17 Ağustos 2010 Salı
AYTEN MUTLU VE ARZIN ATEŞ ÇANLARI - Hilmi Haşal(*)
Şu 'yeryüzü' denen küresel köyde, anlam bulmak ve savunmak, gün günden zorlaşıyor. Oysa bilinir ki doğanın parçası olan her canlı kendi anlamını üretir. Geçtiği zamanda kendi adına yaraşır etkiler bırakmak için çırpınır. Ya da varlığının üzerinden akıp giden zamanda, devinir, didinir... İnsan soyunun bedeniyle, ruhuyla anlama bürünme çabası da o bağlamda ele alınır; "( ... ) ölümün sesi duyulmaz olsun!" diye. Belki de insanın, birey olarak tutunduğu dünyevi endişenin kökeninde hep o var; ölüme karşı dayanacak nesneler yapma arzusu...
Yaratım derdi olan kişi, başından beri "Yitik Anlam Peşinde" ömür heba eden ve:
"Toprağı kazıyorum.
Avucumda milyonlarca yaşam. Başlıyor, sürüyor, bitiyor ... " (s. 16)
diyen simyacıdır. Evet, simyaya göre anlam vardır ama yitiktir. Bulunması gerekendir.. Yapıt o özellikleriyle okuru ya da izleyiciyi, dinleyiciyi düşünmeye sevk eder. İşbu satırların yaslandığı gerekçe de bir eserdir; içine bir ömrün sığdığı eser... Ayten Mutlu'nun şiirinden yansımış arzın ateş çanlarını işitme, "( ... ) soluğu dünden gelen fırtınaların" izini sürerek görme gayretidir. Sözün gizemini "rüzgar dilinden" dokumuş şiire ilişkin izlenimler, algılanan ve içselleşen etkiye dair notlar denemesi... Naçizane, Ayten Mutlu söylemini okuma gayreti çerçevesinde, şiirin yanıt bulma değil, soru çoğaltma yeri olduğunun bir kez daha altını çizme girişimidir bu satırlar. Gerekçe ve kaynakça, Ayten Mutlu'nun, Dayan Ey Sevdam (1984) ile Eşikte (2010) arasına nakşolmuş verimli şiir yıllarının semeresidir. Kuşkusuz bir adanmışlığın serüven harmanına değerbilirlikle yaklaşma gayretidir de...
Sanatın, bireyin nefes alıp verdiği süredeki estetik karşılığı, yaşama yöntemlerini ve yaygınlığını belirlemesidir. Söz konu süreçte, her an sonsuzu hedefleyen bir eylemin izidir. Dirime güzelleme belgesidir sanatın nesnesi. İnsanoğlunun kişiliğine ve kimliğine dair yüce bir mühür... Sonuçta, yüksek anlam atfedilen var oluş... İnsana, doğaya ve yaşam hakkına güzellemedir. Şiir ne denli "sitem" ya da isyan dili kılınsa da, ılık bir geçirgenliğe, iletkenliğe yaslanır. Hassas duyuş ve görüş ile etkindir:
"Gece kuşlarının sesleri dindi
Sesime ses veren bir kendim kaldım
Suların karaltısı uçurum kadar derin
Gövdem, gökler altında tesbih böceği"
YitikAnlam Peşinde ("Sitem", s. 101)
Çağımızın masum ama her türden harcanmaya yazgılı bireyini bir "tesbih böceği" ile anlatabilmek, şiire yakışan bir buluştur. Korkak, tedirgin, dokunulduğunda kendine kapanan böcek, kentlerdeki her mağdur bireyi simgeleyecektir bundan sonra... Aşka, tutkuya, anlam arayışına ve sadakate, duygu ve düşüncenin yenilgi aynasından bakan çağdaşımızdır, söz konusu şiir kişisidir. Hız ve haz çılgınlığının (hedonizmin) tufanına kapılmış insanlığa yöneltilmiş bir uyarı... Özeleştiri patlaması da diyebilir, Ayten Mutlu'nun dizelerine yorum yapacak okur. Anlam yaratılan bir şey çünkü... Yani var olan yitirilebilendir ki peşine düşülsün.
Üretilen her sanat nesnesinde, üreten özneye ait izler bulunur. İçsel ve dışsal taşmalarla, öykü/bilgi/öğüt kırıntıları bulaşmıştır eser denen yapıya. İnsanoğlunun yaşam serüvenine dair pek çok ayrıntı sinmiştir çünkü görsel veya işitsel seslenişine. Biraz açılacak, deşilecek olursa, her sanat ürününde öz yaşam izleri ayırt edilir. Üründe, üretenin imzası bulunmaktadır. Karakter öğeleri görülür kesinlikle. Bu sav, daha çok sanatların anası sayılan şiir için öne sürülebilir... Sürülmektedir. Çünkü yapıt, yani eser, yaşamı veya yaşamları barındırır söyleminde; öyle ya da böyle bireysel yaşantı -izlenim- öğeleri vardır. Bireysel olanın içindeyse kuşkusuz, toplumsal ve dönemsel (tarihsel) kaygılar, saptamalar, tanıklıklar yoğun yer tutar. Zaman orada kayıtlıdır. Yaşanan, "Zamanın gövdesini yırtarak" yazılana siner. Özdeki gizemli noktayı oluşturur, imgenin gücüne inanmayı pekiştirir. Öylelikle; her yapıt bir insan, bir ömür dilimidir. Çünkü:
"Her şey geçip gider ve insan acılarla öğrenir,
Ömürden kayıp giden hiçbir yıldızın
Bir daha parlamayacağını gecenin gözlerinde ... "
(Yitik Anlam Peşinde, s. 99)
Şiirdeki söylem, ne denli örtük, anonim, ya da gizemli izlekler taşırsa taşısın, okura tanıdık gelir Ateşin Köklerinde (2006) tortulaşmış yaşanmışlıklar. Kendini, durumunu ve çelişkiler sorgulayışıyla dikkat çeker. Şair için süre giden arayışın meyveleridir "seçme şiirler". Artık zamanıdır 2006'da çıkan kitabın... Ayten Mutlu gerekçesini şöyle açıklamaktadır: "Deryada bir damla olmasına daha çok var oysa. Ve ben yazacaklarıma henüz başlamamış hissediyorum kendimi. Şairin kaderi hep bir gecikmişlik sanrısı ve sancısıyla yaşamak olsa gerek" (Ateşin Kôklerinde, s. 101)
Kırk yılı aşkın bir ömür yolu şiire adanmış, yazıya, çeviriye adanmış ama hala asıl yapıtını arar. Hala arayış arzusunun, azmin ateşini güçlendirmektedir Ayten Mutlu. Yaşamı kucaklayış ve zamanın getirdiği olumsuzluklara karşı tavrı göz ardı edilemez. Uzun soluklu şiiriyle eylemci (aktivist) bireyin yolu örtüşmektedir. Bilinir ki bir ömür azdır yaratım derdi taşıyan kalpler için. "bu acının bir tanımı olmalı / bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek" diyen şair, bireyin de toplumun da sorumluluk sesidir. Çağın her bilinçli üyesi gibi koşulların görünmez hançerini sırtında hisseder. O nedenle, daha çok yolu var demektir şairin, daha çok sözü... Zira "Hayat", "gül ve güneş" kokularından ibaret "gölge"dir. İçinde "Aşk" vardır, "Çarşılar ve Duvarlar" vardır, "unutkan / bir çan... " vardır. Yaşamı sarmalayan bilinç ve sorumluluktur insanın içindeki "deli" sayesinde görülür:
"Gün bitecek paramparça döneceksin kendine
silmeye çalışarak geceden suretini
aynaya bakacaksın içindeki deliye"
(Ateşin Köklerinde, s. 41)-
Kat edilecek şiir yolu ve sancı sözü bekliyordur insani birikimini. Zira "Taş Da Sustu" denilen noktada yapılan itirazın dökümü bütün yaşanmışlığı içermekte. Günün değil sadece, her anın yenilgiye dönüştüğünü işaret etmektedir. Evet, yaşamın içerdiği her olgu süreğendir ki "sessiz bir ölüm dense zamanın gözlerinde" dizesinin öncesi ve sonrası okunduğunda bu saptamanın meramı anlaşılacaktır. Ülkenin ve dünyanın çalkantılı yıllarından geçildiğine işaret...
"yolun adını göçebe yazar" diyor yasalar
geri dönmeyişlerin alfabesine
(ve babası ölen çocuklar hiç büyümez
gözlerinde taşır sesinden düşen göğü
sorular biriktirir yağmur yerine
yağmayı ertelemiş sevgi/erin renginde)"
(Ateşin Köklerinde, s. 23)
çağının sancılarını dile getirir Ayten Mutlu'nun şiiri. Onda, "Eksikliği Fazla Bir Harf' boşluğu ile "Savaşın Gölgesinde Oğula Mektup"a dönüşür sözün sorumlu gücü: Öldürmenin insanlık dışı vahşiliğini söylemekle...
"Ayten Mutlu'nun imgelerle yoğunlaştırılmış şiirinde bir yandan korkunun ve güzelliğin uyumlu bir biçimde birbirine karıştığı bir dünyanın kapıları aralanırken, öte yandan da onun kendisiyle mücadelesinin yansıdığı lirik bir atmosfer görülür."
Yorum, bir bilgi olarak sunulmuş Vikipedi sayfasında. Bu Ayten Mutlu şiirinin geneli üzerine söylenebilecek özet olsa gerek. Kendisiyle, iç dalgalanmalarıyla hesaplaşma, zaman zaman keskinleşen hüznün sonucu mu, yoksa güncel çelişkilerin getirdiği hüzünle hesaplaşma mı? Söz konusu olan dünyanın arızalarını içine sindirememe halidir. Daha oylumlu yanıt bulmak için Ayten Mutlu'nun bütün kitaplarına bakmak gerekir. Uzun dizelerle kurulu şiirler düşünce ağırlıklıdır. Kısa dizeli ama 'lirik an dökümleri' denebilecek yoğunlukta ve akıcılıkta biçimlendirilmiş şiirlerse duygu odaklı. Zamanın akış ritmini sezmek olanaklı Ayten Mutlu'nun kitaplarından. Söyleyiş, ruh atmosferine ve izleğin gerilimine göre farklı ritimle, yer yer uzunlu kısalı ve kırık dizelerle gerçekleşmektedir. Örneğin Taş Ayna ile Uzun Gemide Akşam farklı yapıdadır ve Yitik Anlam Peşinde'den de ayrılırlar.
Yaşamı, güncel (çağdaş) sıkıntıları, aşkı, evliliği ve insan toplum sendromlarını irdelediği dizeler farklılık gösterir. Bir mutsuzluk senfonisinin dingin anlatısı sayılabilecek Uzun Gemide Akşam neredeyse bütün bir ömrün indirgendiği içsel hesaplaşmadır. Az sözcükle çok şey söylemenin provasıdır; nesnelerin dili sezilmekte, "evin akşamlarını" kilitlemek eylemi, çelişkinin alabildiğine kanatıldığı dizelerdir. İkilemin ustaca dile getirişi, adeta neşter imgelerle açılımını gösterir:
"şimdi birbirimizde
seyrediyor gibiyiz
bir sirkin
kırık aynalarını"
(Uzun Gemide Akşam, s. 100)
Mutsuzluğun, aşkın bir parçası olabileceğine kanıt... Öyle ya; "bir ev gerekir / sokağın sustuğu / intiharlara (s. 101) ve "her yalnızlık / başka bir yalnızlıkta / sınar kendini" (s. 100) dizeleri sorgulayışın ve arayışın, belki de çıkışın hazırlığıdır. Çünkü acı gerçek ve ancak "kanatları / kırılmamış / yeni harfler" (s. 108) ile anlatılabilecektir.
Artık her yenilgi "çekilmek" hamlesini gereksindirir, "kaybolmuş bir geminin / cenazesinde" (s.120) noktalanamayacak denli inciticidir çünkü yaşanan çelişki. Yaşanmadan öğrenilemez, "daima, asla olmadan önce "ye aittir aşk, mutluluk sanısı... Gemi imgesiyle aşk ve birliktelik gerçekliği süzgeçten geçirilmiştir Uzun Gemide Akşam'da. Derin ve uzun bir şiirdir yaşananları anı süzgecinden geçirmek. Her bireyin kendini arayışta karşılaşabileceği gergin ilişki sürecinin serüvenidir Ayten Mutlu'nun dile getirdiği ... İnsanoğlunun düşünce ve duygu yanılsamasının huzmeleri, dramatik enstantaneler bulunmaktadır, Uzun Gemide Akşam kitabında.
Yazı sanatı, sözcükleri kullanma, bir boyuttan başka bir boyuta indirme, indirgeme uğraşıdır. Sözcükleri adlandırdığı şey'den alıp yeni bir adlandırmaya, yeni bir anlama taşıdığı oranda metni sanat nesnesi kılabilir eyleyen kişi: şair, yazar. Ayten Mutlu'nun şiir kitabı, Eşikte dolayısıyla, sözcüklerin indirgenmiş anlamı üzerine düşündüm, naçizane. Evet, "eşik" sözcüğü salt bir avlu eşiği, bir apartman kapısı eşiği değil. Şair bu kitabında yeni yüzyılın eşiğine durmuş, ülkemizin ve dünyanın felaketler silsilesini yazmış. Akıllardan çıkmayan; o ünlü "Kimse Var Mı Orada?" seslenişini... O dayanılmaz acıyı.
Önce terör dehşeti, sonra soğuk ve çığ dehşeti, sonra deprem dehşeti sonra da tüm bunları anlatmada girişilen 'sözcüklerle boğuşma' dehşeti, kitabın temel izleği... Tümü bir eşik üzerinden kağıda yansımış.
"gökte yıldız düğünleri
yerde dalgalar
gecenin gözlerinde
yeraltına doğru koşuyor atlar"
(Eşikte, s. 21)
Yalın ama derinlikli bir anlatımın tanığı olacaktır Eşikte şiirlerini okuyanlar. Eşikte'teki çağın tanığı... Dinmeyen yaşam depreminin tanığı...
"evler dalgalarla boğuşan kayıklar gibi
Sal/andı Enkelados 'un omuzlarında
buza kesti ağustos
üçü iki geçe
gece,
( ... ) "
(Eşikte, s. 23)
İnsan birikimden, deneyimden ibarettir: "duydum siren seslerini hayatın / anlamak, kocamaktır; demişti biri" (s. 48) dizelerinin çağırdığı, uyardığı yerdedir insan. Oradan görür zamanın gazabını.
Doğa kaynaklarının, gelecekten çok şey çalarak tüketildiği yönünde bilgi sahibi olmayan yoktur. Ayten Mutlu "sözcüklerin çeperlerini yırtıp" gelecek denen sonsuzluğun içinden anlamaya, anlatmaya çalışıyor durumu. Doğayı bitirirken kendini de bitiren çağımız insanına sesleniyor. Geleceğin çorak dünyasında olmayacak yaşamların endişesini, sözcüklerinin kanatlarına yüklüyor şair duyarlılığıyla; "dünya, köpükler içinde koşan cehennem / görkemli çıplaklığı çağıran keder" (s. 49) dizeleriyle başlayan ve "Hayatın kıyısında / ölümü yaşıyoruz belki de hep birlikte / Dünya, tanrı ve insan ... " diyerek biten şiirde görüldüğü gibi. Dünyayı ve zamanı sorgularken, geçmişin musibetlerinden, mitolojik söylencelerden yararlanmış şair. Depremin her an Eşikte, olduğu ilgiyle okunacaktır. Özellikle 1999 depremini unutmak istemeyenlerce.
Zaman herkese aynı şiddetle dokunur. Ya da herkes zamanın şiddetinden aynı oranda pay alır ve aynı acıyla, aynı hüzünle, aynı yıkımla çıkar sonraya. Yaşlanır, yani yaslardan etkilenir. Zangoç, o büyük büyücü, evrensel bir iştahla ağlatır yaşam çanını. İnsanların hem tanık hem de sanık olarak ağırladığı "ateş köklerinden" algılanan gerçekliktir çünkü zamanın sesi. Dirimi acıda var eden an'ın sesi. Evreni gösteren illüzyon alacası ve anıların rüzgarı ... Hem aşkın ateşle sınandığı, yağmurla boy ölçüştüğü yanılsama cehennemidir şiir, hem de aşkın mutluluk sayıldığı cenneti gösteren düşler bahçesidir. Ki aşktan da şiirden de, daha alınacak çok nektar var. Sözcükler yarada bile çiçek açar sevgiye uğradığında. Bunu, bir kez de Ayten Mutlu'nun şiirlerinden okumak olanaklıdır.
*Hilmi Haşal tarafıından kaleme alınan bu yazı Eliz Edebiyat Dergisinin Haziran 2010 sayısından alındı.Derginin bu sayısının kapağını Ayten Mutlu'nun el yazısıyle Hep Aşk şiiri süslüyor.
Etiketler:
Ayten Mutlu,
Eliz Edebiyat,
Hilmi Haşal