13 Kasım 2011 Pazar

Bıçak - Abdullah Eraslan

bendim şehre duyulmamış öyküler anlatan
nereye gittiğini bilmeden bindim gemiye
soğuktu, ıslaktı, karanlıktı gözlerimi kapadım
uyuduğum yalnızlığımmış
trenlerde tabut taşıma tarifesinin olduğunu
öğrendiğim gün yalnız kaldım
oturup bir evin kiremitlerine
yıldırım bekledim
fazladan boş bir sayfaydım kitaplarda


ne zaman kuracağımı bilmediğim bir düşe inandım
boyum yetişmiyor çivilere
çivi dedim de
bilmiyorum hala yüzümdeki yaranın adını
körsen renkler giyme derdi annem
"gülüşünü zedeler"
bildim mat bir yalnızlıktı benimkisi
siz ne kadar severseniz o kadardım
koparıldım; katlanıp bir cepte saklandım


yalansız ama yanlış bir cümleydim boş sayfalara rastlayan
kaç kere karalandım saymadım
korkardım fotoğraflardan
olsam olsam siyah beyaz bir ömürdüm
hangi sabahçı kahvesiydi
uyudum mu hiç yüzümü masalara gömüp
sahi hiç söylememiş miydim adını
zaman acıkır; biri ölür Helen
söyledim işte; öylesine bir cümleydim, okunmadan yırtıldım


yüzümün yarısı göz izi yarısı kara
ben diye başlayan şiirler yalnızlık diye bitiyor
kimi sevsem aynı çakıl taşı büyüyor içimde
ilk kez bir kadının ağzından duydum adını
sessiz fısıltıları öper gibi söyledi
sığamadım kendime, öp ve küçült beni
göz ucumda toplanıyor yaşam
hüzne yakışan bir mevsimden ekledim sesime bu sarıyı
eskidim, eksildim, sarardım beni cebinde unuttun Helen


acemi bir sihirbazdım, çalışsam çabalasam
belki düşünüzden bir ipek çıkarırdım
bana fısıldayan akıl; çözemedim kum saatinin sırrını
şimdi çöl, gövdendeki çatlaktan sızıyor içime
okuma bilmeyen kitaplık bekçisi kadar yakışıyorum yaşama
cepte taşınan bıçak kadar sıcağım
arada bir el açıp kapıyor paslanan ağzımı
sessizce korkuyorum çünkü her bıçağın bir ölümü var Helen


boş bir sayfaydım kitaplarda unutulan
sustuğum yalnızlığımdı


Çıkın Dergisi Mayıs 2001 sayısı