26 Ekim 2011 Çarşamba

TAŞKAYA, SÜRGÜN, BEDRİ RAHMİ - Melih ELAL(*)


Temmuzun ilk haftası Benan'la mavi gezideydik. Azra Erhat “Mavi yolculuğu anlatmak zordur, mavi yolculuğu yaşamak gerek” (1) diyor. Gerçekten de yazıya giriş cümlesi bulmakta zorlanıyorum. Mavi yolculuğu yaşamıştım, yeniden yaşadım, yedi günün nasıl geçtiğini daha önceleri de olduğu gibi anlayamadım. Şimdiyse, bir anda geçip gidiveren o günler ve görülenlerle ilgili gözümün önünde o kadar çok görüntü var ki, hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. En iyisi, sizlere, tekneyi, gezinin bir gününü anlatayım. Sürgün'ü ve Taşkaya'da geçirdiğimiz bir günü...

Sürgün, sekiz kamaralı, kamaraları klimalı, her türlü konforu haiz bir tekne... Bense Ali Kaptan'ın, Cevat Şakir'i, Azra Erhat'ı, Sabahattin Eyüboğlu'nu... gezdiren, ilk mavi yolcuların Hürriyet adlı teknesini özlüyorum. Keşke altmışlı, yetmişli yıllarda onlarla bu yolculuğa katılsaydım, diye düşlere dalıyorum. Belki olabilirdi de...

Tembelliğim, vurdum duymazlığım birçok olanağı kaçırmama neden oldu. O yıllarda da Marmaris'teydim, adını andıklarımla bu gezilere katılan birçok kişiyle tanıştım, dağ bayır dolaştım, ama geziye katılma girişiminde bulunmadım. Yine, yıllardan beri, Ali Kaptan'la tanışma, konuşma, söyleşme olanağım vardı, kullanmadım. Şimdiyse Hürriyet'in kaptanı yaşamıyor artık... Peki, nasıl bulup konuşacaktım kaptanla, nasıl olacaktı bu iş? Anlatayım. Bu geziyi gerçekleştirdiğimiz Sürgün'ün sahibi ve kaptanı Mustafa Kısaoğlu'nu yirmi yıldır tanıyorum. Benim has dostlarımdan biri... İşte bu Kısaoğlu tanıştıracaktı beni kaptanla. Yıllarca söyledi durdu. Kulağımın üstüne yattım. Şimdiyse boş yere hayıflanıyorum.

Mustafa Kısaoğlu da ilginç bir insan! Marmarisli... Küçük yaşta evden ayrılmış, yatılı okullarda okumuş, beden eğitimi öğretmeni olmuş; hem de sıkı bir öğretmen... Bizde görevini hakkıyla yapanı ne yaparlar bilirsiniz. 12 Eylül sonrasında 1402'yle görevden uzaklaştırılmış. O ne yapmış? Marmaris'e dönmüş, baba mesleği tekne yapımcılığına başlamış. İyi de etmiş.

İşte bu sıralarda tanıdım Kısaoğlu ve eşi Sevim Hanım'ı... O da öğretmen...

Kısaoğlu, önce tekne yapımcılarını birleştirdi, bir kooperatif kurdu. Atölyeleri önce şimdiki Netzel Marina'nın olduğu yerdeydi. Tekne yapımcılarını, Yalancı Boğaz'a taşıdı, herkesin kendine ait geniş çalışma alanları oldu. Kendi teknesini, teknelerini yaptı ve işletmeye başladı. Teknelerin adı hep Sürgün... Sürgün'de, Sürgün'd, Sürgün's... Geziyi gerçekleştirdiğimiz sonuncusu. Niye mi Sürgün? Kendi ülkesinde, kendi gibi olmayanlar, ona bu ülkeye yararlı olamazsın demişler de ondan; kendi diyarında sürgünde olduğu için... Mavi gezilerin unutulmaz ismi Sabahattin Eyüboğlu'yla ne kadar benzeşiyorlar değil mi? Eyüboğlu da, biz Anadolu’yuz, Anadolu kültürüne sahip çıkalım, buraları fethetmedik, burada zaten vardık, Anadolu bizim özyurdumuzdur, dediği için 12 Mart'ta tutuklanmadı mı? Yirmi dört saatini, her yazısını, bu yurdu, yurdun güzelliklerini anlatmaya ayırdığı için, yapılanlara yüreği dayanamayıp aramızdan ayrılmadı mı?

Sürgün'le, bir başka Eyüboğlu'nun, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun bizlere andaç bıraktığı balık resminin olduğu koya gittik ve Bedri Rahmi'ce unutulmaz bir gün yaşadık. 1 Temmuz gecesini Manastır Koyu'nda geçirdik. Sabaha karşı hava sertleşti, teknemizi elli metre kadar yana yasladı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte etraf sütliman oldu. Kahvaltıdan sonra hareket edip Taşkaya Mevkii'ne, Osmanağa suyunun bulunduğu koya gittik. Göcek koyları içinde suyu olan ender büklerden biri. Burası Domuz Adası'nın tam karşısında, şimdi Bedri Rahmi Koyu diye bilinen bük.

Bükün tam ortasında bir kaya var. Bu kayaya,


"Mavi gezi bir ağaçtır dalları deniz
Mavi gezi bir bahçedir gülleri deniz
Mavi gezi bir gelindir telleri deniz
Mavi gezi bir beşiktir bebeği deniz

Bebeğimin gözleri deniz, elleri deniz, dişleri deniz
Mavi gezi bir cennettir ellenmemiş, dillenmemiş
Mavi gezi bir masaldır

Söylenmemiş, yazılmamış, çizilmemiş”
(2)

diyen Bedri Rahmi, 1974 yılında söylenir, yazılır, çizilir kılmak için bir balık resmi yapmış. O yıllarda, bükün açığından geçen tekneler bile görürmüş bu balığı... Gel zaman, git zaman, balığın renkleri uçmaya, kayanın önünde de bir harnup ağacı bitmeye başlamış. Resmin solan renklerini daha sonra Bedri Rahmi'nin oğlu tekrar boyayarak canlandırmış ama, harnup büyümesi önlenememiş, güzel de olmuş, resmi doğanın bir parçası kılmış. žimdi bu anı resim, kıyıya çok yaklaşınca ya da karaya çıkınca görünüyor; ama ne zararı var! Eskiden burası Taşkaya'ydı, Şimdiyse Bedri Rahmi Koyu. Gelin, karaya çıkın, resmi güzelce inceleyin, ben buralara gelmiştim demek için bir de fotoğraf çektirin.

Bükün ufak bir kumsalı var. Kumsalın hemen ardındaysa zakkumlar... Doğa, zakkumları o kadar güzel yerleştirmiş ki, seyrine doyum olmuyor. Bükün arkasındaki yamacın batı yüzünde ve arkasında Karyalılardan kalma kaya mezarları var. Mezarların yapısından, Bedri Rahmi Koyu'na bakanların yoksulların, diğer koya bakanlarınsa varsılların mezarları olduğu kanısına varıyorum.

Bu bük, belki de bu günü unutmamamız için bize müthiş bir sürpriz sunuyor. Sütliman denizde birden güçlü bir rüzgâr çıkıyor, hava bulutlanıyor, bulutlar üstümüze kapanıyor ve birden bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlıyor. Kıyıyı göremiyoruz. Çevremizdeki tekneler hayalet gemiye dönüşüyor. Korkudan herkes güvertede toplanıyor. Teknede çık yok. Yarım saat kadar süren yağmur, dolu yağışıyla gösteriyi bitiriyor. Bulutlar üstümüze abanmaktan vazgeçiyor, ortalık yeniden aydınlanıyor. Bir düş görmüş gibi oluyoruz; ama güzellikler içinde bir düş. Yaşam ve yaşananlar da bir düş değil mi? Yeter ki o düşler karabasana dönüşmesin.


1) Azra Erhat, Karya'dan Pamfilya'ya Mavi Yolculuk, Cem Yayınevi, İstanbul 1979, s. 17
2) Bedri Rahmi Eüboğlu, Yaşadım, Ada Yayınları, İstanbul 1977, s. 69

* Melih Elal'ın bu yazısınını adasanat.com arşivinden aldık.