Eski adanasanat.com arşivine bakınca Adanalı bir öykücü olan Özcan Karabulut’a zamanında yeterince yer vermediğimizi fark ettim. Özcan Karabulut’la ilgili olarak Hasan Öztoprak tarafından yapılıp E Dergisinin Mart 2001 tarihli sayısında yayınlanan söyleşiyi adanasanat.com’a aktarmakla yetinmişiz. Bu söyleşiyi ve elimdeki dokümanların Özcan Karabulut’la ilgili olanların bir kısmını burada sizinle paylaşacağım.
Özcan Karabulut imzasına ilk olarak Dergi gibi olup adı dergi olmayan Nitelik adlı kitapçıkta rastlamıştım. Kıvılcım Vafi tarafından çıkarılan Nitelik kaç sayı çıktı şimdi hatırlamıyorum; bende sadece ilk 2 sayı var. Burada kapak resmini sunduğum Nitelik’in bu sayısında bir başka Adanalının şiiri var.
Özcan Karabulut bu öyküsünü daha sonra ilk baskısı 1984 yılında yapılan Karşı Öyküler adlı kitabına aldı. Burada resmini verdiğim kitap 1985 yılında basılan 2. baskıdır.
KÜÇÜK BURJUVAYA KIRIK ÖYKÜLER
/ Aşkların en güzelini siz yaşarsınız çocuklar. Canınızı irkilmeden siz teslim edersiniz çocuklar. Siz bir ömürsünüz çocuklar, bir ömür!
...Bir de insanlar mutsuz olacak!
Ne diye hayatın ağır mermilerine hedef olduğunuzu düşünüyor, ne diye kendinizi üzüp duruyorsunuz sevimli T. C. Düpedüz çılgınlık bu! Çocukluğunuz dingin ve özgür geçti: İlk mutluluğu ananızın kollarında buldunuz. Bugün kişiliğiniz böylesine ciddi ve dengeliyken; mutluluk özlemlerinizi, ananızla sürdürmek isteyişinizi hoş karşılamıyoruz. Yoksa size iyi davranmadık mı? Size karşı olmak ha! Yo, hayır! Sizinle ilgili olarak içimizde binlerce güleryüzlü duygu yaşıyor. Gözyaşsız günlerinizi, düzenli bir evlilik yaşamında görüyoruz - yuvasına bağlı, iyi bir eş bulma sorununuz var. Dost canlısısınız; dostlarınızı nitelikli kişilerden seçmek istiyorsunuz - güvenli dostluklar, sorunları paylaşan dostlar yitirilmiş gibi. Sizin için güzel şeyler düşünüyoruz Bayan T. C.! Siz de seks konusunda «güzel şeyler» düşünüyorsunuz: arkadaşlık önerisinin karşıdan gelmesini beklemezsiniz, sevdiğinizin elini ilk siz tutarsınız... Sevimli yüzünüzde, duygularınızın uyanışını duyumsar gibiyiz. Ah, Bayan T. C.! Size, güvenlik ve mutluluk içinde duyguca dopdolu bir hayat sağlamak için neler vermezdik, neler!
ağzı kalabalık biri
Kısaca açıklayalım: «Bizim şarkımız insanları birleştirmek içindir», çikletini bir süre çiğneyemeyeceksiniz. Bunun sizi üzeceğini sanmıyoruz. Daha önce de böyle olmuştu : zavallı ruhunuz, toplumculuğun sıcaklığıyla ısınmıştı. Sonra büyük savlarınızı düşünmeden -çünkü ruhunuz fazlasıyla ısınmıştı-, hayatın gözü açık bir seyircisi oluverdiniz. Öyle ki : işsiz güçsüz bedeniniz' güleryüzlüydü: hemen kolumuza giriyordunuz, bizler için her şeyi yapmaya hazırdınız, o kadar rahat oluyordu ki konuşmalarınız!.. İnsanlık sevginiz, insanı yüce bir varlık olarak kavrayışınız, bizleri sevgi temelinde birleştirmek isteyişiniz belimizi büküyordu! Kalbimizin zayıf taraflarına yönelmiştiniz. Ancak sizin iç dünyanızı ve ruhunuzu maskeleyen sözcüklerinizi buluşumuz çok zor olmadı : hastalık belirtileriniz : sevi sözcükleri ile çevrenizdekilerle oyalanırken; kulüplerde. heyecanlı tartışmalarda, sağda - solda insanları alçaltışınızı, ikiyüzlülüklerinizi, gevezeliklerinizi, pişmanlıklarınızı bedeninizin ezilip büzülüşünü, ağlayışlarımızı... işitiyorduk. Siz, iflas eden bir hayatın kırık bir figürüydünüz. Öylesine gülünçtünüz ki -birçok kız arkadaşınıza «birlikte yürüyelim», dediniz; onlar da başkalarıyla yürümeyi yeğlediler-; gülünç olduğunuz kadar da tehlikeli... Nerede yaşamak istersiniz, pek kestiremiyoruz. Yalnız bir süre bizden uzaklaşacaksınız. Hayatınızın ayak değiştirmesini diliyoruz.
delikanlı ozan
Delikanlı Ozan! Size bu sıfat yakıştırıldığında; ülkeniz ve tarihiniz gölgesinin üzerinize düşeceğini, bununsa sizi olgunlaştıracağını, kişilik sahibi yapacağını umut etmiştik. Ne var ki, bireysel savaş cephenizdeki yıkıntıları görünce haklı bir kuşkuya kapıldık: 'delikanlı ozan' kimliğiyle yayınlanan şiirleriniz, herkese ayrı portrelerle şirin görünürken; bizi en çok günlük yaşamdaki asıl portreniz ilgilendirdi : parıltılı şiirleriniz ortalıkta dururken; sizin olağanüstü kasvetiniz, olağanüstü mutluluk düşleriniz, olağanüstü duygusallığınız, olağanüstü ilkelliğiniz... sizin aşırılıklarınız, doğrusu bizi şaşırtmadı : bir büyük ozanın devrim şiirleri yazarken, öte yandan sevgilisine yazdığı abartılmış aşk mektuplarını anımsadık. Benzetmek gibi olacak ama, sizin delikanlı çağındaki çocuksu duyarlığınız, çocuksu tutkularınız, biraz tuhaf geldi bize - renkli kabarcıklar motiflerinde uçuşuyordunuz. Hep unutuyorsunuz işte! Söylemeye dilimiz bile varmıyor: bir içki masasında «annem» diyerek ağlayan varlığınızı seyrediyoruz; ama sizi seyrederken, delikanlı gövdenizin bir kadınla birleşememiş olmasını, ülkenizin kan rengi alanlarında boy göstermemiş olmanızı bir talihsizlik, talihsizlik olduğu kadar bir çılgınlık olarak kabul ediyoruz, çılgınlık!
gülgün eski yaşamına eski kalıbına dönüyor
Bir arkadaşın : sessiz ve masum bir kızdı. Herkes gibi ben de güzel duygular besliyordum. Sevgili olmak istiyorduk onunla. Ama korkuyorduk, çekiniyorduk, Bula bula bir puştu buldu, dediğinde:
-Arkadaşların sana açılamadı. Kutsal bir yüzün vardı; o masum bakışların büyüledi onları. Sana yaşamlarını verebilirdiler. Sen, zamana karşı direnç tohumuydun. Terkettin onları. Hayatlarının bir bağı kopmuştu, demiyeceğiz.
Bir arkadaşın : «Yeni sevgilimi M.'den ayarladım» diyen Erol, her zaman ki gibi pipo içiyordu, pipo içerken dumanını kesik kesik dışarıya çıkarıyor, çevreye tatlı bir şarap kokusu yayılıyordu. O ise sigarasını içine çekiyor, burun deliklerinden dumanlarını çıkarırken Erol'a bakıyor, bu davranışıyla Fransız filmlerindeki fahişeleri anımsatıyordu dediğinde:
- H.'nin bazı geceler uykusunun kaçtığını, işiyle gücüyle uğraşamadan kafa çekip odasına çekildiğini filan anlatmayacağız.
