4 Mart 2011 Cuma

Bir Öykünün Öyküsü - Samim Kocagöz(*)



İnce dudaklarını kanatırcasına dişlerinin arasına almıştı. Kapkara gözleri dolu dolu, esmer yüzü sapsarıydı. Yumruklarını sıkmış, iki dizinin üstüne basıyordu. Oturduğu yarım avlu duvarının ucundan, gecekondulara çıkan dik merdivenli yolun altbaşı görünüyordu. Karşıda körfez, batıya ağan güneşin ışıklarıyla tozpembe, alam alam parlıyordu. Kent, körfezin kıyısında çepeçevre ince bir sis içindeydi. Kızın giysilerinden, soluk kül rengi ceketinden, başını sarıp sarmalayan ince atkısından; sanki bütün mahalleye, boğucu bir tütün kokusu yayılıyordu. 0, bu kokuya alışmıştı; ciğerlerini kavursa da duymuyordu.

İş dönüşü, denize karşı bayıra tırmanan mahalleyi bir yangın yerine dönüşş olarak bulmuşlardı. Yıkılan ince kerpiç, tuğla duvarlar.. çöken çatılar.. kurşunlanmış kapılar delik deşikti. Tütün Mağazalarından dönen işçi kadınlar, kızlar; delidivane olmuşlar; dar çamurlu yollarda koşuşuyorlardı. Gözler yaşlı, yürekler ezikti. Bağışacaklardı, bağıramıyorlardı. Yakınlarını, çocuklarını, kardeşlerini. Eşlerini çağıracaklardı, çağıramıyorlardı: Mahallenin altını üstünü, sağını solunu, Güvenlik Güçleri tutmuştu. Güpegündüz bir korku basmıştı ortalığı. Mahallenin genç erkekleri, kıyıdaki karayoluna dizilen otobüslere doldurulmuştu. Öyle konuştuklarını duymuştu. Kız, otobüslerin gittiğini görmemişti geldiğinde. Ortalıkta, evlerde gece vardiyasına gidecek kimsecikler kalmamıştı. Erkan'in yaşlı anası, babası da karşıdaki iki göz evlerinin devrilen dış kapısının yanında oturmuş kalmışlardı taş gibi ...

Güneş körfezin batısında renk cümbüşü içinde yitti gitti. Sular kararmaya başladı. Kentin doğusundaki dağların ardından bir yolcu uçağı koptu geldi; alçaldı körfezin üstünde. Kentin kuzeyindeki alana indi. Gecekonduların tırmandığı tepelerin doruğundan Güvenlik Güçleri göründü; üçer ikişer evlerin arasından aşağıya doğru inmeye başladılar. Kız, oturduğu yarım avlu duvarından öylece gecekondulara çıkan merdivenli yolun altbaşına bakıyordu. Biraz ötesinde iki Güvenlik Gücü yetkilisi durdu. Dikkatli dikkatli ona bakmaya başladılar. Kız onları görmedi. Ne ki gerideki basık odanın kapısının aralığından kaç saattir kızını gözetleyen ana gördü; yüreği cız etti. Kız, arkasından anasının sesini duydu: 'Akşam ayazı çıktı kızım.. yürü eve, üşüyeceksin...' Dönüp bakmadı anasına. Güvenlik yetkilileri, bir anaya dönüp baktılar, bir kıza dönüp baktılar; sonra da yürüyüp gittiler. Ana, gözleri onlarda, ellerini kızının omuzlarına koydu. Kız, şöyle bir büküldü, eğildi; ananın yamru yumru parmakları, korkudan titreyen elleri boşlukta kaldı. Çaresiz geriye döndü. Karşı evin devrilen kapısı yanında oturan yaşlılara yönelecek oldu, vazgeçti, evine girdi.

Yaşlı adam, telaşlandı, birden doğrulup ayağa kalktı. Sonra bir soluk aldı, sakinleşti. Ellerini arkasına vurup ağır ağır yürüyüp kıza yaklaştı. Duvarın dibine çömeldi. Alacakaranlıkta yüzü pek silmiyordu ama kırcıl sakalları diken dikendi. Kendi kendisine konuşur gibi,'

Erkan'ın hiçbir suçu yok. Bir işe karışmadı.. Gelecek .. bırakırlar elbette” diye söylendi. '

Kız, öfkeyle birden dönüp babaya baktı. Sonra sakince başını, gözlerini uzaktaki denize çevirdi. Dişlerini sıktı; dudakları acıdı.

Aşağılarda sokak lambaları yandı. Kentin aydınlığı körfeze sarktı, gökyüzünü pembeye boyadı. Evlerin pencerelerinde ölü ışıklar belirdi. Güvenlik güçleri çekilince. mahalle yeniden kaynaştı. Kapıdan kapıya seslenmeler, konuşmalar... Kapıların önünde, küçük avlularda toplaşmalar, söyleşmeler... Dar, çamurlu sokaklarda gidip gelmeler.. dolaşmalar... Çocukların koşuşmaları.. bağırışmaları... Karanlık daha da basınca, pencerelerin çekilen perdelerinden sızan benek benek ışıkların içinden geçen gölgeler, aşağıda, anayolun yakınındaki kahveye inmeye başladı. Kimi evlerin. dışına nedense eşyaları çıkarılmış atılmıştı. Şimdi bu eşyalar yanan şavkların ışığında içeriye alınıyordu. Kız, hep artık pek görünmese de merdivenli dik yolun altbaşına bakıyordu. Zaten bakarken hiçbir şey görmüyordu. Yalnız yükseklerden, tepelerden gelen köpek sesleri kulaklarını tırmalıyordu.

Neden sonra yaşlı adam, kızın yanından uzaklaştı. Ne dediyse ne söylediyse Kız'a duyuramamıştı. Duymak istememiş, dinlememişti. Odanın kapısının aralığından sızan şavkın ışığında uzanan ananın gölgesine adam, ellerini açıp, 'ne yapayım?' der gibisine baktı, yürüdü yavaşça kendi evine. O, yürüyedursun, aşılardan, yolun altbaşından birdenbire silah sesleri duyuldu. Sesler mahalleyi aşıp bayırın tepelerine ulaşıyordu. Evlerin birden ışıkları söndürüldü. Dış kapılar açıldı, kapandı. Karanlıkta millet sokaklara döldü. Bayır aşağı, yokuş aşağı koşuşmalar başladı. Ortalığı sesler almıştı: 'Kahveyi taradılar! Ölenler var!' Bu sesler az sonra bir uğultu halini aldı. 'Vay babam! Yetişin ağam gitti!' Bütün gecekondu karanlığın. inde anayola döküldü vardı. Ve Kız, bir hayalet gibi kaldı yerli yerinde...

Körfez, kentin ışıklarıyla oynaşıyordu. Kentin üstünde pespembe bir kuşak vardı. Kuşağın üstünde yıldızlar parıldıyordu. Kentin bu uzak kesiminde gecekondulara karanlık çökmüştü. Karanlığın içinde Kızın kara gözleri yaşlarla dolu pırıl pırıldı. Görüntüsü taş gibi hareketsizdi. Etrafına acı bir tütün kokusu yayılıyordu. Koku, yanan tütünden değil, acı çiğ tütündendi. .. Kız, karanlığın içinde başını geriye çekti; daha uzaklara, daha da uzaklara baktı: Kenti yırtmış siren sesleri geliyor, yaklaşıyordu mahalleye. Anayoldan, aşağılardan karanlığın içinde gölgeler kaynaştı, yürüdü, koşuştu yukarılara, evlere doğru... insanlar içerilere girip kapılarını kapadılar. Korku, tepelere yürüdü, dağlara sindi. Yıldızlar alçaldı Kız'ı aydınlattı. Karşısında, dörtbir yakasında gölgeler belirdi. Anası vardı, komşuları vardı. Yaşlı baba, ana vardı. Öylece eğilip eğilip Ona bakıyorlardı; yügözlerini arıyorlardı. Sonra her kafadan homurtular, bağırışmalar halinde sesler çıkmaya başladı:

«Yürü içeriye. evine 'kız! başın belaya girecek!»

«Ortalık ayaz, .. üşüyeceksin!»

«Silahlar atılıyor kız! Kurşun .değecek bir yerine!»

0, hiç kıpırdamıyordu. Öylece şimdi karanlıkları delercesine yolun altbaşına bakıyordu, Kaskatı donmuştu sanki. .. iki güçlü el, kollarından yakaladı. Kargatulumba sürüklediler evine doğru. Silkindi, çırpındı, ellerinden kurtuldu. Düşe kalka koştu, duvarın üstüne attı kendisini. Ananın sesi, karşı komşu babanın sesi, yaşlı kadının sesi, komşuların sesi birbirine karıştı;

«Erkan'ın suçu yok, bırakacaklar.. gelecek!», dediler. Kız, birden duvarın üstünde, karanlıkta ayağa fırladı. Ellerini açtı kalabalığa doğru, sesi çıktığınca bağırıverdi:

Bana ne Erkan'dan! Bana ne Erkan'dan! Gidin başımdan!”Halk, bu sesten. sesin sesinden korktu. Yavaş yavaş uzaklaştı. Kız. yine çöktü yerine oturdu, Öylece karanlıklara bakmayı sürdürdü,

(21 Kasım 1980)
* Bu öykü 30 yıl önce Yazko Edebiyat'ta yayınlandı. Samim Kocagöz'ü hatırlatmak isteğiyle bu öyküyü buraya aldık.