16 Ağustos 2010 Pazartesi
30 Yıl Sonra Yazko Edediyat : Denemeyi Deneyenler - Enis Batur(*)
Cumhuriyet dönemi Türk yazınında «deneme» türünün elbette önemli bir yeri var. Ataç öncesinde ve sonrasında, özellikle Fransız yazınının etkisinde kalan bir üslubu işlemeye çalışmış deneme yazarlarımız. Ancak, eleştirel söylevin insan bilimlerin bulgularıyla buluşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan kipsel ayrılık Batıda bir tür kesinlik kazanırken, bizde yaklaşık yirmi yıl sürecek bir karışıklığa yol açmış: Pek az örneği saymazsak, eleştiri ile deneme bir tutulmuş. Bu dönemde ortaya çıkan «hünsa» nitelikli yazı soyunu sınıflandırmak kolay değil: Bir dünya görüşüne bel vermeyi «bilimsellik» sayıp handiyse tüm yazıniçi ölçütleri yoksayan bir anlayış bir yanda; «hoş sohbetliği», sezgi ve beğeniyi eleştiriye temel saymak isteyen bir başka anlayış öte yanda, her iki tür de kurumaya yönelmiş Ataç'dan sonra.
Batı yazınlarında eleştiri ile denemenin yolları hem ayrıldı, hem de zenginleştirici bir bitişikliği korumaya çalıştı; ama, insanın tam ortasına sözü kazmaya çabalarken, bizde başat kılınan senli-benliliğe ödün verilmedi pek. Ataç sonrası Türk yazınında bu verimli bileşime su katmadan ürün vermiş denemeci çok azdır: Nermi Uygur, Salâh Birsel, Cemal Süreya, Melih Cevdet Anday, Mehmet H. Doğan, Füsun Altıok... Gerçi, nitelikçe düşünülürse, bir Nermi Uygur'u, bir Cemal Süreya'yı doruk noktaları olarak değerlendirmemek olanaksızdır. Ama, şiirde ve anlatıda düpedüz bir patlama dönemi sayılabilecek 1950-1970 yılları arasında denemenin ve eleştirinin birkaç yazarın dolayında yaşama savaşımı vermesi de düşündürücü olmaktadır.
1970'li yıllarda belirgin bir değişim görülmektedir, bu açıdan bakılırsa. Şiirde ve anlatıda, genç yazarlar göz önüne alınırsa, önceki dönemlerin imge sisi iyice dağılmıştır. Buna karşılık, özellikle eleştirel söylev çerçevesinde gözle görülür gelişimler söz konusudur: insan bilimlerle dolaysız bir ilişkiye giren eleştirmenler gün geçtikçe artmakta, hem yöntembilimsel açıdan, hem öznelliği devrede tutma açısından ayrı ayrı önem taşıyan araştırmalar yayımlanmaktadır. Aynı yoğunlukla olmasa bile, deneme yazısına çalışanların, denemeyi deneyenlerin de dergi sayfalarına alçakqönüllü bir tavırla yerleştikleri, bu sessiz tedirginlerin giderek arttıkları göze çarpmaktadır.
Şu sıralarda, yazın ve düşün dergilerinde ürünlerini yayımlayanlar arasında özellikle Adnan Onart ve Oğuz Demiralp son kertede özgün birer çizgi geliştiriyorlar. Adnan Onart'ın felsefeye yaklaşımı büyük bir dil/anlatım/ düşlem serüveni getiriyor önümüze. Kuşkusuz, pek çok öğretinin sınırında gezen bir üretim bu:Hem düşünsel bir soruşturma, hem yazınsal anlamıyla bir kurmaca geliştiriyor Onart yazısı. Felsefede yaratıcı bir düzlem yakalamak, bunun üzerinde yaratıcı bir söylev geliştirmek öylesine seyrek görülen bir atılım ki, pek çok okurun bu deney'leri coşkuyla karşılamalarına katılmamak elde değil. Acaba felsefecilerimiz yakından izliyorlar mı Onart'ın «36 kısım tekmili sonradan» yolculuğunu? Öğrencilerine izletiyorlar mı? Şimdilik bütün dileğimiz Adnan Onart'ın kesintisiz olması; bir de toplu biçimde okura verilmesi bu yazıların.
Oğuz Demiralp, eleştirel çalışmalarıyla başı çekenler arasında, uzun bir süredir. Ama denemeleri, o kısa, tok kıvılcım'ları ayrı bir tadla okunuyor. Bir yazın felsefesi geliştiriyor sanki. Yazınımızda eksikliği hemen hep duyulmuş, üstlenilmesi de kaldı ki bir hayli cesaret isteyen bir iş bu: Yazara, yapıtının ve kimliğinin ardında ve altında yatan gizilgüç açısından yaklaşmak. Bu soy yaklaşımların zorluğu şurada: Yaratıcı özelliği içeriden, ta ortasından tanımak gerekiyor. Oğuz Demiralp'in gizli şair’liğinden söz edildiydi. Doğru da, neden «gizli», bu anlaşılamadı. Le Clezio, Levi-Strauss'un yapıtlarına birer şiir gözüyle bakabiliyorsa, bizler Demiralp'e niye böyle bakmayalım?
Bir de Ahmet inam var, aynı çerçevede anılması gereken. «Yeni Dergi» de, «Soyut» ve «Oluşum»da yayımlanan denemeleriyle. Bunlar da yetkin, birincil önemde ürünler. Ne zaman, nasıl kitaplaşacaklar? Ahmet İnam'ın düşünsel konumunu, dayanakları bulanık olduğu için mi bilmem, kavramak kolay değil. Ama onun denemeciliğini öne çıkartan bence düşünsel örgüsünden çok bu örgüyü süreğen kılan bağlaçlar: inam, birer alt-konu'ymuş gibi duran kavramları işliyor; onun kaleminden okuyunca, insan sözgelimi «hüzünsü yazı tarihinin ve felsefece düşünmenin Akdeniz'deki ilk konusu sayabilir erinçle.
Denemede şiirseli, yoğun imgesel yükü önemseyen bir başka yazar da Mazhar Candan. Önceleri «Soyut»da, şimdi de «Varlık» ve Oluşum’da iç dinamiği güçlü bir yazıya çalışıyor Candan. Konuları zeyrek, dili tedirgin. Denemede, bugün çoklukla yapılanın tersine, öznel dünyanın, kişisel seçimin payı büyüktür: Mazhar Candan baştan beri, ister Kafka'ya baksın, ister Van Gogh'a, kendisini eşelediğinin bilincinde olan bir denemeci görünümü taşıdı. Onda takılınabilecek tek nokta, konu'yu zaman zaman silmeye yönelmesi, çağrışıma kapılma sınırını biraz fazlaca zorlamasıdır.
Son yıllarda, çeşitli dergilerdeki ürünleriyle dikkati çeken iki denemeci de Yaşar ilksavaş ve Kemal Özyurt. Özyurt'ta titiz dokunmuş bir «eleştirel deneme» yazarının kumaşı var. Gerçi belli bir süreklilik içinde üretiyor değil henüz; ama Melih Cevdet, Ali Yüce ve Berger üzerine yaptığı çalışmalar onun zamanla daha soluklu çözümlemelere de gidebileceğini gösteriyor. Yaşar ilksavaş, çevirilerinin yanında, «Dünya»da yayımladığı yazılarla da öne çıktı. Bulgucu, lirik kimliğine eklemesi gereken tek şey herhalde süreklilik onun da. Daha çok yazınsal bir toplumbilim üslubu geliştiren Hasan Bülent Kahraman, yer yer eleştirel söylevin bağrını delen yoğunluklar getirebildiğine göre, denemede de önemli bir çizgi tutturabilir.
Bilimeri denemeci olabilir mi? Seha Meray'ı düşünüyorum hep. Meray «müspet» ilimci değildi gerçi, ama deneme yazısı uğraş alanıyla çeliştiği söylenebilecek oranda duru, saydamlaştırıcı ve vurucuydu. Son yıllarda, bir başka bilimerinin, Ertuğrul Özkök'ün çıkışı aynı soru üzerinde düşünmeye çağırıyor insanı. Özkök, kitle iletişimi çerçevesinde yazıyor genellikle. Ama araçlara bakış biçimi, konusunda biricik kılıyor onu. Geniş bir bilgi/görgü tabanından yola çıkan, olguyu boyutlarının çoğulluğunda kavrayıp irdelemeye girişen bir kültür adamı Özkök. Daha önemlisi: Bilimerlerinin pek azında görülen bir üslup kaygısıyla kuşatıyor konusunu. Soluklu incelemelerinde bu kaygının bir ölçüde azaldığına tanık oluyoruz belki; ama yazılarını kitaplaştırırken bir ikinci yazımı da göze alacağını, sayıca fazla olma yan pıhtı topaklarını eriteceğini ummak, Özkök'ün titiz kişiliği düşünülürse hiç de büyük bir istek değil bana kalırsa. Bir de bilimsel uğraşın sınırlarını aşan denemeleri var Özkök'ün: bu bağlamda gerektiğinden fazla çekingen, alçakgönüllü davranıyor gibi: Belli bir birikimi sağlamış kişilerin böyle bir kavşakta uzun uzadıya duraklamaları yersiz: Bir şeyleri devirmeden özgün söze ulaşmak olası değildir çünkü. Ertuğrul Özkök'e gelince; onun çoktan bir yere geldiği, çoktan o kavşağı aşma yükünü kendisine sağladığı ortada.
«Denemeyi deneyenler» Bu kısa yazıyı, bir çırpıda bunca gül dağıtabilmek için yazmadım. Tersine, küme küme dikenli geniş bir alanda açmış bir iki aykırı güle, geç de olsa selâm verilmesi yolunda bana düşenin bir bölüğünü yapmayı amaçladım. Dikkat edilirse, sözünü ettiğim yazarların hiçbiri, ürünlerini kitaplaştıramadı henüz. Yayın dünyamız hiç özendirici olmayacak mı: Kendi kuşağımın yazarları adına bu soruyu herkese yöneltiyorum.
* Bu metni Yazko Edebiyat Dergisinin Aralık 1980 tarihli 2. sayısından buraya alma nedenimiz, Enis Batur'un 30 yıl önce neler yazdığını yeni edebiyatçıların dikkatine sunmaktır. Enis bey bu yazısını sonradan kitaplarında kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz?
Etiketler:
Ahmet İnam,
Enis Batur,
Ertuğrul Özkök,
Mazhar Candan,
Oğuz Demiralp,
Yaşar İlksavaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder