13 Haziran 2010 Pazar

Arşivden : Adanus Mektupları - İKİNCİ MEKTUP : “Fısıltı Bahçesi...”

Yapılan, edilen her şey ama her şey, saniye, hatta salise sonra 'mazi' oluyor. Artık geçmiş oluyor, yani kişinin 'anı' hazinesindeki yerini alıyor. O nedenle her iş, her eylem başarılsın ya da başarılmasın, bir sonraki an'da eskiyor. Yapılan iş dendikte, şimdi şu yazılan tümce, satır, sözcük, dahası son virgül, 'geçmiş zaman'dır ve 'tarih'e aittir. Kişinin özel tarihine, yaşamındaki 'mahrem' yere kalır. Nesneleşir. Kaleme alındığı şu anda; (pardon; klavyelenip ekrana yüklendiği, son hamleyle "save" tuşuna basıldığı anda) benim için 'iş' bitiyor. Anılara katılıyor. Bu satırları okuyacak kişi veya kişiler içinse iletişim aracı, düşünme gerekçesi, fısıltı malzemesi oluyor. Bir şey daha, eğer bilgisayar hazretlerinin kalbi sekteye uğrar da elektronik bozguna, 'hard disk' çöküntüsüne toslarsa, üzerine soğuk (buzlu-rakılı) su içilir ancak. Kahır suyu diyorum öylesi içilene. Zira, virüs belası ve sistem çökmesi, birkaç kez başına geldi şu garip öğrencinin. Günlerce ateş suyunun tesellisine terk etti kendini. Sonra da eskizleri, müsveddeleri aradı çöp bidonlarında ki yeniden dizgisini yapabilsin. Ne kadar yapabildiyse tabi.

Neyse, dönelim esas konuya: Şimdi şu andan itibaren söylenecek (yazılacak) şeyler birazdan güncelliğini yitirecek efendim. 'Günce'lik ya da 'günlük' notlar mı denir, 'demin' halleri ya da 'dünlük' mü daha uygun düşer, bilemiyorum. Adnan Yücel hocanın, "Toros Güncesi" ilginç bir örnek; "Lül" dergisinin günlük türünde sunduğu, değerli bir çeşnidir. (Lül’ün ilk üç sayısına bakarak, yazısı, yani yıldızı parlama belirtileri gösteren ürün ve imzalardan üçünü söyleyeyim unutmadan: Özlem Eraslan, İlhan Kemal Kaplan ve Kusey Tangüler. Bir de Doğan Can’ın yeni ürünlerini gözlüyorum.) Günlük yazısı, yiten güncelliği barındıran, koruyan ve tarihsellik bağlamıyla yarına, bugünün yaşanmışlık belgesi olarak taşıyan edebi türdür. İşbu "Adanus Mektupları" da günlük kadar olmasa bile, bir nebze güncel yaşanmışlığı aktarmayı amaçlıyor, yarınlara denemese bile, bir sonraki aya. Öyleyse, Ezel'in günlüğü diye de nitelenebilecek mektup, günlük türünün kaplama/kapsama alanına hafifçe dokunarak, 'an'ı saptama, belgeleme denemesi sayılabilir. Günlük-mektup örtüşmesi veya karışması nedeniyle bağışlasın büyüklerim; sonuçta her ikisi de iç dökmedir...

"Adanus Mektupları" hakkında bir paragraflık daha zorunlu açıklamadan sonra, olaylara, konulara, ürünlere, yani yaşanmışlıklara geçeceğim; izninizle. Yazmak, bir bakıma an'ı mürekkebe batırmaktır. Bir adı da klavyelemek; dosyayı oluşturmak, kaydetmek ve ilk çıktıyı alıp düzeltisini yapmak, daha önce de değindiğim gibi... Sonra, tekrar aynı şeyi, evet aynı şeyi, bazen yedi sekiz kez tekrarlamak; çıktı alıp okumak ve düzeltmek. Ancak son hali 'olmuş' denebilecek kıvamdaysa e-posta yoluyla adanasanat.com’a, Memik Yanık’a göndermek, kalmaktadır geriye. 

Bir ay boyunca, el yazısıyla düşülmüş okuma notları, metnin tabanıdır. Notların elden geçirilme, yazıya dönüştürülme serüveniyse okurla paylaşılandır. Vurgulamakta yarar var: ‘Adanus Mektupları’, adanasanat.com kaynak gösterilmek koşuluyla, yayımlamak ve/ya yararlanmak üzere edebiyat sanat dergileriyle site ziyaretçilerine sunulmaktadır. Daha açıkçası, yayım konusu adanasanat.com editörüne bırakılmaktadır. Bu satırların yazarının kim olduğuysa önemli değil. Kaldı ki fısıltı iyidir, eğer hiç kimseye zarar vermezse. Naçiz edebiyat çırağı için tadına doyulmaz bir eğlencedir, sitenin sağladığı olanak; okuyandan okumayanlara yayılan bir fısıltı ağı oluşturulması. Hem, yazdıklarının merak edilip konuşulmasından kim hoşlanmaz ki? Yukarıda e-posta adresim var, ama dergisini, kitabını iletmek isteyeceklere, ‘reel’ adresimi arz ediyorum :

Ezel Balkan
(Memik Yanık eliyle)
Cemal Paşa Mah. 3. sokak,
Rona Apt. No. 15/11
Tel. 0322 - 459 71 80 Seyhan/ADANA.


Mayıs ayı süresince kent bulvarlarını, cadde ve sokaklarını, pasajları, kitapçıları, kaldırım sergilerini, sanat galerilerini dolaştım. Eski-yeni, ne var - ne yok not aldım. Zavallı birkaç orta yaşlı kent insanı, anketçi-istatistikçi sandı herhalde ki soru bekleyen şaşkın yüz ifadesiyle suratıma baktı. Normalde suratım pek öyle bakılası karizmaya sahip değil, dikkatle bakmayı gerektirecek kusur da taşımıyor. Tipik bir öğrenci, geçkin öğrenci nasılsa öyle; biraz öfkelice, biraz sorgulayıcı, yani meraklı, zararsız bir yüz işte. 

Yeni kitaplara, edebiyat sanat dergilerine odaklanıp geçirdim zamanımın çoğunu. Bazı şiir-öykü-deneme sitelerini de ziyaret etmişliğimi söylemeliyim. Adlarını sıralamaya kalksam epeyce yer tutacağı için geçiyorum. Birkaçını anıp ayrıcalıklı kılmak da haksızlık olur. Ama dileyen herkes, herhangi bir, www.(...).com'daki 'arama' yolundan (motorundan) "edebiyat", "şiir" veya "edebiyat sanat", "dergiler" vb. tanımlar girip yolculuğa çıkabilir. Ancak kişinin, bulduğu büyülü dünyanın içinde kendini kaybetme tehlikesi vardır, uyarması benden.

Yayın hayatını sürdüren, aylık veya iki aylık kültür sanat, edebiyat, şiir ve eleştiri dergilerinin çoğuna ulaştım. Bazıları da bana ulaştı. Onlardan, (iyilerden) söz etmek boynumun borcudur. Madem ki edebiyat, eleştiri, şiir heyulası işine bulaşmışım, bari edindiklerimi paylaşayım diye çabalıyorum. Beynim, dilim yettiğince.

Sanat, edebiyat dergilerimiz, Varlık, Kitap-lık, Akatalpa, Virgül, E, Edebiyat ve Eleştiri, Kum, Kül, KavramKarmaşa, Üç Nokta, Islık, ŞiirliÇıkın, Adam Sanat, Lül ve Yom. Arada erişemediğim ya da gözümden kaçan dergiler var tabi. Ad sıralama işi sıkıcıdır, çünkü unutmamak, atlamamak elde değil. Buna rağmen 'ön tedbir' olarak, karışık düzen not ettiklerimi aktarıyorum. Sadece onları gördüğüm sanılmasın. Son cümledeki tedirginliğin, zorunlu açıklamanın, bir tür kusura sığınma (ya da sıvışma taktiği) gibi algılanma tehlikesi yok mu? Var ama önleyecek ne yapılabilir ki : İnsanlık hali; gücenecek, gocunacak değilim.

Zengin içeriğiyle, haz alınarak okunan, insanın yüreğinde ve beyninde kıpırdanmalara yol açan ürünler var, adını andığım dergilerin her birinde. Dikkatimi çokça çekmiş, göz yordamıyla mimlenmiş şiirin, öykünün veya denemenin, incelemenin zikredilmesi farzdır. Tümcelerimi o minvalde kurmaya özeneceğim.

Önce Virgül dergisi Nisan 2002, 50. sayısındaki öykücülüğümüzün, günlükçülüğümüzün kilometre taşlarından Tomris Uyar'la yapılmış söyleşiye dikkat çekmek isterim. Geçmişte, (1960'lı yılların ortalarında) Cemal Süreya ile Papirüs dergisini çıkarırken belirledikleri yayın politikasını anımsıyor. Paylaşıyor: Dergilerin işlevi ne olmalı, kimler öncelikle yayımlanmalı, iyi ürünleri ıskalamaktan, haksızlıktan nasıl kaçınmalı ve nasıl en iyi biçimde değerlendirmeli. Parlayan yeni imzaları edebiyata nasıl kazandırmalı? gibi soruları temel sorun edinerek Papirüs'ün yaşamına yön bulduklarını anlatıyor. Dergi yayımcılarının, yöneticilerinin ilke belirlemede yararlanacakları, altı çizilesi sözler. Önemli bulup derkenar düşmüşüm. 

Söz konusu söyleşiden ilginç bir ayrıntıyı daha yakalayacaktır okuyanlar: sanat yapıtı üretilirken, yaşanan (başa gelen) "aydınlanma anı" hakkındaki savı... Ayrıca, yorumlanması gereken çok özel 'hal' ile ilgili, Milliyet Sanat dergisinin Mayıs sayısındaki, (Virgül'deki söyleşiyi de kaynak gösteren); "Tomris Uyar ve Adalet Ağaoğlu'ndan yola çıkarak sanatta yaratıcılık üzerine... Aydınlanma Anı" başlıklı Halûk Sunat'ın yazısı dikkate değer. Söyleşiyle karşılaştırmalı okunmalı bence. Özellikle; "yaratım sürecinde esin mi emek mi önemli ve/ya ağırlıklı yer tutar?" sorusunu sıkça soranlarca okunmalı. Sanatçı, (şair, öykücü, romancı, besteci, ressam) kişinin "aydınlanma anı" irdelendikçe, nice hoş yanıtlarla karşılaşıldığını, karşılaşılacağını bir kez daha düşünmekte yarar görenlerdenim. Olağanüstü zengin konulardandır mucize süreç; yaratım halleri.

Mayıs 2002 dergilerinden, 'göz kamaştıranlar' diye seçtiklerimi anarak sürdüreyim uğraşımı. Pek doğaldır ki benim beğeni kıstasıma göre 'göz kamaştıranlar' diyorum. Vurgulamak elzemdir ki beğeniler ortak ya da benzer olamaz. Beğeni için standartlar belirlenmemiş henüz! O nedenle zevkler ve renkler hâlâ tartışılamıyor. Görece olan, herkes için görecedir ne de olsa...

Varlık, E, KavramKarmaşa ağırlıkla, (bazı dergilerse kısmen) Filistin’deki kanlı işgali kınayan ürünlere ayırmışlar sayfalarını. "Hepimiz Filistinliyiz" sloganıyla tepki göstermişler ki katılmamak mümkün değil. Filistinli şairlerden çeviri şiirler, denemeler yayımlanmış, dikkat çekecek biçimde. Savaşın, öldürmenin hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Cana kıymanın savunulur yanı düşünülemez. İnsanlık, insancıllık (hümanizm) mazlumun yanında durmayı zorunlu kılmaktadır. Öldürmeye, kıyıma, zülme karşı...O yeter, sanatçı duyarlığı/sorumluluğu taşıyorum diyene. KavramKarmaşa dergisinde, İbrahim Berksoy benzer duygu ve düşünceleri paylaşıyor okurla. Beynine, yüreğine ve diline sağlık diyorum. Adını anmışken, derginin 24. sayıya gelmişliği ve 48. sayıyı hedeflediğini beyan etmesi harika. Dolayısıyla, başarılı yolculuğunun sürmesini dileyecektir her edebiyat sever. Alaattin Topçu'yu, Halim Şafak'ı ve öteki emeği geçenleri içtenlikle kutlamak isterim. KavramKarmaşa’nın mayıs-haziran sayısında, Adana'da yaşayan Hüseyin Ferhad'ın şiiri üzerine kapsamlı deneme-inceleme yazısı var. Söz konusu inceleme Adana'da 'mukim' bir başka edebiyat kişisi Hilmi Haşal'ın kaleminden. Ayrıca, dergideki iki şiire dikkatle bakılmalı; Hayati Baki'ye ve Alaattin Topçu'ya ait şiirlere. Bir de Hayri Kako Yetik'in 26. sayfada başlayıp 30. sayfada biten yazısı mutlaka okunsun isterim. Şiir sorunları üzerine öylesi derinlikli yazı ender üretiliyor günümüzde.

Kum dergisinde, Tuncer Uçarol'un (Ankara'daki Adana'lılardan birisi) "Dergilerdeki Şiirler" başlığı altında sürdürdüğü 'şiir okuma' yolculuğu, şiire ve şaire sevgiyle yaklaşma örnekleriyle dolu. Kaçırmayın derim. Dergideki şiirler sımsıcak. İki tanesini titizlikle okumayı unutmamanızı dilerim; Celal Soycan'ın "ev geri alınıyor"u ve Seyyidhan Kömürcü'nün "su şehri"ni.

Varlık dergisi yine başucu dergilerinden bu ay. Şiir, deneme, tanıtım, zengini diyebilirim. Nezihe Meriç'i, Buket Uzuner'i, Altay Öktem'i, Metin Cengiz'i tiryaki sabırsızlığıyla, küçük İskender'in yazılarını şaşkınlıkla, 'Edebiyat Komiseri' "Krimonolog Dr. Kemal Şahingözlü"nün sayfalarını eğlenerek okudum. Metin Celâl'in, "aşınır yorgunluğumuzda anlam, yol uzar" dizesiyle biten "becayiş" şiirini, Yücel Kayıran'ın; "insan hayallerine benzemez/yerinden oynamış nara benzer!//Adım neydi unuttum, kime benzer!" dizeleriyle biten (anlatıcı şiire örnek gösterilebilir) "nar" adlı şiirini zevkle okuduğumu belirtmeliyim. Öteki şiirlerin de hakkını teslim ederek elbette.

Yom, genç ve şık bir dergi. Yeni (6.) sayının yazıları, şiirleri ilgiyi hak ediyor. Hele, "Anlatıbilimsel Açıdan Öykü ve Olay Örgüsü" başlıklı Yörükhan Ünül'ın yazısı, öncelikle öykücüler olmak üzere, 'yaratı' külhanında hayat arayan, bütün çilekeşlere 'merhem' gelecek deneme metnidir, diyebilirim. Sayının iki şiiriyse, Hatice Asiltürk'ün "Düşüş" ve İmam Demir'in "Yutkunamayan Bilge"si. Yom'u daha da sevdim onlarla.

ŞiirliÇıkın, adı üstünde; şiiri hayatın besin nesnesi kılmış. Sözü, yol nevalesi diye özümseyen gayretin ürünü. İhsan Tevfik kotarıyor, Silivri'den... Mayıs sayısında, Ahmet Erhan, Hüseyin Peker, Yılmaz Arslan başta olmak üzere sevilecek şiirlere yer vermiş. Hilmi Haşal’ın “Şiirin Kor Kıyısı” adlı kısa kısa deneme dizsi (95-100) sürüyor. Dimağınızda ve damağınızda şiir tadıyla birkaç zaman yaşamak isterseniz, buyurun çıkından; Şiirin Halil İbrahim sofrasından.

Edebiyat ve Eleştiri, 60. sayıyla 10. yılını kutluyor. Biz de kutluyoruz, diyorum okurları adına. Turgay Kantürk'ün, "ay!.. içim."i, Hüseyin Ferhad'ın "Şimdi Kalkıp Ona Gitsem"i ve diğer imzalardan okuduğum şiirler, şiir adına sevindirdi beni. Siz de sevinin derim. Kuramsal metinler, inceleme ve denemelerle de doyurucu bir dergiyle hasbıhalde bulacaksınız kendinizi. Ahmet Yıldız’ın yönettiği iyi dergilerimizden birisi bence. Bayilerin önünden geçerken aklınızda bulunsun derim. 

Akatalpa, Bursa'dan Türkçe'ye katılan şiir yüklü edebiyat dergisi, mayısta 29. sayısına ulaşmış. Sayfalarını, Tahir Abacı, İhsan Üren, İlyas Tunç, Serdar Ünver, Hilmi Haşal, Mahmut Temizyürek, Hüseyin Peker, Ahmet Uysal, Şevket Apalak, Hüseyin Avni Cinozoğlu'nun şiirleriyle bezemiş. Sayının ağırlık eksenindeyse, 'liselerde okutulamayan edebiyat'; yazıları, Alper Akçam, Melih Elal ve Halim Hayal’den. Akatalpa'ya yakından bakın. İddialı başyazıya ve Ayşegül İzmirli'nin iğnelediklerine... Ufkunuz genişleyecektir; naçiz edebiyat heveslisinin düş bahçesi aydınlandığına göre, siz haydi haydi mutlu olursunuz.

Mersin'de çıkan Islık dergisi, Mayıs-Haziran sayısıyla sayfa adedini artırmış. Ne yazık ki geç edinebildim. Şairlerden ve şiirlerden söz edebilmek için içime sindirerek okuyacağım. Haziran mektubumda paylaşmayı umuyorum.

“E” kültür edebiyat dergisinin görsel tasarım özelliği hep albenili. Edebiyatımızdaki gündelik gelişmelerin nabzını tutma başarısı da gitgide ön plana çıkıyor. Görünen yadsınamaz. Yayımlanan ürünleri nitelikli bulmuşumdur. Mayıs sayısını sadece Elif Sofya'nın "Şaman" adlı şiirini okumak için bile olsa eline almalı, okurum diyen okur. (Özdemir İnce'nin, Hüseyin Ferhad'ın ve bilimum Şaman ustaların kulakları, pardon 'dizele'ri çınlasın; bir Şaman daha varlığını sezdiriyor işte!) E dergisi artık her ayın vazgeçilmezleri arasında. Sürekli yazanlar, zaten bilinen, sevilen kalemler. Adnan Özer'in tutturduğu maya, Hasan Öztoprak'ın titizliğiyle edebiyatımıza çeşni katmayı sürdürüyor. Buna gereksinmemiz var, sağolsunlar diyorum.

Kitap-lık dergisinin yarım tuğla kalınlığındaki yeni sayısını okumaya günler ayırmak gerekiyor. İçerik zenginliğine ek olarak, değindiği genel sorunlar nedeniyle ‘ağır’ bir dergi. Elimdeki mayıs-haziran sayısı da dopdolu. Seyhan Erözçelik'in şiirlerini, öteki usta işi ürünleri okuyanlar bana hak verecektir. Nasılsa herkesin kendi iyileri keşfedeceği ürün bolluğunda... Kitap-lık 'iyi edebiyat'ın gerekliliği üzerine kuruyor yayım politikasını. Bu sayının, 'editörün yazısı', 'iyi edebiyat'a kapılarının açık olduğunu anımsatıyor. Halbuki, ‘aktif’ yani etkin (tümünü okur varsayılan) yazar-şair cephesinden, sorun sadece kapı olamamalı kesinlikle. Birileri dert ediniyor ki yazma gereği duymuş editör. Yakınma konusu, eşiğin dışında bırakılan ürünler ve imzalarsa, üzücüdür çünkü yapıtı onaylayan zaman herkese eşittir. Bütün büyük dergilerin yayın-yönetim yeri, uzaktan izleyen yazar ve şairlere ulaşılmaz ‘sırça köşk’ göründüğü bilinir. Görüntü önyargısı yanlıştır, her ürün gönderecek kişi ince elenmiş ürünlerle çalsın Kitap-lık'ın kapısını, demeye geliyor mesaj.

Benzer konuya Üç Nokta dergisinin 2. sayısında da rastladığımı belirtmeliyim. "Turgay Fişekçi, Nevzat Çelik ve Hasan Öztoprak ile 'edebiyat ve erk' üzerine" başlıklı söyleşi, editörlükle yazarlık/şairlik ilişkisini, ayrışma ve örtüşmelerini tartışıyor. İstanbul'da yaşayanlar dahil, bazı yazar ve şarilerin bazı dergilerde, neden yer bulamadıklarına (ve büyük olasılıkla hiçbir zaman bulamayacaklarına) dair gerçekle yüzleşecektir okuyan. Turgay Fişekçi'nin sözlerini okuduktan sonraysa Adam Sanat dergisine neden şiir, öykü, yazı göndermemek gerektiğini anlayacaktır : "Daha çok her dergi kendi çevresinin ürünlerini yayımlamak için yayımlanıyor" sözleri başka yorum gerektirir mi? Evet, "Gerçek yaratıcılar erkleri kırabilenlerdir"... Doğru söze şapka çıkartılır!!! Öteki dergilerde de neden, "alışılmışın dışında isimlerle karşılaşılmamasının" yanıtını merak ediyorsanız ıskalamayın. Bu, yazan-yayımlayan çatışması, yeni değil. Bütün dünyada olduğu gibi bizde de temel başağrısı nedenidir. Çünkü insanların toplum oluşturduğu her yerde otorite, erk vardır. İnsanoğlunun, bireyin, duyma-düşünme-üretme refleksleri, ötekine, topluma göre tepkidir, hayat belirtisidir. Daha ne denir bilmem ki? En iyisi sizi adı geçen yazı ve söyleşilerle baş başa bırakmak.

Yukarıda adı geçen dergiler arasında adıyla merak uyandıran üç dergi var. Benim gibi ad'lara takmış olabilecekler için, çözmeye, açımlamaya kalkıştım. İnsan, iflah olmaz hastalık derecesinde edebiyata bulaşmışsa araştıracak bir şeyler bulmaya görsün, dayanamıyor. Dergiler; Akatalpa, Lül ve Yom. Alfabetik sıraya göre ele aldım, öyle de açıklayayım, edindiğim bilgileri. Akatalpa; anayurdu Latin Amerika olan, ama Türkiye’de de bulunan, güzel kokulu, yaprakları geniş ağaç, "Katalpa"nın önüne "a" harfinin konmasıyla kazanılmış. İsim babası da önemli eleştirmenlerimizden, 72 sayı çıkmış Yeni Biçem dergisinin yayın yönetmeni, Bursa Edebiyat Günleri etkinliğini başlatmış ve yedi yıldır yürütülmesinde etkin rol üstlenen Ramis Dara imiş; adanasanat.com'dan öğrendim. (Alın size tarihi bir bilgi daha). Lül, eylül'den koparılma ikinci hece; üzümün şarap olma hali, olgunluk kıvamı, bağbozumu, şaraplık üzüm; bir de çok güzel ama birazcık 'oynak' (hafifmeşrep demeye dilim varmıyor ya, kırıtan, kösnül) çekici kadın anlamına geliyormuş. Yom dergisinin adı da : "Yom; Yörs. Uğur, talih, iyi haber. Yörs; Yom tutmak, uğurlu sayma". (AXİS 2000 Ans. Sözlük, Milliyet/Hachette, Doğan Kitap Yay. İst. 2000) anlamlarını içeriyormuş. Umarım yararlı olabilmişimdir. Süreli dergilerden üç tanesinin, adlarının ne anlama geldiğini henüz bilmeyenler için.

Adanus fısıltılarından tadımlık haberler aktarmadan mektubumu bitirmeyeyim diyecektim ki lafın epeyce uzadığını ayrımsadım. Kısa kesmek zorunda kalacağım, bağışlayın. Ortalıkta dolaşan tınılara kulak verip süzebildiklerimin birkaçını ileteyim giderayak. “Taş Mekân” merkezli sanatsal kan dolaşımı sürüyor efendim. Etkinlikler canlı, dedikodularsa capcanlı... Ziyaretçisi eksik olmuyor. Sanatçı kısmını ayakları hep Taş Mekân’a mı sürüklüyor ne? Bütün buluşmalar oradaymış. Adana’ya gelen konuklara “hoş geldin” ve “güle güle” kahveleri orada içiriliyormuş. Son aylarda öykücüler daha çalışkan galiba diyesi geliyor insanın. Neden mi? Söylem dergisinde, İstanbul özlemini konu etmiş, (nostalji masum ‘izlek’tir) ilginç bir kısa öykü okuyacaksınız. Yazarın içtenliğine şaşırmayın; Süreyya Köle tipik bir gurbet-sıla atmosferini, o hüzünlü gel-git halini anlatmış. Öyküyü seveceğinizi tahmin ediyorum. Öteki dergilerden de güzel öyküler okudum mayıs ayı süresince. Yeni yapıtlara gelince: Hilmi Haşal'ın Hera Şiir Kitaplığı Yayınlarından Yanık Söz adlı şiir kitabı nisanda çıkmıştı. Mayısta da Hüseyin Ferhad'ın Ekin Yayınlarından ikinci basımı yapılan Cennet Diye Bir Yer’i (anlatı) çıkageldi. Turan Altuntaş'ın, Est Yayın'dan Bu Bir Nutuktur’'u (öykü) ve Zafer Doruk'un, Bilgi Yayınevi’nden, Çal Dedim Klarnetçi Çocuğa (öykü) kitapları da yakın zamanda yayımlandı.

Çukurova'nın, yapışkan sarı sıcağı bastırınca, kentte ölü mevsim başlıyor. Her yıl yaşananlar yineleniyor sanki; Adanus halkı kenti boşaltıyor, yaylalara kaçıyor. Şimdiden hazırlıklar gözlenebilir. Yaz temizlikleri, halıların kaldırılması (balkonlara dikkat), yol öncesinin işaretidir. Horzum, Meydan, Tekir, Namrun vb. yayla yollarında trafik ağırlaşacaktır bu günlerde. Göçle ilgisi var mı bilmem ama Adanus'ta, bu sıcak kentte bir bolluk bereket kıpırdanması seziliyor. Yeni romanını matbaaya yetiştirmeye çalışanlar, şiirlerini, öykülerini kitaplaştırmak için çırpınanlar... Bir telaş, bir telaş ki sormayın. Bazı genç arkadaşlar da yarışmaya gönderdikleri dosyaların/ürünlerin ne denli dikkat çekeceğini, ödül alıp almayacağını merakla bekliyormuş. Heyecan elbette tatlı bir duygudur. Hele ödüller tam bir doping etkisi yapar yaratıcı ruh üzerinde. Kentin kültür-sanat-edebiyat labirentlerinden daha çok ve ilginç fısıltılar geçmiştir o kesin ama söylenenler dinleyenlerde kalsın, malum herşeyin fazlası zararlıdır. Üstelik yer de bitti, söze paydos demenin zamanı geldi çattı... Üçüncü mektupta buluşuncaya dek, gönlünüz sanatla kalsın, bol şiirli, bal şiirli olsun efendim. Sizi özleyeceğim.

Ezel BalkanAdana, Mayıs 2002