14 Eylül 2010 Salı

Mazhar Candan’ın Korkunun Gözbebekleri Kitabından : YAZMAK(*)


Yazdığımda, ki sen okuduğunda, iki tanışın oturup söyleşmelerinden öte bir anlamı, değeri oluyor bu raslaşmanın. Kimse yeni tanıştığı biriyle, bu denli içten bir söyleşiye girişemez çünkü. Gözlerin ucuz satın alma, gücünü gösterme çabası; boşa harcanmama direnci gözlerin; engelli bir koşuya çeviriyor, yokuşa sürüyor söyleşileri daha başlangıçta ... Sen 'yalnızlığında söylenirsin; kendince önemli gördüğün, yazmaya özeneceğin denli etkilendiğin nenleri, yaşamın nasıl nasıl geldiğini gözlerine, ellerine, tüm duygularına ... Bakarsın, sende bulurum kendimi. Bir an gelir, bakarsın, şimdiye dek el değmemiş kuytularıma doğru bir geziye çıkarım, ıssız tutsaklığıma bir yoldaş katılmış olur ya da... Yazmak ya da okumak, can sıkıntısı sağanaklarına gerçek bir saçak altı sağlıyor her şeyden önce.

Kişinin dağarcığında bıraktıysa bir şeyler yaşamak; yıllarla büyüyen bir yel, ne bıraktıysa elde avuçta yazmak... "Gökyüzüne sıkılmış bir kurşun da olsa, nasılsa rasgelir gücü yeterliyse bir yıldıza" diye yazmak... Yazdığında, içinden dışarıya, boyutları belirgin ölçüde irileşerek çıkar sözcüklerin bana raslasın diye; yoksa sen yitik bir can ötelerde, ben belirsiz bir ışıklı pencere uzaklardan...

Daha yazılmamış yazılar tutar kanımızı, yazmak gelir içimizden. Ah, yazabilmek! Eline aldığın gibi kalemi, ne geliyorsa dilinin ucuna, susku bile olsa, suskuyu yazmak geçer içinden o an. Çoğun, susmak zorunlulukları çekmiştir seni hep. Suskunluklar, yapayalnız bir iskemlenin giz dolu gıcırtısı, külçe gibi adımlar, belirsiz mırıltılar, hep anahtar deliğine çağırır kişiyi. İnsanı yapan ya da yıkan her neni yüklenmiştir çünkü susku. Kulakların duymadığı, gözlerin görmeyip ellerin uzanamadığı susku... Sonra bir soluk alınır derin, aniden çatlar sessizlik orta yerinden. Kozasından sıyrılan bir kelebeğin kanat vuruşları duyulur, sakıncalı bir yarasanın ya da... "Dünyada her nen, bir kitapta son bulmak iç'in vardır." diyor Mallarme, bundan ötürü, "nesneyi değil, onun oluşturduğu etkileri yakala" diye ekler kendi kendine.

Yazmak... Tükenmek ... Özsuyunu sıkıp, posasını atmak düşüncelerin. Öksürmek gibi, soluk borusuna kaçan bir nesneyi. Boşlamak gibi barsaklar, meniyi. Acıyı ağlıyabilme dinginliğine varmak. Karanlığı betimlemeden geceyi yazmak. Sessizliğinden söz açmaksızın anlatmak yalnızlığı. Tıpkı gürültüsünden soyutlamak kasırgayı. Koklamadan gezinmek bir çiçek bahçesini ezmeden dolaşmak yeşilliği,kır çiçeklerini.

Kalem ve kâğıt! Ardlarında nice bin yıllar sürükleniyor. Boşa devinmiş, çıldırasıya boşa devinmekte olan düşler, günler, güneşler. Ne elden ne ayaktan hiçbir şey gelemeyen umutsuzluklar, düş kırıklıkları. Bir aralık umut, bir aralık ölüm 'korkusu, bir sevi, iki sevi, bir yığın sevi atılımları, sanrılar, sanrılar ve harcamalar yığın yığın. tıpkı su oluklarını zamanla tıkayan toz toprak gibi; usdan, insanlıktan, dostluklardan kalıntılar. Kuruyan bir bataklık!

Yazmak, bir iç-söyleşidir çoğunlukla. Söyleşinin yazılı olmıyan kuralları geçerlidir böylesi yazılarda. Bir ikinci kişiyi karşısına oturtur yazarlığı üstlenen, söyleşi başlar. Sorular, yanıtlar, dertleşme, içlenme sürüp gider. Çekişme, alçakgönüllülük, hoşgörü, içtenlik. aldatmaca çıkıp iner sürekli. Bu arada ilginç olan; kişisel bölünmedir. İkinci kişi varsayımı, usulca kalkar ortadan. Bir aralık uyanırsa, derin karınlık bir kuyuya eğilmiş duyar kendini yazar. Az ötede diyeceklerini bilemediği o an uyanacak olursa; kendi karanlığına, bilinmezliğine saldığı kovayı, o çok ağır kovayı toprak düzeyine çıkarma savaşında bulur kendini. Gücü kesilir hemen, bezginlik duyar. Bir kapı açılmıştır sanki önünde geceye, karanlığa. izlenecek yol, yapılacak şey kalmamıştır. Kapıyı örtercesine karanlığın yüzüne, noktalanıp çevrilir sayfa.

Yazmak! .. Okumak!.. Bir yerde, yaşamaktan alıkoymasıdır kendisini kişinin. Kalemi ele alan kimisi de, başkaldıran biridir; yaşam biçimine, çevresine. kendine. Yazmak; yaşamadığını, yaşayamadığını bunun böyle de süreceğini iyisinden sezinlemiş olanların uğraşıdır bir yandan da ... Kafka, "Yazı, bir şeylere yaslanmak zorundadır" der."çerden çöpten de olsa, bir şeylere bağımlıdır. kendi kendine varlığını kanıtlayamaz. "

Ah kara örtülere sarınmış iblisleri usumuzun.. Gölgelerde kımıl kımıl, gecelerde hora tepiyorlar. Bir tırpan gibi savruluyor kalem, bu kötü tohumların sürgünlerine, saplarına, başaklarına. Bir silah gibi eli ısıtıyor, güvence veriyor yüreklere....

Ellerimizde, masamızda, duvarlarımızda kitaplar.. Ettiklerimizin, eylediklerimizin karınca duası, işte durduğumuz karanlık yerde, gecede... Anımsanabilse bir an; tümüyle geçmiş, anlamlarını gizlemiş bir takım eylemler, yinelenip duran etkilenmeler, cansız bedenler gibi önümüzde, gecede işte...

Öyleyse yazmak gerek. Bu gizemli gücü barındırdığı için eller. Yazmak!.. Bir kör gibi yoklaya yoklaya çevreyi, bir kokunun izinde, bir düş, bir umut itkisiyle. Yalnızlıktan doğma anlatı açlığına şenlikli bir şölen vermek için yazmak... Daha bağırış ve çığlık ve inilti evresini aşamamış bilisizliğimize, yalnızlığımıza yepyeni bir dil öğretmek için yazmayı denemek... Bir ıssız adadan; ötekindeki Robenson'a seslenmek, yaklaşmak, bütünlenmek için yazmak gerek...

* Mazhar Candan'ın 1981 yılında Oluşum Dergisi tarafından yayınlanan bu kitabı 96 sayfadır ve 23 deneme bulunmaktadır. Bu denemelerden birisini kitaptan buraya aktararak kitabın içeriği hakkında fikir edinmenizi amaçladık.

Hiç yorum yok: