2 yıl kadar önce arkadaşlarla Wim Wenders’in Pina adlı belgesel filmini izlemek üzere toplanmıştık.
Pina filminin DVD’si uzun süre önce elime geçmesine rağmen unutmuş ve izlememiştim.
Pina filmini bu kadar seveceğimi bilseydim arkadaşlarla toplanıp u halde
izlemeyi beklemezdim. Filmi izleyip üzerinde konuştuktan sonra arkadaşlardan film
hakkında görüşlerini yazılı olarak iletmelerini talep ettik. Başka bir deyişle
bu metin birden fazla kişi tarafından hazırlanmasını amaçladık. Görüşlerini ilk
olarak şair öğretmen Yalçın Aydınlık ilettiği için genel değerlendirmenin hemen
ertesinde Yalçın hocanın görüşlerine yer verdik.
Pina
Bausch’ın adı ve dansıyla ilk kez Pedro Amodovar’ın Hable con ella (Konuş Onunla)
filminde karşılaştım. Belki Pina Bausch adına yıllar itibarıyla okuduğum dergi
ve gazetelerde rastlamışımdır ama belleğimde yer etmemişti. Konuş Onunla
filmini gösterime girdiği 2002 yılında sinemada izledikten sonra Pina Bausch adı benim için
sürekli akılda kalan ve kendisiyle ilgili haberlere kayıtsız kalamadığım bir isim oldu. Dansla
ilgilenenlere veya farklı tiyatro akımlarına merakı olanlara Pina Bausch adı
büyük bir ihtimalle tanıdık geliyordur.
Wim Wenders, Pina’yı
sahnede ilk kez Cafe Müller eserini sahnelerken izlediğinde gözyaşlarına hakim
olamamış ve o zaman şunları söylemiş: “İnsanlar sahnede daha önce gördüğümden
bambaşka şekilde hareket ediyorlardı. Birkaç dakikalık şokun ardından,
duygularım o denli yoğun bir seviyeye ulaştı ki, kendimi daha fazla tutamayıp bir
anda ağlamaya başladım. Bedenlerimizdeki saklı hazinenin, kelimeler olmaksızın
nasıl ifade edilebileceğini ve tek bir cümle kurmadan ne hikayeler
anlatabileceğini gösteriyor“. Wim Winders’ın ilk ne zaman Cafe Müller’i izlediğini
araştırmadığımız için bilmiyoruz; Pedro Almodovar’ın 2002 yapımı filmindeki kahraman
gibi izlerken ağlamaya başlamış.
Tahminimize
göre film boyunca bitkisel hayatta olan kız, dansçı olduğu için Almodovar
filmini Cafe Müller ile başlatmış. Pina filmi Wim Wenders’ın tek belgeseli
değildir. Wim Wenders daha önce 1999 yılında Kübalı blues grubu “Buena Vista
Social Club” konulu bir belgesel hazırlamıştı.
1940’lı
yıllarda Havana’da Buena Vista Social Club adında bir müzik kulübü vardır. Bu
kulüpte Kübalı yerel müzisyenler müzik yapmakta ve dans edilmektedir. Derken
1990’ların sonlarında Amerikalı gitarist Ry Cooder kulüpte çalan müzisyenlerden
yaşayan 4 tanesini bir araya getirir ve bu müzisyenlerle birlikte bir albüm
kaydeder. Çok beğenilen bu albüm Wim Wenders’in dikkatini çeker. Wenders bu
insanların hayatlarından ve müziklerinden yola çıkarak bir belgesel hazırlar.
Compay Segundo, Ruben Gonzales, Ibrahim Ferrer, Omara Portuondo ve Eliades
Ochoa tarafından kurulan grubun arşivdeki görüntüleri eşliğinde turne ve
konser zamanlarını Wim Wenders bir belgesele dönüştürür. Wenders’in bu belgeseli
Oscar adayları arasına girer.
Wim Wenders, Pina filmini ne zaman çekmeye karar verdi bilmiyoruz. 1940 doğumlu Pina Bausch, 2009 yılında hayata gözlerini yumduktan 2 yıl sonra Pina belgeseli gösterime sunuldu. Bu nedenle belgeselde Pina, eskiden çekilmiş görüntüleriyle yer almakta ve filmin genelinde Pina’nın öğrencileri Pina’dan öğrendiklerini dans yoluyla sergileme yoluna gitmektedir. Belgeselde rol alan Pina’nın öğrencileri birkaç cümle ile Pina’dan söz etmektedir. Başka bir deyişle filmde az söz çok dans var.
Son olarak şunu söylemek isterim:İster dansla ilgili olun ister olmayın tam bir görsel şölen olan Pina filmini yüksek volumle izleyin. Zira filmin müzikleri bize göre mükemmel.
Wim Wenders, Pina filmini ne zaman çekmeye karar verdi bilmiyoruz. 1940 doğumlu Pina Bausch, 2009 yılında hayata gözlerini yumduktan 2 yıl sonra Pina belgeseli gösterime sunuldu. Bu nedenle belgeselde Pina, eskiden çekilmiş görüntüleriyle yer almakta ve filmin genelinde Pina’nın öğrencileri Pina’dan öğrendiklerini dans yoluyla sergileme yoluna gitmektedir. Belgeselde rol alan Pina’nın öğrencileri birkaç cümle ile Pina’dan söz etmektedir. Başka bir deyişle filmde az söz çok dans var.
Son olarak şunu söylemek isterim:İster dansla ilgili olun ister olmayın tam bir görsel şölen olan Pina filmini yüksek volumle izleyin. Zira filmin müzikleri bize göre mükemmel.
Yalçın AYDINLIK
Film Pina’nın bir konuşmasıyla iddialı denebilecek bir cümleyle başlıyor “Konuşmanın hiçbir şeye yetmeyeceğini anlayınca dans etmem gerektiğini anladım.” Söyledikleri sanki dansın dışında ne yaparsanız yapın kendinizi tam olarak ifade edemezsiniz şeklinde anlaşılıyor ya da ben öyle anladım. Aslında Pina, muhtemelen yapabildiği en iyi şey olduğu için dans etmek gerektiğini söylemiştir. Oysa bu cümleyi pekala bir ressam, bir müzisyen ya da bir şair de söyleyebilirdi ve bütün bu sanatçılar bu cümleyi söylediklerinde de hem aynı oranda iddialı hem de yanlış bir şey söylemiş olmayacaklardı. Fakat ne olursa olsun insan aklının o muazzam devinimini ve sorun edindiği hiçbir şeyi hiçbir sanat dalı tek başına zaten tam anlamıyla ifade edemeyecekti. Her insan bir şeyleri anlatmak için sanatı yol olarak kullanır çünkü hangi türünü kullanırsanız kullanın sanat bir üst dildir ve bir derdi olan sanatçının araç olarak kullandığı bu dil o sanatçının edindiği estetik beğeniyle oluşturulur. Üstelik Pina, bunu bugüne dek dansın kullandığı o göze hoş gelen belki de kalıplaşmış klasik dans anlayışının dışına çıkararak da yapar. Film boyunca neredeyse bütün dansçılar güzel olmaktan çok bir şey söylemek ve anlatmak kaygısı içinde dans ederler. Gerektiğinde kabul gören normların ‘çirkin’ diye tanımlayabileceği sıfatı alarak, kötü! olmayı göze alarak yaparlar bunu. Sanki içlerinde bir kaya varmış, ya da yerçekimi yokmuşçasına boşlukta debelenerek, çoğu kez de bir oklava yutmuşlar gibi hem de… İlk kez dans filmi izleyen birine de, küçücük bir izleyiciye de aynı şok etkisini yaşatarak…
Filmin daha çok kapalı ve açık uçlu olacağı fikri de vardı. Fakat Wim Wenders Pina filminde kullandığı görsel ifadelerin çoğunda direk bir mesaj kaygısı da taşıyordu. Aklımda kalan en çarpıcı sahnelerden biri de sandalyelerle dolu bir odanın ortasında birbirine tutkuyla sarılmış iki figürü (ki bu figürlerin kostümleri tamamen özensiz ve neredeyse bütün film boyunca kullanılan figürlerin üzerinde görmeye alıştığımız sıradan, son derece basit neredeyse sadece çıplaklığı örtme amacıyla kullanıldığı izlenimini uyandıran giysilerdi) daha özenli giyinmiş muhtemelen egemen olan düzeni temsil eden başka bir figürün onları bir kalıba sokma uğraşının olduğu sahneydi. Figürler her defasında istenilenleri harfiyen yerine getiriyor sonra kontrol eden figür gider gitmez ilk pozisyonlarını alıyorlardı. Tutku ve insana dair olan şey her defasında galip geliyordu. Bir süre sonra aynı şeyler tekrarlanırken öyle bir rutine bağlanıyordu ki büyük gücü! temsil eden figür gittikten sonra bile, sanki onun eli hâlâ orada varmış gibi figürler kendi kendilerini düzene ve o kalıba sokuyorlardı. Fakat Wenders’in eleştiri ve söylediği şey figürlerin en son aldığı kompozisyonda saklıydı. Bir ara kendilerine gelen figürler yine insana ait o tutku ve güçle yeniden birbirlerine sarılabilmişlerdi.
Yine simgeleştirmenin en yoğun anlatıldığı
neredeyse bütün bir filme yayılan fakat izleyiciyi sıkmadan ele alınan “zaman”
imgesiydi. Kimi zaman acınılası, kimi zaman olgunluk olarak işlendiği açıkça seçilen
“zaman” işlenirken Wenders, kadını bu konuda daha çok yıpranan, acı çeken cins
olarak ele alır. Yaşı orta yaşın üzerinde olan ve sanki içinden duyguları çekip
alınmış kadın figürün erkekler tarafından neredeyse bir nesneymiş gibi
oynandığı sahne çok çarpıcı en çok aklımda kalan sahneydi.
Pina, sadece dansla ilgilenenlerin değil farkında
olmadan sürüklendiğimiz nehrin dışında neler olduğunu merak eden herkesin
rahatlıkla izleyebileceği ve izlerken muhtemelen keyif de alacağı bir film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder