgeçilmezliğinden'' dem vurmayacağım gibi, "yayıncılık ahlakından'' vb. dem vurup bir yayınevinin bu kadar zayıf bir kitabı bu kadar büyük iddialarla piyasaya sürmemesi gerektiğini de söylemeyeceğim. Yayınevleri ticari kuruluşlardır ve yurdumuzda da, dünyanın başka yerlerinde de doğal olarak ürünlerinin reklamını yaparlar. Gene de, Yapı Kredi Yayınlan belki de önerileri ve desteğiyle bu antolojiye ön ayak olduğu belirtilen Enis Batur'un ağzından -neden Mehmet H. Doğan'ın "önemli'' bir eleştirmen ve Yüzyılın Türk Şiiri'nin de "vazgeçilmez'' bir kaynak olduğuna inanmamız gerektiğini kısaca açıklayacak olursa sevinirim. Ama daha da sevindirici bir gelişme söz konusu yayınevinin bu yükte ve pahada ağır antolojiyi depolarda tozlanmaya terk edip bu alanda başka bir antoloji hazırlatması olur.
Böyle bir antolojiyi bir Ziraat Bankası müdürüne hazırlatmalarını elbette bekleyemeyiz, ama belki bir Yapı Kredi Bankası müdürüne hazırlatabilirler. Bunu yapacak olurlarsa, ortaya çıkacak yapıt en kötü olasılıkla Yüzyılın Türk Şiiri'nden daha dağınık, tuhaf ve tutarsız olmaz, en iyi olasılıkla da Türk şiirinin hâlâ hayatın içine girip "sokaktaki adam''a seslenecek gücü olup olmadığını öğreniriz.
--------------------------------------------------------------------------------
* Bu yazı Adam Sanat dergisinin Temmuz 2001 tarihinde yayınlanan 186. sayısından alınıp zamanında adanasanat.com'da yayınlanmıştı. Şavkar beyin bu metnin burada yayınlanmasına bir itirazı varsa bu konuda bizi uyarır uyarmaz yazıyı yayından kaldırabiliriz.
13 Haziran 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder