6 Eylül 2010 Pazartesi

Müslüm Baba İle Murathan Mungan


Dün evde etrafı düzenlerken yaklaşık 4 yıl önce aldığım ve artık yayınlanmayan Haftalık Dergisinin Müslüm Baba ve Murathan Mangan’ın kapağını süslediği 159. sayısına rastladım. Bu sayıyı edinme veya dergiyi saklama nedenim Müslüm Gürses ile Murathan Mungan ile röportaj yapılmış olmasıdır. Röportajın yapılma nedeni ise Müslüm Gürses ile Murathan Mungan’ın birlikte hazırladıkları Aşk Tesadüfleri Sever adı verilen albüm. Başka yerde rastlama ihtimalinin düşük olduğu bu röportajı Ferhat Ünlü yapmış. Haftalık Dergisinin 159. sayısında yayınlanan bu röportajın bir kısmını dergiden buraya aktardık. Önce Müslüm Babaya yöneltilen sorular ve verilen cevaplara yer vereceğiz.


YERYÜZÜNDE İNSANDAN FAZLA ŞEYTAN VAR ARTIK

"Müslüm Baba", Murathan Mungan sizin şarkılarınıza hasta. Siz onun eserlerini okuma fırsatı buldunuz mu hiç?
Kaliteli bir insan, güzel bir ruhu var. Tanıdığım kadarıyla kıymetli bir kişi. Şiirleri güzel, duygusu güzel. Aranıp da bulunamayacak bir insan. Bu albümde büyük katkısının olduğu görülecektir.

"Aşk Tesadüfleri Sever" Doğu-Batı sorunsalı bağlamında önemli yeri olan bir proje. Sizin için değeri nedir bu projenin?
Biz bundan önce de zaten bu tarz müziklerle kısmen buluşmuştuk. Burada olay biraz daha belirginleşti. Doğu'yla Batı buluşması tarafımdan güzel görüldü. Bakıldığı zaman çok renkli bir albüm oldu. Her renkten, her ulustan ezgiler var albümümüzde. "Kadınım" gibi bir iki tane daha eski şarkılar var. Güzel oldu, herkesin dinleyip kendinden de bir şey bulabileceği bir albüm oldu bence. Şarkılar biraz zorluydu, çalışmaları biraz uzattık. Şarkıların altyapıları biraz bana uzaktı, ama kumandanlarım sayesinde oldu. Kendimizi anlatmaya çalıştık. Umarım müzikseverler de beğenir, hayırlısı olsun.

Başkalarının şarkılarını söyleyip kendi yorumunuza onlara yeni bir ruh vermekten hoşlanıyorsunuz. Bu albümden en çok hangi şarkılar etkiledi sizi?
"Ah Oğlum" biraz daha etkiledi dersem doğruyu söylemiş olurum. "Aşk Tesadüfleri Sever" de gözardı edilmiyor. Aslına bakarsanız, yani bence ikinci sıraya atılacak parçamız yok. Hepsinde böyle başka bir çekicilik var, hepsi de kendi başına lokomotif diyorum, hiçbiri vagon değiller.

Şarkılarınızda "adaletsizlik" teması sıklıkla işlenir, "ölçülü bir isyan" da vardır şarkı sözlerinizde. Dünya "adaletsiz" bir yer mi sizce? Tanrı'yla aranız nasıl?

Adaletin olmadığı yerden uzaklaşmak gerek. Herkes hakkına razı olsa, herkes görevini bilse, herkes sorumluluğunu bilse şekil daha düzgün olacak. İnşallah bu güzellikler de yakalanır. Gördüğüm kadarıyla insanlar maddeye önem verir olmuşlar. İnsandan fazla şeytan var artık. Aşka ve adalete inanmak lazım. Saygı duyarsak olay daha farklı olacak. Yaşadığımız dünyada biraz maneviyat eksikliği var. Ya bir de felsefemiz, "Bir karıncayı bile incitme". Canlılara, insanlara kin gütme unut gitsin. Geçmişte olanları diyoruz. Unutulması, kin güdülmemesi gerek. Onun dışındakiler bence güçlü şeyler değil. İnsanın bir kere inançlı olması gerekir. Ama bakıyorsunuz, hep para, hep çıkar. Onun için ne varsa sevgide var, saygıda var, büyük yaratıcımızda var.

Müziğiniz ne köylü ne kentli, ne Doğulu ne Batılı olan, arada kalmış bir kitlenin duygularına yaslanıyor. Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız peki?
Bakıldığı zaman Doğusu da var, Batısı da var. Bu albümde yaptığımız da yani serbest çalışmalar. "Bu tarz", "şu tarz" diye renklere sokmak doğru değil bence. Burada önemli olan işin kalitesi. Ben de yaptığımız müziğin, yani kendi adıma söylüyorum, kaliteli, samimi olduğuna inanıyorum. Böyle düşünmek gerek.

Fobiniz var mı? Kapalı yerde kalma fobisi ya da yükseklik fobisi gibi...

Uçaktan korkarım mesela. Asansörden de korkarım açıkçası, tedirgin olurum yani. Uçakta korktuğum olmuştur. Neticede bu dünyada kiracıyız, kul yapısı yani Allah yapısı değil ki... Heyecanlanıyorsun ama Tanrı'ya güvendikten sonra hiçbir şey olmaz diyorum. Allah'a inanınca bütün meseleyi hallediyorsun.


1978'de Adana'da bir hastanenin morguna öldü sanılarak konulduğunuz o elim kazadan ötürü koku duyunuzu büyük ölçüde yitirmişsiniz. Şimdi seçebiliyor musunuz kokuları? Hatıranızda asılı kalmış bir koku var mı?
Öyle tatsız bir kaza geçirmiştik. Ben uyuyordum, beni götüren şoför arkadaş alkol almış, yolda duran bir tıra çarpmış. Bizi de işte yoldan geçen jandarmalar götürüyorlar hastaneye. Gözlerimi açtığımda hastanenin morgundaydım. Ben o kazada beyin ameliyatı geçirdim. Kaderimizde varmış herhalde, böyle bir şanssızlık yaşamışız. Demek ki dünyada yiyeceğimiz ekmek varmış. Kokuyu az alma durumu meydana gelmiştir, ama şimdi kokuları seçebiliyorum. Sadece koku alma kayıpları oldu, ama dediğim gibi ayırt edebiliyorum.


1980'lerde bir şehir efsanesi vardı, babanızın Adana'da münzevi bir hayat sürdüğü söylenirdi. Bu doğru mudur?


Vallahi ben Urfa'nın Fıstıközü köyünde dünyaya gelmişim. İnsanın yok olduğu, Allah'ın çok olduğu bir yer. Sonra oradan Adana'ya geçmişiz. Çocukluğum Adana'da, geçti. Sonra albüm için İstanbul'a gidip gelmeler oldu. Birkaç şarkımız tuttu, bunlardan en çok satanı "Sevda Yüklü Kervanlar" idi. Ondan sonra da çalışmalarımız devam etti. Baktık ki git gel Adana zor oluyor. Ya Adana gerçekten güzeldir. Ama işte şartlar gereği Adana'yı bıraktık, İstanbul’a geldik. O gün bugündür de böyle bir mücadelenin içindeyiz.


Biraz tehlikeli bir soru ama, Muhterem Nur'a aşık olmadan önce, yeni yetmeliğinizde şarkılarınıza ilham veren bir "karşılıksız aşk" yaşadınız mı?


Böyle şeyler vardır, yaşanmışlardır. Ama ben yaşamadım. Zaten yazılan çoğu şey, şarkılar hayal mahsulü şeylerdir. İlla söyleyenin yaşadığı şeyler değildir hepsi.


BATlNIN ŞARKILARINI DOĞUDAN KUŞATIYORUZ 


Entelektüeller Müslüm Gürses'in müziğinin dayandığı zemini uzun yıllar fark edemedi. Siz bunu gördünüz ve onunla bir albüm yaptınız. Müslüm Gürses'li bir Doğu-Batı albümü mü oldu bu?

Entelektüellerin geç fark ettikleri tek şey, keşke sadece bu olsa. Kendi yakın sahalarındaki Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdulhak Şinasi Hisar gibi örnekleri de geç keşfetmediler mi? Kültürel reflekse dönüşen bir tutumla, uzun zamandır kendi değerlerimize bile, Batı'nın onay parafıyla bakmıyor muyuz? Bu nedenle, Müslüm Gürses'le yaptığımız bu çalışma, benim için, sadece bir müzik albümü değil, bir kültürel değer aynı zamanda. Doğu ile Batı arasında zehirli bir düğümün üstünde oturuyoruz. Yaptığım her işte kültürel, sosyolojik kaygılarım vardır. Şiir de, öyküde, roman da yazsam, bu kaygıdan iz sürer, buralardan ses vermeye çalışırım. Müslüm Gürses'in toplumsal ikonografisi, arayışlarımdaki bu dille örtüşüyordu. Ama şunu da söyleyeyim, sanatta her başlangıcın ilk adımı kişiseldir. Albümün ortaya çıkmasında elbette benim Müslüm Gürses'e duyduğum hayranlık ve vefa duygusu belirleyici rol oynadı. Sesinin, şarkılarının bende hakkı var.

Biz bu albümle, önceki aranjman geleneğinden farklı bir şey yaptığımız kanısındayım. Batı şarkılarını, bu kez Doğu'dan kuşatıyoruz. Müslüm kendi edası ve üslubuyla, bir Ortadoğulu şarkıcı olarak okuyor. Bir batılı şarkıcı gibi tonlamıyor. Örneğin, benim çok sevdiğim, Müslüm'le aralarında bir akrabalık kurduğum Suriye asıllı Abed Azrie'nin bir şarkısını yorumladı albümde: "Aşk Bu". Bir tasavvuf dünyası kurdum sözlerde: "Kor düşerse içindeki nefese/ Sen dursan da yolun yürür ateşe." Ama müziği biraz Batı'ya çekip İstanbul'da buluştuk. Bjork'ün şarkısını ise biraz Doğu'ya çektik. Bu şarkılar, bu ruh ikliminde, bu coğrafyada nasıl söylenir sorusunun güzel bir cevabı oldu kanımca. Ortaya ilginç ve iyi bir iş çıktı, diye düşünüyorum. İçimde kalan ukdeler var, olmaz mı? Ama "ukde" iyi bir şeydir, devamını getirir.

Arabesk, bizim bir türlü çözemediğimiz Doğu-Batı sorunsalını simgeleyen bir tür. Kırma bir müzik, arada kalmışlığımızı simgeliyor. Arabeskin yapısındaki iki ruhluluk albümü yaparken sizin de "arada kalmanıza" neden oldu mu?
İki ruhluluk iyi bir terim. Açıkçası bu albüm, seçtiklerim nedeniyle benim imzamı taşıyor ve biraz bana benzesin istedim. Bu kadar yıldan sonra Türkiye'ye benzediğimi söylememin ukalalık olarak alınmayacağını umarım. Hayatımın ilk on yedi yılını Mardin'de geçirdikten sonra dünyaya açılmış biriyim. Renkliliği, bir üsluba, bir var oluş sahiciliğine dönüştüren hiçbir çelişkiden korkmamak gerek. Doğu-Batı gerilimi, bu çelişki ve Müslüm'ün kendi edası, albümü yaparken işimize yaradı.

Müslüm Gürses hayranlığı, özellikle Adanalılar, Güneydoğulular ve varoş insanı için biraz patolojik bir şeydir. Neden böyle sizce?
Tutkulu hayranlık patolojik bir şeydir öncelikle. Serbest kalmış en ilkel, en arkaik enerjilerimizin vücut bulmasıdır. Bu yüzden olsa gerek, en çok ergenlik döneminde ortaya çıkar. Türkiye ise zaten büyümemiş erkek çocuklarının ülkesidir. Çok katmanlı, derin sosyolojik mevzular bunlar. Öte yandan Türkiye kültürü, bir eğlence kültürü değil. Eğlenmeyi bilen insanlar değiliz. Hayran olmayı da bilmiyoruz, tıpkı eğlenmeyi bilmediğimiz gibi... Varoşlar eğlenmeyi bilmiyor da, müziği, Etiler barlarında kalça çalkalamak sananlar biliyor mu sanki? Zengininin bu kadar "ruh yoksulu" olduğu başka bir ülke var mıdır acaba?

Müslüm Gürses'in "Bir karıncayı bile incitme evlat" dediği bir şarkısı var, ama doğrudan baba-oğul üzerine bir şarkısı yoktu. Siz "Ah Oğlum" diye bir şarkı yazmışsınız, Nasıl bir baba-oğul ilişkisi var o şarkıda?
Bu konu da çok katmanlı sosyolojik bir analiz gerektiriyor. Ben bir yazımda Türkiye toplumunu "babaseksüel" olarak tarif ederim. Baba-oğul ilişkisinin, toplumun ataerkil örgütlenmesine, erkek egemenliğin dayattığı psikolojik yapılandırmaya giden öyle açılımları var ki, çok söz etmek gerek. Noksan ya da fazla babaların açtığı yaralar, iyileşmeyen yaralardır. Ömrünce taşınırlar. Eğer baba meselesini halledebilseydik, Süleyman Demirel sittin sene "babamız" olur muydu? Müslüm'ün babalığıysa çok farklı. Kendi savunmasız, korunaksız oğulluğunu unutmamış bir babanın sesi o. Bu yüzden "Müslümcü" çocuklar, sahip oldukları değil, sahip olamadıkları bir babanın güvenini duyuyorlar o seste.

İçtenlikle söylüyorum, şarkıyı bir hesap üzerine yazmadım. Ama yazarken bitmesine yakın fark ettim ki, otuz yıldır "Müslüm Baba" denilen adam, ilk kez oğluna seslendiği bir şarkı söyleyecek. Her iyi sanat yapıtı, yol açtığı çağrışımlarla ilk halkasını aşarak genişler, başka hayatları, başka anlamları kuşatır. Oysa, bendeki babanın, bendeki oğulun ahıdır o. Benim ahım kelamla. Bir tek yaram bile kapanmış olsaydı, hala yazar mıydım sanıyorsunuz?

Son olarak, Müslüm Gürses'i bir şarkıcı olarak en çok hangi nedenle seviyorsunuz?
Bu söylediklerimin dışında en önemli şey, Müslüm Gürses'in en derin acıları anlatırken bile asla ve asla dinleyicisini sömürmeye kalkmıyor olmasıdır. Bu yüzden onu vakur edasıyla gazelhan geleneğine bağlamak gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle duygu mıncıklamıyor, kendi acısını, kahrını anlatırken asla teşhircilik yapmıyor. En jilet şarkılarında bile acıyla baş etmeye çalışan bir adamın edasını görüyorum onda. Bir derviş edası bu. Böyle bir adamı sevmemek mümkün mü?

Hiç yorum yok: