17 Haziran 2010 Perşembe

Hilmi Haşal : Şiir Yazamama Notları - Şiirin Kor Kıyısı: 3(*)

21.
Şiir mutluluk anlatır mı?

Bence anlatmaz. Hüzün sarnıcından çekilen suyla yoğrulduğu içindir ki , ne şiirin kendisi mutluluktur, ne de izleğinin taşıdığı herhangi bir duyu mutluluk kavramı... kendimizi kandırmayalım. Yazan için de geçerli aynı şey; şiir mutluluk vermez, karın doyurmaz, gündelik yaşam içerisinde yıkımlar yaratır ancak, ve yıkımlara tanıklık eder. Bugün bir şiirle uğraştım, mutlu oldum, diyenle karşılaşmadım hiç. Karşılaşacağımı da sanmıyorum.

22.
Belki de yanılıyorum, şiir ile mutluluk terimlerini şiir arayışıyla, mutluluk arayışını karıştırmakla. Öyle ya şimdiye dek içinden çıkılabilmiş bir soru değil, mutluluğun gizemli adı ve çağrıştırdığı çok özel 'durum'. Soyutu algılama varsa insanoğlunda, şiir gerekçesiyle, şiir aracılığıyla o 'sanı' ya erişebilir. Bu tümceden sayılmalı ki, şiirin işlevi söz konusu edildiğinde söylenecek şeyleri çıkartmış oluyoruz ortaya.

Mutluluk şiirin neresinde diye aramak boşuna. Daha açıkçısı mutluluğun şiiri yazılamaz görüşünde direteceklere katılıyorum ben de. "Mutluluğun resmini" yapabilmenin yolarını soran büyük ustamız Nazım Hikmet, gün ışığına çıkarmış yıllar önce sanatla mutluluğun ilişkisini. Resim, beste, şiir vb sanat alanları gerçekte hep aynı sıkıntının gölgesini kazmıyor mu? Sonuçta Nazım da nice dünya şairleri gibi, mutluluğun şiirini şiirin mutluluğunu bulma sevdasının ardında tüketmedi mi ömrünü. Gerçi, bu konuda yazdıkları özel olarak irdelenebilmiş değil, bildiğim kadarıyla. Ama bir neden oldu işte şairimizi anmak için.

Şöyle bağlanabilir konu, şimdilik tabii. Mutluluk kavramı bir dilek olmanın ötesinde ürün doğurtan sonsuz kaynaktır, yazarlar, besteciler, ressamlar için. Zira mutluluğun karşıtı mutsuzluk, yapıtın arayış serüvenleriyle kozmik bir sırdaş olmaktadır. Modern zaman derdidir. Çelişkilerin kaosun babasıdır mut kurgusu... Tıpkı felsefe ve mistisizmin anahtarı sayılan kut kavramı gibi. Yaşamı ve şiiri sarmalamış durumda.

İnsanlık bayılır, söz konusu kutlu ve mutlu düşler ardında zaman, mal ve de can vermeye. Mitoloji, ilkçağ, ortaçağ ve hatta yeniçağ neyle yazıyor kendini? Şiirin derinliklere yönelmesinde etkisi yok mu? Var: Zehir ve panzehir iki sözcük diye görüyorum ben onları. Ama yoklar, mutluluk ve kutluluk... yoklar. Güzel olan da bu; aramayı sürdüreceğiz, sürdürecekler...

23.
Şiir tanımlanamaz, doğru.

Mutluluk da tanımlanamaz, o da doğru. Peki, şiir bazen uyumla çelişkinin 'gayri meşru' çocuğudur diyen birisi çıksa alnından öpmez miyim?

Öperdim herhalde.

24.
Fena takıldım bu soruna. Günlerin gürültüsü arasında şiir mutluluk kaynağı değil; de... Niye bunca kaptırıyorum kendimi? Niye benden önce binlerce, belki milyonlarca insan şiirle 'iştigal' etti?.. Tuhaflığı çözeceğim diye bu fazladan yazamama 'mesaileri'. Şiire zaman ve emek vermenin mutluk getirmediğin bile bile yürüyorum yolumda. Okuma serüvenimi varsıl kılıyorum kendimce. Yani şiiri okuyanın büründüğü o çok özel atmosfer mutluluk değil, biliyorum. Tıpkı lazanın üretme aşamasında tasarlanmış bir anlam ve mutluluk bulmadığı, beklemediği gerçeğini bildiğim gibi.

Peki anlam ile anlamsızlığı mutluluk kavramının neresine koyacağız bu durumda.? Öyle ya, sözü; anlamda mutluluk yok- mutlulukta anlam yok, demeye yaklaştırırken, neden şiirin yazılma zahmetine katlanılıyor? Sorusu çıkmaktadır ortaya. Mademki şiir özel bir dil, diller üstü bir dil?..

25.
Yazılmış her dizenin her 'kuple' nin, değerini bilmek gerekir. İçinde şiirin beklenmedik, olağanüstü nefesi saklı olabilir. Metnin hakkını teslim etmeli öncelikle diye düşünüyorum. Gözden kaçmış, kaçırılmış herhangi bir şiirsel töz, imgesel tomurcuk söz konusu şiirin hakkının yenilmiş olduğu sonucunu doğurur. Şiiri anlamaya çalışmak bir önkoşul sayılmamalı bence.

Onun anlam coğrafyası sınırsızdır. Yer yer engebeli, yer yer alabildiğine düz... Bazen de yükseklikleri anlaşılmaz doruklardadır, ki bunların arasına sokulup yitmiştir. Haliyle okuyanı da oralara çekecektir. Kendimden biliyorum. Çokça yitip sisler içinde hüznün ve hazzın izini sürerken buluyorum kendimi.

