18 Mart 2011 Cuma

Oray Eğin - Latif Demirci İle Söyleşi

'Press Bey'le arkadaş olamazdım'
Belki büyük kurumlar, kendilerine saldırılmasın diye açıklarını kapatacak ufak supaplar bulup, en ufak bir eleştiride bunları gösteriyorlar. Hürriyet gibi bir gazetenin kendi kendisini eleştirmediğini iddia edenlere cevap hazır: 'Press Bey' ne güne duruyor?

Ertuğrul Özkök, ta GazetePazar'dan beri Latif Demirci'nin Hürriyet için bir şeyler yapmasını istiyormuş. Press Bey işte böyle, sadece bir haftada ortaya çıkmış: Belki de büyük kurumlar, kendi kendilerini koruyacak yapay muhalefet unsurlarını arayıp bulmaktansa sadece iyi işe, doğru ürüne değer veriyorlardır..

Tepelerde yaşayanların akıllarından geçeni anlamak güç. Öte yandan, doğru bir adım atılmışsa, öküz altında buzağı aramanın hiç mi hiç anlamı kalmıyor.

Mizahçının Hürriyet'te tutunması zor mu?

Benim için Hürriyetin çok satması önemli bir şey. Karikatürün çok fazla insana dağılması bakımından. Ama bu yüzden de çok ince espriler yapmamaya çalışıyorum. Dört kişi anlayıp, iki kişi gülsün diye değil de, biraz daha anlaşılır olmayı istiyorum. Çünkü az çok Hürriyet okurunun kimler olduğunu biliyorum. Balon gerekmiyorsa bile, daha da anlaşılır olsun diye balon yazıyorum.

Anlaşılma kaygınız olmadan daha rahat çiziyor muydunuz?

Yo, hep anlaşılsın istiyordum. Nokta'da Çizerken de Nokta okurunu biliyorsun, espriyi daha ince yapabiliyorsun. Press Bey'de ilk başlarda daha çok gazete içinden espriler yapıyordum, şimdi çok içeriden yapmamaya özen gösteriyorum. Giderek gazetecilerin güldüğü, onların anlayacağı esprilere dönüşecekti. Ondan kaçtım. Şimdi daha çok evde geçiyor, gazeteye gidip gelmiyor.

Press Bey'den önce medyayla çok ilgili miydiniz?

Çok içinde değilim ama biliyordum neler olduğunu. Medyayla da bir derdim yok. Medyayı eleştireceğim diye yola çıkmadım. Press Bey'i reklamcı da yapabilirdim ve yine gündelikçisi, karısı, şoförü olurdu. Basında Olmasının, espri dünyasını biraz daha genişleteceğini düşündüm. Sadece 2000'li yıllarda yaşanan bir hayat, farklı bir sürü insanın bir aradaki halleri derdim.

Bu karakter nasıl şekillendi?

Aslında 80'lerde çizdiğim tek tük karikatürler vardı. Bu da çizdiğim bir tipti. 12 Eylül sonrası entelleri, küskünleri, tutunanları, tutunamayanları tek tek karikatürler halinde yapıyordum. Bunların hepsinin yansıması Press Bey.

Onu seviyor musunuz?

Seviyorum. İnsan bir tarafı var. Yumuşaklığı, insan sıcaklığı yansıyor. Sevmeden de çizemezmişim gibi geliyor. Güllü'yü de seviyorum, karısını da...

Kalabalık değiller mi?

Beş tane tip var ama artık oturdu. Bazen bir hafta birinin üzerine gidiyorum, kişiliği oturtmak için. Bazen üç hafta birisi olmazsa, fark etmez artık. Çünkü artık insanlar biliyor.

Peki Press Bey'le arkadaş olur muydunuz?

Arkadaş olamazdım herhalde. Ama oturmak isterim onunla bir masada. Muhabbet etmek isterim. İyi malzeme verir çünkü. Ama arkadaşlık başka.

Biraz cahil mi?

Hayat hakkında o kadar bilgili değil. Belki başka şeyler biliyor ama dışarı çıkınca korunmasız kalıyor. Onun için de halkın arasına karışmıyor. Hayatın içinde yaşıyormuş, halkı tanıyormuş gibi yazıyor ama halbuki değil.

Gazeteci olarak da etikten yoksun, bütün değerleri yamultmuş sanki...

Evet, yok öyle şeyleri. Öyle şeylerle yüzleşmiyor da zaten. O hayatı başka türlü yaşıyor, kurmuş kendi kendine. Evinin içinde. Onu belki diğerleri sempatik yapıyor, koruma ya da Güllü...

Press Bey çok kazanıyor mu?

Köşe yazarlığına 90'lardan sonra başladı diye düşünüyorum. Güneş'te falan başlamıştır herhalde, belki bir Cumhuriyet tecrübesi de olabilir. İki arada bir derede, bir girmiş çıkmıştır.

Böyle biri için 'liboş' falan demek ağır mı olur?

Öyle görmüyorum Press Bey'i. Karısı bazen öyle zannediyor aslında, 'Sen eski Marksist misin?' diyor bir yazısını okuduğunda...

Acaba çok okunan bir yazar mı?

Sanmıyorum. Çok etkin, popüler bir yazar değil. Kendi çapında yazıyor.

Herkes soruyor: Kim bu Press Bey'?

Bir sürü insan da 'Press Bey benim' diye yazıyor. Tuhaf bir şey tabii karikatüre 'Benim' demek. Sevimli buluyorlar herhalde. Aynı espriyi köşe yazısı yapsam, böyle bir şey gazeteye girmeyebilir ya da kızabilirler.

Press Bey'in ardından köşe yazarları aramaya başladı mı sizi?

Hayır, özel olarak değil ama rastlaştığımızda 'Bayılıyorum, harika' diyorlar...'Beni çizmişsin' diyenler de oldu. Ben de 'Öyle mi olmuş?' gibi şeyler dedim: "Ben de tam o konuyu yazmıştım" diyor ve kendince denk getiriyor. Halbuki ben okumamışım o yazıyı! 'Karikatürden çıkış alıp verir misin?' gibi taleplerde bulunuyorlar.

Press Bey'in bir geleceği var mı?

İşten atılmadı bu son dönemde (Gülüyor). Başka tipler girer mi, çıkar mı, bilmiyorum. Her hafta bekliyorum aslında ne çizeceğim diye. Bir ara bir çocuk düşündüm, tipini de çizmiştim, sonra vazgeçtim. Bir depremzede çocuğu evlat ediniyorlardı. Adını da buldum hatta; Artçıcan... Onunla daha çok Güllü ilgileniyor, servise bindiriyor falan. Deprem sonrasıydı bu, kalıcı bir tip olacaktı. Ama o zaman çok olacak diye düşündüm bir altıncı karakter. Bir çocuk aslında yeni bir şey getirirdi. Media'nın hamileliğini de düşündüm bir ara. Ama şu anda bilmiyorum.

Sahi, Kanat Atkaya'nın yazdığı gibi az konuşan biri misiniz?

Hayır, benim hakkımda öyle bir şey çıktı ya. Bazen çok geveze olabiliyorum, bazen de durabiliyorum. Ama sanki ben evden çıkmaz ve konuşmazmışım gibi oldu. Hiç değilim halbuki. Bazen de oluyorum ama ne bileyim. Karikatür öne çıktığı zaman bir şey oluyor, duruyorsun. Ya senden espri bekliyorlar, onu yapmayacağın bir zaman oluyor. Ama bazen 'Ya ne gevezesin, sus kardeşim' oluyor.

Bir de mizahçı hep 'sessiz adam'ı oynar ya...

Benim için öyle bir şey olduğunu zannetmiyorum. Karikatürcülerin bir dili var; O dili anlayan ve ona katılanlar olduğu zaman muhabbet uzuyor, tırmanıyor. Durdurulamayan bir dil oluyor. Katılmayan biri olduğu zaman ise kendimi geri çekiyorum, aklıma gelse de bir şey söylemiyorum.

Karikatürcünün kısıtlı yerde, az sözle çok şey anlatma derdi yok mu?

Sözden, kelimeden uzaklaşmakta bir şey var galiba. Çünkü ben hakikaten bazen karikatür gibi düşünüyorum. Mesela bir film izliyorum, oradan hemen bir karikatür çıkarıyorum. Halbuki yanımdakiler başka bir şeyi görüyorlar. Bense çocukluğumdan beri böyleyim. Kendim de farkında değildim ama bazen kendinle dışarıdan gelen bir sözle yüzleşiyorsun. İki sevgili oturur mehtaba bakar, ben mehtaptan karikatür çıkarmaya çalışıyorum. Gündelik hayat içinde öyle bir kopukluk var.

Böyle yaşamak zor değil mi?

Herhalde bir alışkanlık var artık. Hayata öyle bakıyorum, öyle görüyorum. 12-13 yaşında başladım böyle bir iş yapmaya. Başka bir tercihim de yoktu zaten. Demek ki öyle bir kafam vardı. 75'te çalışmaya başladım ve üç aylık askerlik dışında çizmediğim olmadı. Orada da binlerce asker çizdik; havuzun oraya falan (Gülüyor)...

Karakter yaratmaya ne zaman başladınız?

Gırgır döneminde başladı. Bu kendiliğinden çıkan bir şey, istediğin zaman olmuyor. Düşüneyim de bir tane daha bir şey yapayım dediğin zaman olmaz. Birikmiş bir şey oluyor ve ona artık bir ifade buluyorsun.

Miadı ne zaman doluyor?

Ben hissediyorum. Galiba 6-7 yıl sürüyor. O süre içinde kendimi tekrarlamaya başlıyorum. Esprilerin bir versiyon farklısını yapmaya başlıyorum. Onları çakmaya başlarsam 'Tamam, bitmiştir' diyorum ve başka bir şey üretmiyorum. Bitiriyorum. Demek ki sıkılmışım. Mesela şimdi Press Bey dört yıllık galiba. Henüz sıkılmadım. Hâlâ fark ediyorum, espriyi yaparken gülüyorum.

Peki bir karakteri bırakırken hüzünlü bir veda oluyor mu?

Hayır, hiç olmuyor. Demek o bitmiş bende. Yeni bir şey gelecek diye düşünüyorum.

Yurtdışında karakterler daha uzun ömürlü değil mi?

40-50 sene devam ediyor. Sen bıraktığın zaman insanların hâlâ sevdiği, okuduğu bir şey oluyor. Ben yapamıyorum. Herhalde okurdan çok, kendimle daha ilgiliyim (Gülüyor). Çizerken en başta kendim keyif almak istiyorum, gülmek istiyorum. Zaten basıldıktan sonra sadece düzgün basılmış mı diye bakıyorum. Yoksa sadece çizdiğim gün çok keyif alıyorum.

Türkiye çok değişken olduğu için mi karakterler de hemen tüketiliyor?

Yurtdışında fabrikasyon gibi. 35 kişi falan çalışıyor bir karikatür üzerinde. Artık onu yaratan adam ne esprisini buluyor, ne çiziyor. Belki sonunda şöyle bir bakıyor. Artık başka bir şey haline geliyor o. Ben hep balonunun çizgisine kadar tamamı benden çıkmalı diye düşünüyorum. Titizlik değil de, bundan keyif alıyorum.

Bir çizerin sadece işine bakarak, onun nasıl biri olduğu anlaşılır mı?

Ben çizerlerden çıkarıyorum. Çizgisi bile kendisiyle ilgili ipuçları veriyor. Press Bey'de de benden bir şeyler vardır mutlaka ama koruma karakterinde de vardır. Ben seviyorum o insanları. Sevmeden çizemem zaten.

Sanki uzun soluklu bir Hürriyet okuru olduğunuz çıkıyor Press Bey'den. Öyle misiniz?

Çocukluğumda evde Milliyet okunurdu aslında. İlk karikatürleri orada gördüm. 'Güngörmüşler', Altan Erbulak, Bedri Koraman... Zaten sonra ilk kez karikatürcü olarak Altan Erbulak'a gittim. Sonra bir-iki yıl tiyatroya gitmeye başladım. Ama nereden cesaret bulduğumu da bilmiyorum. Bizim oturduğumuz yere yakın tiyatrosu vardı, karikatürcü olarak da onu biliyordum. Kısa pantolonla, çizdiğim şeyleri de kolumun altına alarak gittim.

Hürriyet'te çiziyorsunuz diye mizahçı
çevrelerden tepki topladınız mı?

Hayır, aslında tam tersi bir durum söz konusu. Ben işte on sene önceki Latif'im. Başka bir yerde- olsam da bunu yapacaktım, burada da aynı şeyi yapıyorum. Başka biri olup da başka bir şey çizmiyorum. Gazete olması başka bir şey. Eğer mizah dergisinde olsaydı bu kadar ilgi çekmeyebilirdi.

* Oray Eğin tarafından yapılan bu söyleşi 19 Ocak 2002 tarihli Radikal gazetesinin Cumartesi ekinden alındı. Şu aralar Oray Eğin kalemine hayranlık duyduğum yazarlardan birisi. Nerede yazısına rastlasam okuyorum. Baktım; adanasanat.com'un arşivinde Oray Eğin imzalı bir söyleşi var burada sizinle paylaşmak istedim. Olur ya Oray bey "benim söyleşiyi izinsiz yayınlamışsınız derse hemen kaldırırız".