Sevgili;Sen bu mektubu okuduğun zaman ben, çok uzaklara gitmiş olacağım. Demeyi çok istediğim için dedim ama bir yere gittiğim yok, oturuyorum oturduğum yerde. Gitmek istiyorum, her şeyi geride bırakıp gitmek. 0, "her şeyin" içindeki şeyler ne çok olsa da. Gidemiyorum. Ereksiz bir davranış olarak gitmek. Gözümü kapatmışım, bir de açmışım ki gitmişim. Gitmek ya da gidememek, işte bütün mesele.
Bu mektubu yazmamdaki sebep, ruh sağlığımı korumak. Aylardır kendi kendime konuşuyorum. Yataktan kalktığım an başlıyor içsel konuşmalarım. Kimseyle konuşamadığım için. Dilime kilit vurmadım elbette, konuşmak istediklerimi konuşamıyorum. Biraz kaçığım ya kim anlar beni? Senin anlayacağın bugün içimden konuşmayacağım, sana yazacağım. Şu gelecek zaman ekine sinir oluyorum, kelimeyi ne çok uzatıyor.
Sabah uyandım, kızım çoktan uyanmış, televizyonda çizgi film izliyor, her zamanki gibi. Etrafa rahatsızlık vermez, öyle usludur benim kızım. Bu gün neler yapacağımı düşündüm, iş yok, dün epey çalıştım, sildim, toz aldım, yolluk bile yıkadım. İç çamaşırlar makineye atılacak, başka da bir iş yok. Kızıma kek yapayım, sever. Her öğlen olduğu gibi tam on iki buçukta ablam yemeğe gelecek. Dünden yemeğim var. Yine şefinden yakınacak, ben dinleyeceğim. Çarşıdan alınacak bir şey yok, ama illaki bir şeyler uydurmalı, ya da parka gideriz. Ömrüm parklarda geçiyor. Akşam yedi, sekiz gibi kızımın babası gelir, yemek hazır olmalı. Ona patlıcan da kızarttım, sarımsaklı yoğurtla iyi gider rakının yanına.
Ve yataktan kalktım ve tanrı zaten beni çoktan yaratmıştı, ama bir köşede unutmuş olmalı- kahvaltıyı hazırladım. Kızımla kahvaltı yapmak kabus gibi. Peynir sevmez, zeytin sevmez, yumurta yemez. O direniyor, ben diretiyorum. Çayımı içerken bir dolu ter döktüm. Hava da çok sıcak. Kahvaltı boyunca ki ben de pek bir şey yemedim, içimden konuşmaya devam ettim. Bu gün onu, yani seni aramayayım dedim. Her gün, her gün arıyorum, bıktı ilgiden dedim. Nasılsın, ne yapıyorsun, hep aynı. Sen de benim yüzümden her gün aradın. Telefona verdiğimiz paraya yazık. Aman ne yapayım, bu da bizim tek lüksümüz. Farzet günde bir paket sigara içiyoruz, hem de en pahalısından. Amma da uzattım, ararım ben seni birazdan. Şimdi mutfağa gidip kek yapayım. Önce banyo yapayım, dün gece işte, bilirsin. Bari birimiz mutlu olsun.
Saat on ikiyi geçiyor. Benim için gün yarılandı bile. En sevmediğim saatler, dokuz- on arası. O saatlerde kendimi çok yalnız hissediyorum. Kek yaparken düşündüm de geçen gün Dilek'le konuşurken -dertleştik biraz, beni çok neşesiz, mutsuz gördü- "Seni böyle görmeye alışık değilim dedi, neler oluyor?" Anlattım biraz, çok fazla üzerine düştüğümü söyledi. "Belki yoktur öyle bir durum, uyduruyordur" dedi. Olabilir mi? Ben her gün, nasıl, şimdi ne yapıyordur diye merak ederken sen bir güzel mesajı esirgiyorsun benden. Oysa eskiden ne şiirler yazardın bana, ne çok ağlamıştın benim için. Sen kendi içsel elişkilerinle uğraşırken, hayatın anlamını, var oluşunun özünü düşünürken ben burada eriyorum. Fakat tüm bunların arkasında, en basit anlatımıyla, kendini naza çekme olmasın? Hep yalınlığı seven sen neden karmakarışıksın? Hep sen beni merak ettin, benimle ilgilendin, benim için korktun, endişelendin. Sonra artık yeter dedin ve beni harekete geçirdin. Böyle mi düşünmeliyim?
Ablam gitti. Bir değişiklik yapıp yarın öğlen birlikte yemeğe çıkacağız. Sonra ben annemlere giderim o da gelir. Çamaşırlarımı da astım. Sana çok kızıyorum. Bu aşamada sana kızmamın ne faydası varsa? İçimden küfür bile ediyorum. Biliyor musun, sen, ömrümde ilk lanet okuduğum insansın. Hem de seviyorum seni. Sana uzun zaman güvenememiştim, haklıymışım. Keşke yanılsaydım. Beni yarı yolda bırakacağını biliyordum. Benim de suçum var, sana çok çektirdim. Sen de bana çektir. Ama ben hep iki kişiydim. Sense ne yaparsan sırf kendin için yapıyorsun. Ah be sevdiğim, yokluğun bir dert, varlığın ayrı bir dert. Yazdıklarım hoşuna gitmiyor biliyorum, biraz dağıldım da. Toparlayabilsem, toparlanabilsem...
Yalvarmamı mı istiyorsun? Lütfen ne istediğine artık karar ver? Bilmiyorum? cevabını kabul etmiyorum. Başka biriyle mutlu olacağına inansam çekilirim aradan. Sen de bana öyle derdin hatırladın mı? Yün yumağına sarılmış gibiyiz, bir açılıp bir sarınıyoruz. Biz birbirimize çok emek verdik, birlikte olgunlaştık, sen daha çok piştin ben biraz ham kaldım ama geliştim yine de.
* Sevtap Ayyıldız tarafından yazılan ve çok beğendiğimiz bu öykünün tamamını Özgür Edebiyat dergisinin Eylül-Ekim 2010 sayısında bulabilirsiniz. Bu öykünün bir kısmının buraya aktarılmasına Özgür Edebiyat Dergisin yöneticilerinin veya Sevtap Ayyıldız'ın bir itirazları varsa bizi uyarırlarda bu metni buradan hemen sileriz.