21 Temmuz 2011 Perşembe

Arife Kalender İle Yapılan Söyleşi...


Eski adanasanat.com’un arşivine bakınca 2001 yılında dergilerden tam 455 şaire ait şiirleri tarayıp adanasanat.com sayfalarına aktarmışız. Arife Kalender o günlerde yeni bir şair olmasa bile şiirlerini özellikle aradığım, gidip kitaplarına baktığım birisi değildi. Şiirleri dergilerden adanasanat.com sayfalarına aktarırken Arife Hanımın şu şiiri özellikle ilgimi çekmişti.



Aşk - Arife Kalender(*)

Bu meyhane seninle mi kalabalık ansızın
sen mi getirdin denizi eski koylardan

Dizin dizime değiyor, rakılar boz bulanık
yüzümüzde sevda portrelerinin karakalem çalışması
tabaklarımızdaki balık iskeletine bakıyoruz
kemancı Itri'den, biz mahilerinden mahmur
giderken yorgun, tipi yemiş ve uykusuz

sana göstermeden kıvılcım çaldım gözlerinden
ateşin sesi bu, tutuşmasından anlıyorum
bardaklara alazların parıltısı çarpıyor
bu meyhanede kuş sesleri yoktu eskiden
sen mi açtın tüm kafeslerin kapısını
kanadın kanadımda susuyoruz

Bu meyhane seninle mi kalabalık ansızın
seninle mi sesini yükseltiyor su

Sonra bir kelebek oldun, Ceneviz'li matador
pelerinlerinle sardın incecik kadınları
tüm öpüşlerini göl kıyısında yosunlara gömdüler
o şiirin taslaklarını getirdim, bak işte yalnızlığın
yoksa niye ürpereyim sakalının kokusuyla
elin elime dokunurken tel telde ısınıyor

bunca renkle başedemem, çürür kırmızı
poyrazlarım kente iner sen yokken
kurtlar ısırır yalnızlığımı
şarkı hırsızlığına başlarım, bak! önceden söylüyorum
ellerinin ellerime değen uğultusu başka nasıl saklanır
Aşk da yorulur çok bedende gezinmekten

Sesin yüreğimin kapısını çalıyor
Hız alır aşk çarka dönen yürek pervanesinden

* Gösteri Dergisi Ağustos 2002 sayısı

Bu haftaki Cumhuriyet Dergi’de Gamze Özdemir’in Arife Kalender ile yaptığı kolay okunan fuzuli soru ve cevapların olmadığı bir söyleşi var. Bu söyleşinin bir paragrafını buraya aldık. Siz en iyisi gazeteyi edinip bu söyleşiyi okuyun. Şiire merakınız varsa Arife hanınım toplu şiirlerine kalmayın.

“Kendimi hep bir koprünün ortasında duyumsadım. Doğuyla batının ortasında, çalışan kadınla ev kadını ortasında, gelenekselle yeni, ölümle dirim, aşkla cehennem ortasında: "Bir şeyle her şey arasında sıkışmış adımı gölgemi bulamıyorum" dizelerim bunu söylüyordu aslında. Evet, köprünün iki yakası; biri bırakınıyor, öteki alınıyordu. Bu köprünün ortasından yolladım şiirlerimi. Yedeğimde hep aşk vardı, isyan da.Şiir onarıcı olduğu kadar kanatıcıydı da.. Sanırım varlığımı kanıtlama hırsı çocukluğumda başladı. Doğulu bir ailenin ortancası ve de kızıydım. Doğuşumdaki sıradanlığı (ilk ya da son çocuk değilim, erkek hiç!) yenme dürtüsü, "esmer, doğulu ve kadın" kimliğimi kanıdamak adına dizelerimde sürdü. Şiir benim için bir varoluş nedeni ve onu kanıdama aracıydı. Şiirimin çıkışında; iletişim isteyen, ses ve resim isteyen, sorunları olan bir yaşamın gösterilme arzusu vardı. Bu oluşumu dizelere taşırken soyutlamalardan olduğu kadar öykülerden de yararlandım. Duygu yoğunluğunu artırdığım gibi düşünsel kurgularım da oldu. Şiirin ne olup, ne olmadığını uzun sorgulamalardan ve okumalardan sonra bulmaya çalıştım. Yazarken şiirin çoğu şekillerini denedim. Sözü uzattığım da oldu, kısa tuttuğum da. Türkçenin tüm verilerinden ve şiirimizin tüm geçmişinden yararlandım. Elbette şiir salt ileti değil. Ancak şair ne söylemek istediğini bilir, nasıl söyleyeceği yetisine erişirse, özgür söylemin kapıları aralanır. “