10 Şubat 2012 Cuma

Duygu Asena - Kahramanlar Hep Erkek Kitabından Bir Öykü(*)


Nil ya da aşk

"Otuzundan sonra gelinlik giymek çok saçma" diye düşündü. Bir iğne battı, irkildi. Bu kadar kararsız olmak ne kötü dedi kendi kendine... Üzerimde gelinliğim, provadayım; hâlâ gelinlik giyip giymemem gerektiğini düşünüyorum. Yine iğne battı, bağırdı bu kez.
"Uğurdur, uğurdur, bağırma" dedi terzi.

"Bu eteğin üzerine bir de tül eklemeyelim. Dar etek, straples bir üst yeterli bence. Sonra da giyebilirim, bir de üzerine tül koymak iyice abartılı olacak."

"Yavrucuğum, niçin daha önce verdiğimiz kararlarından vazgeçiyorsun? Bu gelinlik, gelinlik dediğin biraz zengin olmalı. Üstelik ilk kez evleniyorsun."

"İlk kez evleniyorum ama sen beni hâlâ çocuk gibi görüyorsun Zehra Teyze. 34 yaşında olduğumu unutuyorsun."

"Tamam, saçmalama, çok gençsin, çok güzelsin, fıstık gibisin, şu tülü koyalım, düğünden sonra çıkarırsın. Madem bir şey yapıyorsun, kurallarına uygun olarak yap."

Kurallarına uygun yapmak... Kurallar. Kurallara uymamak ya da kendi kurallarını yaratıp onlarla yaşamak özgürce. Demek ki yapamadım, demek ki hep "gibi" yaptım. Kurallara uymadan, özgürce yaşadım sandım. Ne tür bir yaşam sürdürdüm ben? Başkalarının düşüncelerine uyarak, bir tutsak gibi mi? Yoo, özgürce yaşadım, aklıma eseni yaptım, en azından ailem evde kaldın diye baskı yaparken, 34 yaşıma kadar evlenmemeyi başardım. "Ayy... Bu iğnelerin uğurunu kaçırdın artık Zehra Teyze." Evlenmemeyi özgürlük uğruna mı başardım? Her flört ettiğimle acaba bununla evlensem nasıl olurdu diye düşünmedim mi? Macera için elbette, evlilik olsun diye değil. Evet flört ettiklerim içinde evlenmek isteyenler çoktu, evlenmedim, ama hepsinin bir kusuru yok muydu? Hatta iyi dans edemiyor ve otomobil kullanamıyor diye hoşlanmaktan vazgeçtiğim olmadı mı?... Peki o... O iki yıl boyunca içini titreten, kendini özleten, sana hep tepeden bakan, gel deyince geldiğin, git deyince gittiğin o... O seninle evlenmek isteseydi, hayır mı diyecektin? Tamam, tamam... Yine de o isteyenlere karşı direndim ya. Ne kadar hoşları vardı içlerinde. Bu son hoş'a neden direnemedim peki? Ama beni çok seviyor, ben de... Ben de ondan çok hoşlanıyorum. Çok hoşlanıyorum, hoşlanılmayı hak etmiş biri o. Çok yakışıklı, ne kadar hayran oldu arkadaşlarım tanıştıklarında. Hele o kulüpte yaptığımız rock'n roll gösterisi. Toplum içindeki rahat davranışları, cana yakınlığı, şıklığı, lüks yerlerden zevk alması, yaşamayı bilmesi. Ona da mı hayır deseydim? Önce annem sonra arkadaşlarım vururdu herhalde beni. Bu yaştan sonra karşıma daha fazla heyecan duyacağım, aşık olacağım, deliler gibi özleyeceğim biri çıkmaz artık. Bu yaşa kadar bir tane çıktığına göre. Hem zaten o büyük tutkuları, arzuları, şehveti, özlemi kim yaşıyor ki? Hep düşlerimizde olan birşey bu... Onu bekleyecek olsak ömür boyu tek yaşamamız gerekirdi herhalde.

"Peki Zehra Teyze, tülü de koy" dedi, "o kadar şık bir yerde yapıyoruz ki düğünü, davetliler benden daha cazip olmasın bari... O tülü takalım ve uzun tüllü duvağı seçelim."

Denize bakan o büyük dairede geçen gemilere bakarak viskisini içerken kadın, adam eğilip yanağını öptü ve sordu, "Hala benim için karar veremedik, beyaz mı siyah mı giyeceğim ?" "Kaç kez söyledim beyaz giy diye, beni dinlemiyorsun ki sen." "Ama siyah sanki daha şık olacakmış gibi geliyor bana. Gidip giyeyim, ikisine de bak bakalım, bu gece karar verelim." "Hayır hayır, düğünden önce giysileri görmememiz gerek, uğursuzluk getirir bu, giyme, kendin karar ver işte." "Bazen beni o denli şaşırtıyorsun ki, böyle inançların mı var senin?" "Varmış demek ki, senin yok mu sanki, karşı dairenin manzarası daha güzel olduğu halde, numarası 13 diye vazgeçip burayı satın almadın mı ?"

Adam kadını kucakladı, yerinden kaldırdı, uzun uzun öptü, memesini, karnını, bacaklarını okşadı arzuyla. Kadın onu yavaşça itti. "Diyorum ki, düğün gününe kadar birlikte olmayalım, sanki ilk kez gerdeğe giriyormuşuz gibi özlemle yaşayalım o geceyi. Hatta biz de yabancılar gibi son bekârlık gecesi yapalım arkadaşlarımızla. Sen erkek, ben kız arkadaşlarımla çılgınca eğlenceli bir gece yaşayalım." "Biraz sinirli gibisin bu gece canım. Gören de seni sahiden ilk kez gerdeğe girecek yeni gelin sanır. Peki son özgür bekârlık gecende ne yapmak isterdin?" "Son özgür gecem mi olacak bu sence? Özgürlüğüm bitiyor mu artık, bunu mu demek istiyorsun?" "Bırak saçmalamayı, sorumu yanıtla bakayım, ne yapmak isterdin son gecende?" "Çılgınca sevişmek isterdim sabaha kadar, mademki son özgürlük gecem..." İrkildi adam, yumruk yemişçesine sarsıldı... Gülmeye çalıştı sonra, güldü de... "Benimle sevişmek isterdin herhalde değil mi, benimle sevişmek isterdin çılgınca?" Kadın, pişman olmuştu verdiği yanıttan, bilemedi ne diyeceğini, dilinin ucuna geldi ve onunla... bir kez daha ve son kez diyemedi. Aklına heyecan veren başka biri gelmediği için kendi kendine küserek yanıtladı adamı, "Hem garip sorular soruyorsun, hem de yanıtlayınca kızıyorsun. Sorma o zaman, gerçekten özgürlüğüm gidiyor galiba... Konuşmalar bile bu denli sınırlayıcı oluyorsa... Neyse ben gidiyorum şimdi, düğün akşamı buluşmak üzere, ne denli heyecanlı olacak göreceksin. Heyecanı insan kendi yaratmalı, öyle değil mi ?" Gitti kadın.

O gece hep onu düşündü. Heyecanlı bir şeyi düşlediği zaman aklına yalnızca onun gelişine bir kez daha lanet etti. Onca flört arasında dolaşırken ne denli tekdüze yaşadığının ayırımına vardı ilk kez. Yeniden birlikte olsalar, aynı coşkuyu bulamayacağını bile bile yaşamındaki tutku eksikliğini onu düşleyerek gidermeye çalıştı yeniden, kendi kendine kızgınlık duyarak. Yine de iyi ki o karşıma çıkmış, farklı duyguların nasıl bir şey olduğunu onun sayesinde öğrendim diye düşündü gülümseyerek. Farklı duygular... Yakışıklı bile değildi fazla, ama nasıl beklerdi onunla birlikte olmayı, nasıl yaşamını ona göre ayarlardı. Paris yolculuğundan bile vazgeçmişti onunla daha fazla birlikte olabilmek için, çünkü onun Paris'ten döneceği gün Amerika'ya gidecekti adam. Onunla sevişirken ağlamak, haykırmak gelirdi içinden, doyuma ulaşmayı bile düşünmezdi hiç, bitecek diye. Onun teni kendi üzerinde, içinde, saatlerce öylece kalsınlar isterdi. Kalırlardı da. Sonra daha iyileri olmadı mı, sevişmeyi bir teknik başarı haline getirenler, ona yarım saat içinde doyum üzerine doyum yaşatanlar... Sevişme bitince hâlâ kucaklaşamıyorsan, konuşacak bir şey bulamıyorsan ne anlamı kalıyor ki bu yapay kucaklaşmaların deyip, ayrılmıştı hepsinden. Neyse evleniyorum işte, bundan böyle dingin bir yaşamım olacak, her şeyi yaşadım, tüm istediklerimi yaptım, tam zamanıydı evliliğin, ne denli akıllıyım...

Uyudu... Düşünde koca bir açık alanda, üzerinde yırtık pırtık, orasının burasının bir elbiseyle ve garip bir müzik eşliğinde dans ediyor buldu kendini. Çevresinde binlerce çekik gözlü, sarı benizli adam vardı ve sessizce dans ediyorlardı onlar da. Sonra adamlar ona doğru yaklaştılar. Bedenine dokunmaya başladılar. O sıkışmış çember içinde dansını sürdürüyordu. Adamların biri giysisinin yırtıkları arasından memesini, biri karnını, biri bacaklarını okşuyor, öpüyordu. Biri dudaklarına yaklaştı, öpmeye başladı uzun uzun ama sakince... İnanılmaz bir zevk içindeydi. Giysisinin yırtıkları arasından karnını öpen adam onu yere yatırdı yavaşça, dudaklarındaki adam ise hoyratlaşmıştı artık, müzik hızlandı... Kadın uyandı. Uyandığı için üzüldü. Çabucak uyumaya çalıştı. Ama uyuduğunda çekik gözlü adamlar yoktu artık. Babası gelmişti, seni özledim, ne kadar büyümüşsün, ne kadar güzelleşmişsin, mutlu musun kızım diyordu ona.

"Neden önümüzde bu kadar zaman varken her şey son dakikaya kalır sanki" dedi oradan oraya koşuştururken. Daha makyajını bile yapmamıştı ve davetlilerin gelmesine kırk dakika kalmıştı. "Otur şuraya da makyajını yapayım" dedi arkadaşı, "kuaföre o kadar geç gitmenin ne anlamı vardı sanki. " Yüzüne fondöten sürmeye başladı, "Çok boyama, her günden farklı olmayayım" dedi kadın. "Bu düğün günün, farklı olmalısın" dedi arkadaşı. Kapı çaldı. "Kocan geldi" diye seslendi kız kardeşi. "Kocam gelmiş" diye yineledi kadın, güldü... "Gülme, dudağını boyayamıyorum" dedi arkadaşı.

Gelinliği ve duvağıyla aynanın karşısında son kez kendine baktı. Nedense gelinlik giymek onu utandırıyordu ama bu duyguları kendini beğenmesini engelleyemedi.

"Hadi kızım, çok geciktik" diye telaşla annesi girdi odaya. Şöyle bir baktı kızına, "Ben demiştim, bunun yakası çok açık olmuş işte" diye söylendi biraz. "Ama göğüsleri çok güzel, bırakın açılsın" dedi arkadaşı. "Göğüsleri güzel diye, düğün günü herkese göstermek zorunda mı, el âlem ne der" dedi annesi. Bıktım anne senin bu el âleminden, bugün sus bari" diye bağırdı kadın. "Aman sinirleri bozuk yine" dedi annesi, çıktı odadan.

Salona geçti, adam beyaz smokiniyle çok yakışıklı göründü gözüne. "Aman Tanrım, bu ne güzellik" dedi adam gözü gelinliğinden hafifçe taşmış göğüslerine takılarak. Kucakladı kadını, "Dünyanın en arzu edilir gelini sensin sanırım, seni çok özledim, bir an önce şu geceyi bitirsek" dedi. Kadın, "Dur, duvağım buruşacak" dedi adamın yanağını, dudaklarını yanağına dokundurmadan öperken.

Koşa koşa arabalara doluştular. Çiçeklerle süslenmemiş ama gıcır gıcır yıkanmış otomobilde, hızla, büyük otelin balo salonuna ulaştılar. Pek çok davetli gelmişti bile.

İltifatlar, kutlamalar, öpücükler, yıllardır görmediği lise ve üniversite arkadaşları, adamın ilk kez tanıştığı akrabaları, arkadaşları...

Kolundan tutarak döndürdü adam, mutluluktan uçarcasına "Ve, işte Kanada'da yaşayan ünlü biraderimiz" dedi adam, "işini, gücünü bırakıp, düğünümüz için geldi." "Hoş geldiniz, memnun oldum" dedi kadın otomatiğe takılmış gibi. "Sizden o kadar çok söz edilir ki, merak ediyordum ben de. "Elini yavaşça çekti erkeğin avucundan. Şöyle bir süzdü yukarıdan aşağıya... Kravat takmamış, koyu renk elbise giymemiş... Gömleği yakasız, üzerinde siyah bir blazer ve altına blucin giymiş. Saçları sanki taranmamış. Seyrek, ipeksi, alnına dökülmüş. Eliyle duvağını düzelterek ve bu gelinliği giydiğine lanet üzerine lanet edip utanıp sıkılarak, "Ne zaman döneceksiniz?" diye sordu erkeğe. "Bilmiyorum" dedi o, kısık kısık bakan yeşil... yoo, ela gözleriyle. "Bilmiyorum, burada kalmam için pek neden yok. Ama umarım sizinle tanışacak kadar zamanım olur, ama balayına çıkıyorsanız..."' "'Yooo, çıkmıyoruz, yeni tanışmadık ki, bir yıldır birlikteyiz ağabeyinizle." "Güzel, görüşebiliriz o zaman." "Hadi sevgilim, nikâh kıyılıyor" dedi adam elinden tutarak. Kadın erkeğin yakasındaki beyaz minik lekeyi parmaklarının ucuyla, şefkatle aldı, gözlerinin içine bakarak yavaşça yere bıraktı, bakışlarını erkeğinkinden hiç ayırmadan geri geri gitti adamın elini tutarak... Hüzünlü müsünüz, bana mı öyle geliyor diye sormak geçti içinden. Kendini nikâh masasına oturuyor buldu.

Yüreğinde tuhaf bir kıpırtı var: derin derin nefes almak istiyor, heyecandan ölecek gibi. Kalbi, nasıl dese, kuş gibi, uçacak gibi, hafiflemiş. Utanmasa çığlık atacak. Ne oldu birdenbire, nedir bu heyecan? Nikâh memuru konuşurken hafifçe öne eğildi, göğüslerinin görünmesinden, seksapelinden çok memnun. Davetlilere baktı merakla, coşkuyla, kimi arıyorum ben, orada gördü erkeği, ön sırada, ama herkesten biraz uzakta, gülümseyerek bakıyor. Yüreğinin atışı hızlandı kadının, yerinden kalkmak ve dokunmak istedi ona... Hatta... Hatta gel sen de yanımda otur demek. Evet dedi soruyu soran nikâh memuruna dönerek evet ve hemen kalabalıktan biraz uzakta, ayakta, kendisine bakan erkeğe doğru çevirdi gözlerini, baktı. Erkek gülümsüyordu, kadın gülmedi. Öylece baktı hiçbir anlam taşımayan yüzü ve şaşkınca pıtır pıtır uçuşan yüreğiyle.

Ve karı koca ilan edildiler; çevreleri ağlayan, gülen insanlarla doldu. Annesi gözyaşlarını saklamaya çalışarak kucakladı kızını. Kardeşi yanaklarından öptü, adamın annesi, babası elini sıktılar, öptüler, yakasına pırlantılarla bezenmiş bir broş, bileklerine bilezikler taktılar. Yavaşça heyecanlı kalabalıktan sıyrıldı. Aynı yerde hiç kımıldamadan duran erkeğe doğru gitti, gözlerinin içine, ta içine bakarak elini uzattı, erkek kollarını açarak kucakladı, kadının içi çekildi, bacakları titredi, yerden kesildi. Duvaklı başı erkeğin omzunun üzerinde, zaman dursun istedi. Zaman durmadı. Kardeşi beline sarıldığında, gözleri ıslanmıştı. "Sakın ağlama" dedi kız, "sonra herkes seni evlenme meraklısı sanır."

"Sonunda beraberiz işte, çok yorgunum ama, sen bir harikasın, şimdi kurallara uygun olarak duvağını açalım, ama önce yüzgörümlüğünü takalım, yoksa duvağı açmama izin vermezsin herhalde." Küçük kadife kutunun içindeki elmas yüzüğü çıkardı, kadının parmağına taktı, duvağı açtı, kadını öptü. Öpüştüler. Kadın o sevişmeye hiç uyum gösteremedi. Doyuma ulaşamadı. Durmadan gözlerinin önüne gelen ela gözleri, alına düşmüş saçları, o tuhaf, hüzünlü gülümseyişi yok etmek için dilindi durdu. Sonra savaşmaktan yorgun düştü, bıraktı kendini, erkeğe sarıldı. Suçluluk duygusunun doruğunda kendini attı uykunun kollarına. Sabah kahvaltısında, denize bakan odalarının balkonunda, ekmeğine tereyağı sürerken, "Kardeşin ne kadar kalacak burada?" diye sordu. "Bilmiyorum" dedi adam, "o kendisiyle ilgili hiçbir şeyi anlatmaz ki, on beş gün kalır herhalde, bir akşam yemeğe davet edelim onu." "Edelim" dedi kadın.

Yemekte hep Kanada'yı konuştular. Kadın bir bardak kırdı, şarabı masaya döktü, yemeğin dibini tutturdu ve konuşurken erkeğin gözlerinin içine bakamadı. Ve yemek bitip de iki kardeş sohbete daldığında, banyonun aynasında kendine bakarken, dalgın dalgın başını salladı, evet özgürlügüm gitti, son bekârlık gecemi bile yaşayamadım, ama bari kendime karşı özgür olmayı denesem. Hani artık o heyecanı, coşkuyu, arzuyu, özlemi duyuracak kimse çıkmazdı karşıma. Başını ellerinin arasına aldı, "Allah kahretsin, çıktı işte çıktı" diye inlemeye başladı. Ama nasıl çıktı, onunla evlenmeseydim, ötekiyle tanışamayacaktım ki. Korkunç bir durum bu, korkunç... Ne yapacağım ben şimdi ? Çıldıracağım, onu seviyorum, ona dokunmak için şu anda her şeyimi feda edebilirim.

Salona döndü, o gece orada kalması için erkeğe ısrar ettiler. Adam, "Ben yatıyorum, sen yatağını hazırlarsın, hadi iyi geceler" dedi gitti. Öylece kaldılar kanapenin üzerinde, "Hadi git yat, yatak hazırlamana gerek yok, ben döneceğim" dedi adam. "Dönme, biraz daha kal" dedi kadın. Bakıştılar, elleri birbirine değdi. Kadın başını erkeğin omzuna dayadı, erkek kadının saçlarını okşadı. "Önüne geçilemeyecek bir durum bu" dedi kadın erkeğin kolunu okşayarak, "Çok mu kötü, çok mu adice?" diye sordu. "Birbirimize dokunmak istiyoruz, bunu nasıl adice diye tanımlayabilirsin?" dedi erkek. Sıkıca sarıldılar birbirlerine, sıkıca sarıldılar. "Ben şimdi gidiyorum" dedi adam, "yarın işyerine gelirim, öğle yemeği yer konuşuruz, canının istediği gibi yaşamaya hazır mısın? Bu duyguların pek kolay bulunur şeyler olmadığının farkında mısın? Cuma günü gidiyorum ben, dört gün var önümüzde. " Seni seviyorum dedi kadın içinden... ''Ben de'' dedi adam.

O gece düşündü durdu kadın. Ne büyük ayıp işliyorum ben, ne büyük dedikodular olacak, o ve annem ve onun ailesi ne denli üzülecekler. Ama onu tanıdığımdan beri hiç zevk almıyorum sevişmelerimizden, hiç hoşlanmıyorum ondan... Ne yapacağım ben şimdi, ne yapacağım. Hep özlediğim, karşıma çıkmayacak sandıgım şey... İşte karşımda... Karşımda. Kocası kadına sarıldı, kadın yavaşça yatağın öteki ucuna kaydı.

O dört gün sonra gitti.

"Nil şimdi 42 yaşında. Kanada'da oturuyor: Bir gün uçağa bindi ve erkeğin yanına gitti. Yaptığından hiç pişmanlık duymuyor. Öylesine mutlu ki. Sekiz yıldır o erkekle aynı heyecanı, coşkuyu, tutkuyu yaşıyor: Ona sarılırken hâlâ içi titriyor: Adam mı? O da evlendi, arada sırada birbirlerine kart atıyorlar: Kadın beş yaşındaki minik kızına sarılarak, bak amcandan kart gelmiş, hadi okuyalım diyor: "


*Zamanında, Kahramanlar Hep Erkek kitabı yayınlandığında örnek olması için kitaptan bir öyküyü adanasanat.com'a aktarmıştık. Duygu Asena'nın varisleri veya yayıncısının Bu öykünü buraya alınmasına itirazları varsa bize mail göndermeleri yeterlidir.

Facebook hesabımız: http://www.facebook.com/adana.sanat

Hiç yorum yok: