Antolojiniz yayınlanır yayınlanmaz, ilanlarda adınızın sunumundan başlayarak, şair seçiminiz, dönemleri değerlendirme biçiminiz, yaşam öyküsü ve değerlendirme alıntılarındaki tutumunuza kadar birçok açıdan eleştirildi.
Varlık dergisine de birçok yazı geldi bu konuda. Biz de bu eleştirileri tek tek yayınlamak yerine, bir anlamda sözcülüklerini üstlenen bir tutumla sizinle söyleşi yapmayı daha uygun bulduk, Böylelikle farklı yerlerde yöneltilen eleştirilere karşı yanıt hakkınızı da kullanmış olabilecektiniz.
Giriş yazınızda, antolojiyi oluştururken nasıl bir yöntem izlediğinizi belirtiyorsunuz, ama bu noktada da eleştiriler var. Önce bunu somut kılalım isterseniz. Antolojiyi hazırlarken yönteminiz ve ölçütleriniz nelerdi?
Antoloji yayımlanalı bir aya yakın bir zaman oldu. Gazetelerde ve dergilerde bir iki olumlu değininin dışında koparılan aleyhte fırtına bana İkinci Yeni Antojojisi'nin ve Adam Şiir Yıllıkları'nın yayımlandığı günleri anımsattı. Bu benim değişmez yazgım galiba. Bu arada çıkan diğer antolojiler kimi yerleşmiş yetkelere teslim olmanın sonucu olarak olumlu eleştiriler alır, kimi de çoğunlukla suskunlukla karşılanırken benim antolojiye karşı yaylım ateş saldırıya geçilmesi, alışılmamış bir şeyler yaptığıma, bazı alışılmış yargıları zorladığıma, dolayısıyla fincancı katırlarını ürküttüğüme inandırıyor beni.
Bu defa da öyle oldu. Bir farkla: daha önceki saldırılar büyük çoğunluğuyla zaten ayrı değerleri savunduğumuz kişi ve cephelerden gelirken, bu defa ilk ve en ağır saldırıyı , kitaplarımı ve 9 yıldır hazırladığım Şiir Yıllıkları'nı basan Adam Yayınevi'nin, çıkmaya başladığı günden beri yazarı olduğum Adam Sanat dergisinin yayın yönetmeni yaptı. Çok şaşırtıcı ve üzücü bir şey oldu bu benim için. Bunu hak etliğimi sanmıyorum.
Bir antolojide şair seçimine, şiir seçimine, dönemleri ve kişileri değerlendirme biçimlerine her zaman karşı çıkılabilir, çok doğal bir şeydir bu. Sonuçta, ne kadar nesnel kalmaya çalışılırsa çalışılsın, hazırlayanın adı altında yayımlanan bir seçkide ya da antolojide her zaman bir öznellik vardır. Bundan bütünüyle kaçınılacağını sanmıyorum ben. Antolojinin üzerinde hazırlayanın adının bulunması kendiliğinden böyle düşünmeyi gerektirir .Memet Fuat'ın, Ataol Behramoğlu'nun, Ahmet Necdet'in, Yılmaz Odabaşı'nın ve Mehmet H. Doğan'ın antolojileri arasındaki benzerlikler nesnel yargıları, farklılıklarsa öznel yargıları ve değerlendirmeleri yansıtır. Bu öznellik antolojiye adını veren hazırlayıcının doğal hakkıdır.
Hakkıdır, ama bu öznellik de eleştirilebilir, seçimlere karşı çıkılabilir. Doğal olmayan şey, ayıp olan şey -bundan başka bir sözcük bulamadığım için üzgünüm- kimilerinin eleştirilerini, antolojiyi yayımlayan kurumun gazetelere, dergilere verdiği ilan metnine dayandırması.
Sanki ''Türk şiirinin yaşayan en önemli eleştirmen" sözleri bir ilan metninde geçmiyor da, benden menkulmüş ya da ben sorgusuz sualsiz kabul etmişim bu unvanı! Hayır beyler, bu bir ilandır ve ben ''Türk şiirinin sadece bir eleştirmeni''yim. Büyüklük, önemlilik, isteyene mübarek olsun. İşin bir başka gülünç yanı, Özdemir İnce ve Turgay Fişekçi'nin, sözü geçen reklam metnindeki bu sözlere dayandırdığı eleştirilerinin yayımlandığı Adam Sanat dergisinin Haziran 2001 sayısının 93. sayfasında aynı reklamın çarşaf gibi tam sayfa arz-ı endam ediyor olması. Reklam metnindeki ifadeyi kabul etmiyorsanız, derginizde neden yayınlıyorsunuz? Yok, bunun yalnızca parası ödenerek yayınlatılan bir reklam olduğunu düşünüyorsanız -ki doğrusu da budur- saldırılarınızı neden ona dayandırıyorsunuz? Bunun yanıtını da ben bekliyorum İnce'den ve Fişekçi'den.
Özdemir İnce'nin ''tuhaf'' yorumlarını da içeren saldırgan yazısı ile Fişekçi'nin nedenlerini anlamakta güçlük çektiğim saldırıları daha uzun ve ayrıntılı bir yanıtı hak ediyor, daha sonra başka bir yerde vereceğim.
Sorunuzdaki diğer konulara geçiyorum şimdi: Sizin de belirttiğiniz gibi Antoloji'nin Önsöz'ünde "antolojiyi oluştururken nasıl bir yöntem izlediğimi" açık açık belirttim, fakat anlaşılan önsöz okuma alışkanlığı olmayanlar bu Önsöz'ü de okumamış ya da dikkatle okumamış. Başta Turgay Fişekçi, ''Önsöz''ü ve ''Yüzyılın Türk Şiiri, 1900-2000" yazısını dikkatle okumuş, antolojinin yöntemini kavrayabilmiş olsaydı, hem Cumhuriyet gazetesinde hem de Adam Sanat dergisindeki şu garip savı öne sürmezdi: "çağdaş" şiirimizin doruklarından, başka hiçbir şairin yapamadığı gözüpek yenilikleri tek başına gerçekleştirmiş Can Yücel üstüne tek satır yok. En azından Antoloji'yi alıcı gözle inceleseydi, II. Cildin 74. ve 75. sayfalarında Can Yücel ve şiiri üzerine ''tek satır'' değil, tam 1.5 sayfalık yazıyı görürdü. Ama Adam Sanat gibi önemli bir derginin yayın yönetmeni olmak kolay değil tabii.
Antolojiyi hazırlarken uyguladığım yöntemin ve ölçütlerin açıklandığı Önsöz'ü buraya bütünüyle almak isterdim, ama hem yer hem de zaman bakımından ayıp olacağı için belli başlı noktalarını kısaca belirtmek daha uygun görünüyor bana.
Antoloji ''Türk şiirinin yüz yılını kucaklamak, kapsamak amacını taşıyor... en yaşlısı 1862 doğumlu.1900'den sonra kitap yayımlayan şairlerden, en genci 1978 doğumlu, ilk kitabını yayımlamış ya da henüz kitabı olmayan ama 1990'lann sonunda şiir yayımlayan, "şiirde belli bir düzeyi tutturmuş şairlere kadar geliyor"
Antoloji hem genç kuşaklara şiiri sevdirecek, onları şiir tarihimizdeki en güzel örneklerle şiir eğitimine hazırlayacak bir seçki, hem de edebiyat tarihine gereç oluşturacak bir belge olması amaçlanarak hazırlandığı için, şair ve şiir seçiminin, seçilen tarih dilimi içinde gerek akımları, grupları, gerekse şairlerin kendi şiir serüvenlerini yansıtacak biçimde yapılması öngörülmüştür: ''Bir akım nasıl başladı, nasıl sürdü, şiiri nereden aldı, nereye getirdi? Bir şair hangi dönemlerden geçti, bu dönemlerde şiiri nasıl bir değişime uğradı. 'Bunun dışında belli izlekler, belli eğilimler çevresinde toplanmış şairler seçilirken, bunların hepsi değil o grubu en iyi temsil edecek olanlar seçildi.
Şairleri bu dönem ya da akımları temsil etmedeki ağırlıklarına ve kalıcılıklarına göre seçip doğum tarihlerine göre sıraladım. Dönem içinde görünüp de günümüze kalamamış, çoktan unutulmuş ikinci, üçüncü dereceden şairleri almadım. Bunun yanında, hiçbir döneme, akıma, eğilime girmeyen, kendi başlarına adacıklar oluşturan şairleri bu dönemlerin arasına, doğum tarihlerine göre yerleştirdim.
"İlk dönemlere giren şair sayısının az olduğu, günümüze yaklaştıkça bu sayının arttığı görülecektir. Bunun nedeni, 1960'lardan önceki gruplaşmalarda Zaman'ın gerekli elemeyi zaten yapmış olması, günümüze yaklaştıkça bu ayıklanmanın tam anlamıyla henüz yapılmamış olmasıdır. Zamanın henüz yapmadığı elemeyi benim şimdiden yapmamın bir acelecilik, gereksiz bir zar atma olacağını düşündüm."
Yine de bu, en çok tartışma yaratacak olan III. cilde son 25-30 yıl içinde adı geçen şairler arasında bir seçme, eleme yapmadan çok fazla şair -yüzlerce! -alarak antolojiyi okunmaz duruma getirme iznini veremezdi bana. İşte burada kendi yargılarıma kendi tercihlerime göre davrandım. Hemen bütün antolojilerde olduğu gibi kavgayı başlatan da bu oldu: "O var da ben niye yokum?'' Sanıyorum, bir antoloji hazırlayıcısına sorulacak en anlamsız soru da budur. Antolojiye kimi, kimleri alacağımı birilerine soracak olsaydım, önce adı bu olmazdı antolojinin, sonra da üzerine kendi adımı koymazdım. Evet, antolojiyi Erdal Alova'nın dediği gibi 'kendi kişisel görüşüme göre yaptım'. Başka nasıl olabilirdi ki.
"Bazı şairlerin antolojiye alınmaması benim kendi seçimim" diyorsunuz Milliyet Sanat dergisinde. Yıldırım Türker ve İnci Asena ile ilgili gerekçelerinizi de belirtiyorsunuz. Nihat Behraın, Nevzat Çelik, Akgün Akova gibi isimlerin, kitap yayımlamamış kişilerin bile yere aldığı bir antolojide bulunmaması yadırganıyor.
Adam Şiir Yıllıkları'na dokuz yılda giren şair sayısı 336. Yıllıkları temel kabul edip bunların hepsini antolojiye alamazdım. Yıl1ıklarda uygulanan yöntemle şiirimizin yüz yılını değerlendirme savında olan bir antolojide uygulanan yöntem aynı olamazdı. Her ikisinde de seçim bana ait olduğu halde uygulanan yöntemin farklılığı kimi şairlerin antoloji dışında kalmasına neden oldu.
Burada, ''bir süre daha" demek gereğini duyuyorum. III. cilt, Önsöz'de de söylediğim gibi, yeni baskılarda her zaman değişime uğrayabilir. Yıldırım Türker ile İnci Asena için verdiğim gerekçeler, ufak tefek değişikliklerle, Antoloji'ye alınmayan bütün şairler için geçerlidir. Bu gerekçeleri şimdi burada teker teker açıklamamın ne gereği olduğunu ne de buna zorunlu olduğumu sanıyorum. Ben seçimimde nasıl özgürsem herkes de istediği gibi düşünmekte, bu seçimleri yadırgamakta özgürdür. Size önemli gelen bir isim bana önemli gelmeyebilir ya da tersi. Ama kesinlikle bilinmelidir ki, seçimlerde Ahmet Necdet'in dediği gibi 'duygusal nedenler' hiç rol oynamamıştır. Oynamış olsaydı kimi şairlerin orada olmaması, kimilerininse olması gerekirdi. Ahmet Necdet'in antolojide yer almamasının tek nedeni 1995'ten sonra şiirinde devamlı bir düşüş göstermesidir, yine bana göre tabii. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu'ndan aldığı şiir ödülünü, 1995 Şiir Yıllığı'nda ''TDK Şiir Ödülünü aldı'' şeklinde bildirmemiş olmamı bir türlü kabul etmemekle asıl duygusallığı kendisi göstermektedir. Burada tekrarlıyorum: aldığı ödül Dağlarca'nın, Necatigil'in, Süreya'nın, Cansever'in aldığı TDK Şiir Odülü'nün aynı ya da eşdeğeri değil, AKDTK Şiir Ödülü'dür. Bu da bazı şeyleri belirler herhalde. Şairler antolojiye alınmama nedenlerini biraz da kendi şiir süreçlerinde arasalar, diyorum. Çok zor bir şey bu tabii, ama gerekli.
Şairlerden şiir seçerken, kuşkusuz yayınladığı kitapların sayısını da, geçirdiği şiirsel değişimleri de göz önünde bulundurdunuz. Bu noktada yöneltilen eleştiriler oldukça ilginç; dostlarını ve meyhane arkadaşlarını kayırmış, bu yüzden de özellikle üçüncü cilt fazla hatırşinas olmuş diyenler bile var.
Bunlar ciddiye alınamayacak kadar gülünç savlar. Kimler, nasıl saptamışlar benim kimi tanıyıp kimi tanımadığımı; kimlerin dostum, meyhane arkadaşım olduğunu? Antolojiye girenler arasında yıllardır tanıdığım şairler de var; bir kez, iki kez karşılaşıp konuşmuş olduğum şairler de var; daha hiç yüzünü görmediğim şairler de. Antolojiye girmemiş kimselerin arasında gerçek dostlarım, kişi olarak sevdiğim kimseler olduğu gibi, girenler arasında daha tanışmamış olduğum kimseler de var.
Ama ben yine de üşenmedim, oturdum tek tek gözden geçirdim son cildi: "dostum ve/ya meyhane arkadaşım" diyebileceğim beş altı isimden fazlasını bulamadım. Tersine, dostlarımdan ve meyhane arkadaşlarımdan olup da antolojide olmayan daha çok kişi var. Bilenler bilir bunların kim olduğunu, ama burada, sözcüğün tam anlamıyla "meyhane arkadaşım" diyebileceğim Ahmet Necdet'in dışında, ad vererek kişiselleştirmek istemiyorum sorunu. Bu savı ileri sürenler, Mehmet Taner'i, Sina Akyol'u, Enis Batur'u, Ali Cengizkan'ı, Hüseyin Ferhad'ı, Haydar Ergülen'i, Orhan Alkaya'yı, Seyhan Erözçelik'i 'dostum ve meyhane arkadaşım' oldukları için kayırdığımı söylemek istiyorlarsa yanılıyorlar, çünkü şiirimizin 20-30 yıllık geçmişinde önemli şair adları sayarken hep bu adları verdiğim, yazılarımda yıllık değerlendirmelerimde, soruşturmalara verdiğim yanıtlarda belgeleriyle sabittir. Bu şairlerin şiirlerine önem verdiğim, geleceğe kalacaklarına inandığım için ötekilerden biraz daha fazla sayfa ayırdım kendilerine.
Bir başka eleştiri de, yaşamöyküsü ve değerlendirmeler üzerine. Eşitlik ilkesine uymadığınız, adil davranmadığınız, bu nedenle de nesnel kalamadığınız öne sürülüyor. Her şair için değerlendirme alıntılarına yer vermemenizin özel bir nedeni var mı?
Yaşamöykülerini yazarken, ansiklopedilerden, daha önce çıkmış antolojilerden, şair ve yazarlar sözlüklerinden, şairlerin kitaplarının içinde ya da arka kapaklarında verilen bilgilerden yararlandım. Ulaşabildiğim kişilerden ayrıntılı yaşamöykülerini yazıp bana iletmelerini rica ettim. Bunlardan yirmisinden yanıt geldi ve ben de bunlardaki bazı bilgileri kullandım. Yaşamöykülerindeki kimilerine yersiz, garip(!), banaysa çok doğal gelen ifadeler tamamen bu yanıtlardan alınmadır. 'Eşitlik ilkesine uymadığım, adil davranmadığım' savlarında kastedilenler bunlarsa, merak ediyorum bu eşitsizliğin (!) kime zararı dokundu? Kimi şairler, askerliğini nerede yaptığını; yabancı dile çevrilen ilk kitabının yayıncı bulamadığını, şiirlerin yurtiçi ve yurtdışı bazı yerlerde okuduğunu; şiirlerinden bazılarının bestelendiğini; 'Rus çocuklarıyla gittiği okulda ilk kültür şokunu yaşamış olduğunu; birtakım yazar örgütlerinde üye olduğunu yaşamöyküsünde belirtme gereğini duymuşsa bundan kime, ne zarar gelir ki? Bunun adalet duygusuyla ne ilgisi var? Kimin hakkını yemiş oldum bu yolla? Olsa olsa yaşamöyküsünü renklendirir bu bilgiler. Kimlik cüzdanı gibi bir örnek, kuru bilgiler içeren yaşamöykülerinden iyidir herhalde. Anlaşılan herkes, kimsenin kendisinden bir milim ilerde olmasını istemiyor.
Her şair için değerlendirme alıntılarına yer ver/e/memiş olmamın III. Cilde özgü bir eleştiri bu- çeşitli nedenleri var; kendilerinden şiir seçmekle zaten bir değerlendirme yapmış olduğum kimi şairler üzerine ayrıca yorum getirmemem, başta da söylemiş olduğum gibi, "aceleci ve gereksiz bir zar atmak" istemediğimden ya da şiirleri üzerine önemli, kalıcı yorumlar bulamamış olmamdandır. Ama yapılan eleştirilerden en haklı bulduğum eleştirinin bu olduğunu da kabul ediyorum: Evet, kimilerinde bu yorumlar eksik; olsaydı daha iyi olurdu. Bu eksikliği, olursa, ilerde yapılacak baskılarda tamamlamaya çalışacağım.
Şu ana kadar çeşitli yayın organlarında çıkan yazıları göz önünde tuttuğunuzda, yeni baskıda kimi değişiklikler yapmayı düşünüyor musunuz?
Bu sorunun yanıtını yukarda kısmen verdim sanıyorum. Her yayında olan ama aslında olmaması gereken dizgi yanlışlarını, eksiklikleri, noksanları düzeltmek, tamamlamak elbette ki görevimiz. III. cildin zaman içinde güncelleştirilmesi, dolayısıyla değişikliklere uğraması çok doğal, bunu zaten önceden söyledim.
Antolojiler de eskir zamanla. Hazırlayıcıya ve yayınevine düşen, bu eskimeyi zamanında fark edip gidermektir. Ama antolojinin yapısına, seçme yöntemime, özellikle kendi değerlendirmelerime gereksiz, haksız karışmaları dikkate almayacağımın da bilinmesini isterim.
--------------------------------------------------------------------------------
* Varlık dergisinin Temmuz 2001 sayısından alınan bu söyleşi Enver Ercan tarafından yapılmış. Bu söyleşide keşke Enver Ercan başka sorular sorsaydı veya Mehmet H. Doğan daha açıklayıcı yanıtlar verseydi. Mehmet H. Doğan en azından son yıllarda Adam Yayıncılık ile arasına giren kara kedi hakkında bilgi verebilirdi. Bu metin burada yayınlanmasına Ercan beyin bir itirazı varsa bizi haberdar etmesi yeterlidir.