26.
Şu anlam ve anlamsızlık rüzgarına kapılmaya görsün insan. Yolları çatallaşıveriyor birdenbire.

Tutup sözlüklere başvuruyorum "anlam" için. Öyle ya neymiş sözcük ağırlığı, görmekte yarar var. Nijat Özön'un hazırladığı Güzel Türkçemiz adlı Milliyet Yayınlarından çıkan sözlüğünde "fetva, mana, medlul, müedda, meal, mazmun" diye açıklanıyor anlam.

Ne zengin bir karşılık değil mi? Öteki sözlüklere gitmekten vazgeçiyorum. Üç aşağı beş yukarı aynı yanıtla karşılaşacağımı düşünerek. 'Anlam'ı açıklayan sözcüklerin karşılığını düşünmeye koyuluyorum. Ve görüyorum ki 'anlamsızlık' da olağanüstü zenginleşiyor. Hep şiir bulutlarına götürüyor insanı.

27.
Hiçbir şair tümüyle anlamsız şiirler, (hatta dizeler) yazamaz bence. İstese de istemese de yazamaz. Çünkü yazı, şiir-metin, ne denli gerçeğe yani bir olaya yaşama, kişisel soruna yaslanıyorsa, kilitleniyorsa o denli yakındır gerçekliğe. Başlangıcında kurgu da olsa, değişmez bir gelişmeydi bu.

Dikkat buyurulsun: sonuç demiyorum. Metnin anlamı ne oranda içselleştirdiğine de bakmalıyım hadi... İzlek, örttüğü imgesel alan ve şiire kazandırdığı son yargı ölçütlerinde anlamı da içselleştirmiştir., diye düşünüyorum. Şiir ki kapalılığı, gizemi anlama dönüştürebilendir. (Kimilerine göre anlamı anlamsızlığa dönüştürebilendir ya, neyse...)

28.
Şimdi uzun uzun bunu düşünmeye yer ve zaman ayırmalı mı?...

Şiirin kapalılık hali, şiirin ve şairinin çelişkiyi göğüsleme cesaretiyle orantılı sanıyorum, naçizane... Çünkü şiir kapandıkça kendisidir. Yani yazanın -şairin- kendisi. Çelişkinin sorgulamanın doğal sonucu; mutsuzluk nedeniyledir tabii... Kent yaşamından kaynaklanan karamsarlığı, ilişkil erden doğanhoşnutsuzluğu irdelemeye kalkıştıkça, mutsuzluğa vuracak yaşam gemisi için (ikiyüzlü bakış açısı edinmedikçe) gerçeği soluyan her birey gibi acıyla yüzleşecektir. Doğal olarak şiirine yansıyacaktır, çelişki ve acı. Öyle ya şiir acının öz evladıdır... sevincin üvey evladı!.. Hep...

29.
Yaşantımız bir bulmaca mı? Yukardan aşağıya duygu, sağdan sola akıl... Yukardan aşağıya yalan: şiir. Sağdan sola gerçek: kalabalık, şiddet, umarsızlık, yapaylık ve ölüm. Kim çözecek bulmacayı? Sevgili bulmaca yapımcısı, nasılsın ve neredeysen seni seviyorum! Seni seviyorum! Seni herkes seviyordur... Çöz şu bulmacayı: şiirin bulmacadaki düğümü kaç ilmek? Bulmacadaki şiirin kendisi kaç kırat?..

Yaşantımız neye bağlı? Daha çok sevgiye mi, yoksa daha çok us'a mı?Yanıt arıyorum. Arayıştaki yanlışlarım, sapmalarım için beni bağışla bulmaca yapımcısı. Seni sevmenin karşılığında bağışla... Bağışlamasan da sevildiğini bil: bu bulmaca çözülmez gibime geliyor, ne yazık ki!.. Çözülen şiir değildir, anlam hiç değildir, , gizem hiç değildir, kuşku hiç değil... Hafiye netsin?.. Bulmaca herkesi düğümlemiş bir kez. Şiir en derin düğümdür, yaşamak araya sıkışmış toz zerresidir belki! Onu arıyorum... Düğümü çözecek kılıcı değil. Zaten İskender'in çözemediğini biliyoruz.

30.
Ömür ertelenen yolculukların baskısı altında geçiyor. Zaman acımasızca tükenirken, koşullar hep bir yolculuğun aleyhine büyürken; acıya acıya duyumsuyor şiir, ertelenmenin ezikliğini, anlamsızlığını. Evet anlamsızlığını!.. Kim 'mustarip', yani ezgin erteleme geriliminden, en çok kim? Şiir tabii ki... Koşullar değiştikçe bedensel ve ruhsal olanaklar/olgunluklar çoğaldıkça, yatırım zemini küçüldükçe, atmosferi azaldıkça, kaçınılmaz sonun yakınlığı seziliyor yaşamın ensesinde. Hiçliğin, tat alınacak meyvelerin çürümüşlüğü daha bir yakın... an' dan anlamın geçersizliği, varlığın nesnesizliği - nesnenin varlıksızlığı saptamaya değer: şiir. Öyle ya şiirin söz konusu değerin özeğini oluşturmadığını kim iddia edebilir?..

Şiir hiçlik, şiir nesnesizlik, şiir çözümsüzlük, mutsuzluk, umarsızlık... Yani dirime ait, ölüme karşı. Öyleyse yaşasın şiir!..

* Bursalı şair Hilmi Haşal tarafından kaleme alınan bu notların ilk 36'sı Yeni Biçem dergisinde yayınlandı. Yeni Biçem dergisi kapandığı için yazı dizi Şiirli Çıkın dergisinde devam etti.

Hiç yorum yok: