7 Ekim 2011 Cuma

Hasan Ali Toptaş İle Söyleşi - Yeşim Akyüz(*)


'Hikâyesini ve kahramanını arayan roman'
1999 yılı 'Roman' dalında verilen Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü Hasan Ali Toptaş, Adam Yayınları'ndan çıkan 'Bin Hüzünlü Haz' adlı romanıyla kazandı. İlk kez 1992'de Çankaya Belediyesi ile Damar Edebiyat Dergisi'nin düzenlediği yarışmada 'Ölü Zaman Gezginleri' adlı öykü dosyası ile birincilik ödülüne layık görülen Toptaş, aynı yıl Kültür Bakanlığı'nın gerçekleştirdiği yarışmada 'Sonsuzluğa Nokta' adlı yayımlanmamış romanıyla da mansiyon aldı. 1994'teki Yunus Nadi Roman Ödülü'nü ise 'Gölgesizler' adlı yayımlanmamış romanıyla kazandı.

Bugüne dek birçok öykü kitapları da yayımlanan yazar, 'Bin Hüzünlü Haz' ve ödülün önemini şöyle anlattı: "Bin Hüzünlü Haz'ın çok tuhaf bir serüveni var. Yazıldıktan sonra, elden ele, kapıdan kapıya dolaştı durdu ve beni çok üzdü. Ama sonunda okura ulaştı. Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü alması onun serüveninin mutlu sonu. Ayrıca ben de, Cevdet Kudret'in adını taşıyan bir ödülü aldığım için çok mutluyum".

Bugün saat 18.00'de Beyoğlu Cumhuriyet Kitap Kulübü'nde ödülünü alacak olan yazarla kitabı üzerine konuştuk.

Romanda farklı mekanlar ve mekanların içinde tuhaf nesnelere yer veriyorsunuz. Bunlar da sürekli bir 'düşler ortamı'nda geziniyor. Gerçek-hayat, hayat oyun, gerçek-hayal kavramlarına gönderme yaparak yaşadığımız hayatın gerçekliğini mi sorguluyorsunuz?

'Bin Hüzünlü Haz' daha çok kendini, bir anlamda roman sanatını sorguluyor. Kendi varoluşunu gerçekleştirirken, anlatı tarihinde de gezintilere çıkıyor. Doğu masallarından Batı masallarına, çağdaş romanlara, bölük pörçük hikayelere, içinde bulunduğu çağın kaosuna ve daha bir yığın kavrama ve mekana uzanan geniş bir gezinti bu. Olabilirlikleri yoklaya yoklaya, belirsizliğin bilgeliğine soyunmuş bir roman. Birçok mekan birçok nesne var. Hatta bunlara mekanlar yığını, nesneler seli, zamanlar harmanı da diyebiliriz. Her birinin bir işlevi var tabii. Rastgele bir şey yok. Rastgele olan şey olsa olsa romanın kendisi, yani tamamı olabilir. Ayrıca, romanımda gerçek dünyayı yansıtmaya çalışmadım. Gerçek dünyadan yola çıkarak, kelimeler aracılığıyla yeni bir dünya kurmaya çalıştım. Hatta okura, yazıdan oluşmuş bir dünyada yaşadığını roman boyunca arada bir sezdirmeye çalıştım. Sözgelimi, '...her şey kelimelerdendi artık kelimelerdendi sessizlik, kelimelerden kız, kelimelerden kakül kelimelerden...' diye sürüp giden bir cümle vardır romanda.

Şiddet, çaresiz insanlar, solgun yüzler, mutsuzluk, tekdüzelik, cadılar ile birlikte genel olarak bir ölüm havası ağır basıyor. Karamsarlığın ve umutsuzluğun hepimiz üzerindeki etkisini mi yansıtmak istediniz?

Birçok etkiyi birden yaratmak istedim aslında. Tabii roman benim amaçladığım etkilerin dışında bambaşka etkiler de yansıtabilir. Böyle bir durum bir romancı olarak beni hoşnut eder. Karamsarlığın ve umutsuzluğun hepimizin üzerine çöken etkisini yaratmak değil de, belki böyle bir çağda, böyle şiddetin kol gezdiği bir ortamda, bir romanın kendi kendini nasıl var etmesi gerektiğini göstermeyi amaçlamış ve bu deneyi bizzat kendim uygulamaya kalkmış olabilirim. Kaldı ki, anlatı ormanlarında gezinen 'Bin Hüzünlü Haz'daki bir şiddet öğesi, yalnızca bugüne ait değildir. Anlatı tarihine aittir. Başka bir deyişle hem yazının içindeki hayata, hem de yazıyı kuşatan dış gerçekliğe aittir.

'Alaaddin' hayallerimiz, ya da kaybettiğimiz geçmişimiz mi? Yoksa daha iyi bir yaşamın simgesi mi?

Romandaki Alaaddin her şey aslında. Hem hayallerimiz hem geçmişimiz hem geleceğimiz hem de kendimiz. Hatta sevgilimiz Alaaddin. Annemiz, henüz ulaşamadığımız duygular, tadılmamış şeyler... Kocaman bir simge açıkçası. Ulaşmak istediğimiz, aradığımız her şey...

Gençlerin, çocuklarını kaybeden annelerin isyanları da romanın 'karanlık' havasına eklendiğini de bugün Türkiye'de yaşadığımız ortama 'siyasi' açıdan eleştirel bir gözle mi bakmak istediniz?

Romanın olmayan bir kahramanı var. Belli başlı, okurun alıştığı türden heyecanlı bir hikayesi de yok. Hikayesini ve kahramanını arayan bir roman 'Bin Hüzünlü Haz'. Bir anlamda, kendini arayan bir roman. Hikayesi de, kendini arayışından ibaret belki de. Roman bugün yazıldığı an ve kendini bugünün içinde var ettiğine göre, ister istemez kendini var ederken dış gerçeklik de ona eklemleniyor. Kendini kuşatan şeylerle birlikte 'şey' olabiliyor. Dış gerçeklik dediğimiz şeyler onun için bir engeldir aslında. 'Bin Hüzünlü Haz' boyunca, ikide bir anlatının bir yerlerinden fışkırıp metnin düşlerini ve sınırsızlığa doğru yol alışını 'sabote' ederler. Masalların içinde 'Cumartesi Anneleri' gezinir bu yüzden.

Tinerci çocuklar, soluk benizli işsizler gezinir. Aslında metin kendini oluşturdukça, metnin önüne bir engel gibi dikilen bu dış gerçeklik bir tür roman malzemesine dönüşür ve romanın ayrılmaz parçaları olurlar. Romanın kanına renk olurlar, romanın nefesine ritm olurlar. Belki romanın ne yapması gerektiğini, bugünü içine nasıl alması ve nasıl onu kendine dönüştürmesi gerektiğini düşündüm bunu yaparken.

* Yeşim Akyüz tarafından yapılan bu söyleşi 08 Şubat 2000 tarihli Cumhuriyet gazetesinden alındı.