Onları biz de başbaşa gördük : Erol, sol alt paçası yırtık açık yeşil bir kot giymişti. Saçları tepeden seyrelmiş bu adamın elinde sallanan bir anahtarlık vardı. Turuncu rengi el çantasını sol elinde tutuyordu. Arasıra gözlüğünü düzeltip, gözlerini kısarak ona bakıyordu. 0, üzerini değişmek üzere odasına çıktığında; Erol, cebinden çıkardığı madeni parayı havaya fırlatıp, sonra elleri arasına alıp, bu oyunu sabırsızca sürdürüyordu. 0, aşağıya indiğinde; Erol, ellerini onun incecik omuzlarına atıyor, sıkıyordu. 0, tedirgin çevresine bakıyordu. 'Hayat yoluna' doğru yürürlerken: Erol, sigarasını bir ayak darbesiyle uzaklara fırlatıyor, o ise saçlarını geriye atıyordu. Kuru ağaçların arasından, el ele dönüşlerini gördüğümüzde ise, artık her şeyin anlaşılmış olmasından duyulan bir mutluluk çarpıyordu gözlerinde. İşte tam o sırada, onlar kalabalıklara doğru yürürlerken, bizler de siperlerimizden atlayıp, H.'ye şunları söylüyoruz :
- Bu mutlu gözleri gördün. Peki, birbirlerinin kafasını kıran genç adamları gördün mü? Birlikte sinemaya gidiyorlardı, bir folklor gösterisinde kolkola, davulun ritmi ne uyarlı sağa - sola salınıyorlardı. Yeşilli, kırmızılı bir renk cümbüşü yüzlerini boyuyordu onların. Bu, yarın olmayacak demiyoruz : yarın daha şiddetlisi olacak!
sizde hep melankolik bir şarkı dinledik
«Birbirimizin birbirimiz üzerindeki etkileri açık bir şekilde ortada. Ama n'olursun, bana bu sıralar sevgiden söz etme. Önce dostluğa gereksinmem var, özellikle bu dönemde. Aslında dostluğa gereksinmenin ötesinde düşünüyorum da, birlikte olduğumuz toplam süre çok az. Daha oturulacak konuşulacak çok şey olduğu kanısındayım. Dostluktan başka her şey elimi ayağımı dolaştırıyor bu aralar. Beni anlıyor musun A.'lı delikanlı? Lütfen çalış... Anlamanı çok istiyorum»
« ... başlayan içtenliği, karşılıklı konuşurken de sürdürebilsek, gözlerimdeki koyu yalnızlıkları o zamanlar da sorabilsem ... })
«Bu kadar hainlik olmaz! Bir insan duygularını, düşüncelerini bu kadar iyi saklayıp, üstelik tam ters izlenimleri bu kadar ustalıkla yaratamaz.»
« ...benzer, hatta çakışık duygularla gelmiş iz oraya; sanki bizim için yazılmış bu oyunu oynamaya mecburuz!»
«Seni bir yaşam boyu unutmak mümkün mü? Devinimli siluetinin beni oyalamadığı bir an var mı ki? Sen, Ankara dekorlarının ölümsüz bir şarkısısın, sen bir içacısının dinmek bilmeyen damlalarısın.
« ... diğer bir tanımlaman da 'orijinal bir çeşitlilik': renkli bir kişilik. Hoşuma gitmedi desem yalan olur. Geleneksel ve sıradan olmak çok sevimsiz; ama yine de bu betimlemede bana batan bir şey var.»
devrimci kimlikler
Bizi yanlış anlama Erhan, bize güven. Artık açık seçik anlamalısın. Hem yazıtın da yanlış yorumlanmayacak bir biçimde açık : hepsi bir kartpostal, altı üstü bir kağıt parçası, İ:deki birine yazılmış postalanmış, yanıt alınamamış... Şimdi iyi değilsin anlaşılan. Ama bu davranışın ne tuhaf Erhan? Dayanılması güç! Arkadaşın yığılıp kalabilirdi odasında. Ama öyle olmadı : yazdıklarını deşti; onu kollamak üzere gönderdiğin kartpostalı yorumladı : hepsi bir kartpostal, altı üstü bir kağıt parçası -bir deniz kenarında iki sevgilinin birbirlerine koştuğu hapishane çıkışında L'deki birine yazılmış -bu mutlu sona ulaşabilirdik, gibi duygu yüklü-, postalanmış, yanıt alınamamış... Bir gece yazdıklarını okumuş arkadaşın; işte o zaman belleğinden, iç çamaşırlarıyla devrimci kimliğin, klişe SÖZCÜklerin geçip gitmiş...
biz böyle olsun istemedik
Yoo, yanılıyorsunuz; biz böyle olsun istemedik : her şey yaşanması gerektiği gibi yaşanıyor. Ailenizden kopmakla bağımsızlığınıza ve özgürlüğünüze kavuşacağınızı söylüyorsunuz, ileride yapmak zorunda olduğunuz mesleğinizden de yakınıyorsunuz. Bir köşeye çekilmiş; bedeninizin, sevgi dolu elleri tutmasını bekliyorsunuz - yoksa siz bir hiç misiniz? Daha da yetinmiyor : kalbinizden başka kalplere, sessizce pembe güller atıyorsunuz. Yoo, yanılıyorsunuz; Sevgili dostumuz, inanın ki yanılıyorsunuz!
Siz, küçük dostlarımızın yaşam sergilerini dolaşırken, sefil durumlarınıza katlanmak için kendimizi zorladık. Dayanılmaz bir şeydi bu. Baktık ki; tembel mutluluklar, hayatlarınızı fazlasıyla doldurmuştu. Güzel bir yaşam konserinde, siz, saygılı ve sessiz dinleyicilerin yok olup erimesine kimsenin aldırış ettiği yoktu. Sizler de pişman olmaksızın kendinizi, büyülü seslerin akıntısına bırakmıştınız, Siz sevgili dostlarımızı bağışlamak için neler yapmadık? Size engebeli bir hayat, karşı koyuşlar diledik. Biliyorduk : hayatlarınızdaki inişler ve çıkışlar, yüz çizgilerinizi değiştirecekti; toplumsal sığınaklarınızı hayatın acımasız öğelerine direnirken öğrenecektiniz. Hem hayata başka dost yüzleriyle, başka bir sevgiliyle, başka bir yeryüzünde yaşamaya hazırlanacaktınız!..
Özcan Karabulut İle Söyleşi(*)
İstersen öykülerini nasıl yazdığın sorusuyla başlayalım.
Bir yüzden, bir cümleden, bir imgeden, bir temadan yola çıkarak yazıyorum. Yazmak için bir olaya, bir konuya değil, daha çok bir temaya gereksinim duyarım. Yaşayan ve yazabilen için gereksindiğimiz temalar, öykü kişileri, mekanlar, kentler, aşklar her yerdedir: Bir kitapta, bir mitingde, bir yolculukta, bir gazete haberinde, bir otel odasında... Ve bu temalar rahatsız eder beni, yazmak için kamçılar. Ben de baştan sona, sondan başa doğru "en iyi düzen içinde en iyi sözcüklerle" uzun bir cümle kurmaya çalışırım.
Rojda, Arielle, Kybele, Zoe, Silvia... 'Aşkın Hallerin'deki öykü kişilerin yabancı adlar taşıyorlar. Niçin yabancı adlar?
Kitapta yer alan öykülerden ilkin 'Kont'un Köpekleri'ni yazdım. Tuhaf bir öyküydü: Öykü bu ya, öykünün anlatıcısını sevgilisiyle birlikte, İstanbul'da, Taksim'e yakın bir parkta köpeklerin saldırısına uğrarken düşündüm. Bu öyküde, içimizde bir yerlerde saldırıya hazır bekleyen köpeklerle, çevremizdeki her türden köpeğin hayatımızı nasıl zindana çevirebileceklerini anlatmak istiyordum. Rojda, Kürtçe'de 'doğan güneş' anlamına geliyor. Rojda bizden biri ve öyküye de adını verdi. Rojda'yı yazınca, kaçınılmaz olarak öteki öykü kişilerinin da yazgıları belirlenmiş oldu. Bir başka öykünün kadın kişisi Arielle adında biri. Müslüman Arap'ın sevgilisinin Yahudi kökenli olması gerekirdi. Kybele, Anadolu kökenli ana tanrıça... "Silvia'yı Sevmek" öyküsüne gelince, bu adı Cortazar'ın bir öyküsünden sevmiştim. Varla yok arası bir sevgili. Her erkeğin bir Silvia'sının olmasını isterim. "Değil mi Zoe?" de, tezgahtarlıktan gelme, kitap kurdu bir kadına, "Gündelik Hiçlik" kitabının yazarı Zoe Valdes'in adıyla seslenebilirdim.
Aşkın Halleri'ndeki öyküler birer alıntıyla başlıyor. "Rojda" öyküsü Calvino'nun "insan olan aşkın gittiği yere kadar gider; bizim ona tanıdığımız sınırlardan başka sınırları yoktur", kitabın son öyküsü "Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla" ise Pavese'nin "Ama sonuçta aşk kirli bir şey" alıntısına uzanıyor. Bu bir yerde aşka sınır getirmiyor mu?
Dediğiniz gibi, öyküler farklı yazarlardan, aşk üzerine kurulmuş farklı cümlelerle başlıyor. Bu alıntılar kimi öykülerde doğrulanarak, kimi öykülerde tersi söylenerek ete kemiğe bürünüyorlar. Böylece her aşk, her öykü birbirini tekzip ediyor. Milan Kundera'nın sözleriyle söyleyecek olursak, aslında yazmak da tersini söyleme zevki değil midir? Her aşkın birbirini tekzip etmesinin bir başka karşılığı şu olabilir: Bir aşkın panzehiri, yine bir başka aşktır. Ben aşkın sekiz halini yazarak, aşkın sınırlarının nerede başlayıp nerede bitebileceğini anlamaya çalıştım. Aşkın sekiz yüz halinin yazılabileceğini, sınırların sandığımızdan çok geniş olduğunu biliyorum.
Öykülerin yaşadıklarından izler taşıyor mu?
Tabii ki, "Aşkın Halleri"ni yazarken, okuduklarımdan, tanık olduklarımdan olduğu kadar yaşadıklarımdan da hareket ettim. Öykülerimde otobiyografik öğelerin olmadığını, kimi öykülerin benden izler taşımadığını söyleyemem. Öykü kişilerinin yabancı adlar taşımalarının otosansürle de ilgisi olabilir. Otobiyografik öğelerin olduğu kadar otosansürün de öyküye dahil olduğunu düşünüyorum.
'Aşkın Halleri'ni yazdın, aşk hakkında neler söyleyebilirsin?
Aşk üzerine kim ne söylerse kabul ederim. Çünkü aşk her şeydir, başka bir şeydir, aşk kendine bile fazla geliyor. Aşkın mantığı başka biçimlerde işliyor. Aşkın dini imanı yok. Aşk bir var, bir yok. Birisiyle biten aşk, başkasıyla sürüyor. Ben kendi payıma yaşarken de, yazarken de şunun farkına vardım: Aşk sınırda, uçurumun kıyılarında bir yerlerde yaşanıyor. Cinsellik içermeyen bir aşk düşünülemez. Cinselliğin olmadığı bir aşk, aşk gibi gelmiyor bana. Bir yerlerde, "Aşk kasıklarda başlar" diye bir şey gözüme çarpmıştı. Aşk zıtlıkların birlikteliğidir de. "Aşk örgütlenmektir" de aynı zamanda, Ece Ayhan'ın bir dizesinde geçtiği gibi. Taraflar ya da taraflardan biri çözülmedikçe 12 Eylül'lerin bile yıkamayacağı bir örgütlenme biçimidir aşk.
İnci Aral senin için, "Onu tanımasam bunları yazanın bir kadın olduğunu düşünürdüm, çünkü kadının iç dünyasını ve aşkı, derinlemesine, çok güzel anlatmış" diyor. Bunu nasıl karşılıyorsun?
Sevgili İnci Aral'ın söyledikleri beni uzak ve yakın anılara götürdü. Adana'da henüz çocukken, mahalle arkadaşlarım "Senin yıldızın kancık!" diye takılırlardı bana, kaba bir biçimde, biraz da yaşadıklarımı kıskanarak. İstiklal Ortaokulu'nda, hoş bir kadın olan coğrafya hocam "Tatlı bela" diye çağırırdı beni. ODTÜ'de Edebiyat Kulübü başkanıyken, arkadaşlarım "Patron" derlerdi bana. Sanırım bu başkan olmamla ve politik mücadelenin içinden gelmemle ilgiliydi. Üniversitede "feodal" bulanlar da vardı. "Baştan Sona Yalnızlık" kitabımı değerlendiren Sevinç Özer, "Karabulut'un esin perileri uzaktan bir görünen, bir kaybolan, saydam ulaşılmaz yüzler değil. Onlar yatağa atılan, sevişilen, bazen doyulup istenmeyen dedirtecek cinsten somut kadınlar." diye yazmıştı. Birkaç erkek yazarın öykülerimdeki anlatıcıları maço buldukları kulağıma fısıldanmıştı. Ama ne yapabilirsiniz ki, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Sevgi Soysal, Cortazar, Kundera, Sontag benim akrabalarım. Yaşarken ve yazarken samimi olduğumu düşünüyorum. Bıçaksırtı bir serüven benimki; bu benim, bunlar da benim kadın öykü kişilerim ve kadınsız bir hayat, kadınsız bir öykü düşünemiyorum. Bir kadın yazar olarak İnci Aral'ın söyledikleri iki kez hoşuma gitti.
Biraz da kitaplarının dışına çıkalım. Gerçekten merak ediyorum, Ankara'da yazmak nasıl bir şey? İstanbul'un olanca ağırlığına rağmen...
Öykü bence hayatın trajiğinden doğuyor. Bir derdiniz yoksa yazmazsınız. Yazmak hayata, hayatın akışına rağmen imkansızı söyleyebilmek, isteyebilmektir. Ankara'da yazmaya gelince... Yazma eylemini coğrafyaya indirgememek gerekir. Yazabilen için mücadele, aşk, coğrafya, gereksindiğimiz temalar her yerdedir. Bizim de bu şehirde soluk alabildiğimiz yerler var. Öte yandan, dünya her zamankinden daha küçük ve benim bir ayağım da başta İstanbul olmak üzere başka şehirlerde, başka ülkelerde. Nerede yaşarsanız yaşayın, nereye giderseniz gidin, sonunda tek başına kalırsınız ve bir odada, bir masada yazarsınız. Dünya sizin daktilonuzda, sözcüklerinizdedir. Yine de Ankara'nın benim için önemli olduğunu, özellikle ilk kitaplarımdaki öykülerden hareketle, bazı arkadaşların benim için "Ankaralı Öykücü" dediklerini biliyorum.
Ama sanırım İstanbullu bir yayınevi ile çalışman yine de bazı şeylere işaret ediyor.
Kitapların Can'dan çıkması İstanbul'a ait olduğumuz anlamına gelmez. Ankara'da yaşasam da, giderek başka şehirlere, başka insanlara ait olduğumu hissediyorum. Bu belki de hiçbir yere ait olmama duygusuyla da açıklanabilir. New York'u, Cenevre'yi, Moskova'yı, Torino'yu, San Francisco'yu gördükten sonra, itiraf etmeliyim, İstanbul'da yaşama arzusunu çok derinden duydum. Şimdilik Ankara'nın çekim alanından kurtulamasam da, İstanbul'un edebiyatın, sanatın çekim merkezi olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. İşim gereği de bir ayağım İstanbul'da zaten. Kitaplarımın Can'dan çıkmasından mutluyum. Pek çok arkadaşımız İstanbul'a göç etti. Ama yine de bir Ahmet Erhan, bir Cemil Kavukçu Ankara'da yaşıyorlar.
Öykünün dışında neler var yaşantında?
Bir işçi kuruluşunda çalışıyorum ve yoğun bir yaşamım var. Son yıllarda daha çok çalışan çocuklar alanına yoğunlaştım. Çocukların çalışmaları ülkenin temel sorunlarıyla yakından ilgili ve bu alanda bir şeyler yapmaya çalışan insanlarla birlikte bir şeyler yapabildiğimiz ölçüde mutlu oluyoruz. Diyeceğim, hareketli bir yaşamım var ve yolculuklarda, otellerde, mitinglerde okuyor, düşlüyor, yaşıyor ve bazen yaşadıklarımı bazen yaşamadıklarımı yazıp, yazdıklarımı yaşıyorum.
* Hasan Öztoprak tarafından yapılan bu söyleşi E Dergisinin Mart 2001 tarihli sayısından alındı. Zamanında ilgi gören E dergisi artık çıkmıyor. Derginin çıkmasına ön ayak olan Adnan Özer şimdilerde Özgür Edebiyat dergisine omuz vermektedir.