Bu hafta sonu izleyeceğim film olarak Bir Zamanlar Anadolu’da’yı seçtiğim için bu film hakkında yazılmış birkaç eleştiri yazısını uygun bir zamanda okumak üzere bir araya getirdim. İlgilenip izlemek istediğim herhangi bir filmi izlemeden önce film hakkında yazılmış eleştiri değerlendirme yazılarını okumaya pek hevesli olmasam bile söz konusu filmin izlemeye değer olup olmadığını öğrenene kadar görüşlerine itibar ettiğim birkaç eleştirmenin yazılarına şöyle bir bakarım. Filmi izledikten sonra hala film üzerine düşünmeye devam ediyorsam veya film hakkında birşeyler yazma ihtiyacı duyuorsam filmle ilgili dergi veya sitelerde yayınlanmış yazıları dikkatle okumayı denerim. Konu üzerinde bu kadar çok konuşulan Bir Zamanlar Anadolu’da filmi olunca izlemek ve hakkında yazılanları okumak kaçınılmaz. Bu filmi izlemenin ötesinde bir süre önce Altyazı Dergisi ile birlikte verilen ve bu filmin kurgu sürecenin anlatıldığı kitapçığı okumadan duramam.
Toplam 150 dakika olan filmi sonunda sonuna kadar izledim. İlk değerlendirmem şu oldu: Bu filmi bu kadar uzatmaya ne gerek vardı? Filmi izlemeye başlamadan önce film ve konusu hakkında ciddi birşeyler okumamıştım. Dolayısyla bazı ilk değerlendirmelerde yanılma payı vardır.
Bir Zamanlar Anadolu'da filminin afişi filmin hemen başından alınmış. Afişe dikkatlice bakılırsa bir Renault 12, bir Tofaş Şahin ve markasını seçemediğim bir Jeep tepeden akıp tam hava kararırken(önceleri zamanın günün tan ağarma anı olduğunu sanmıştım) bir çeşmenin olduğu yerde duruyorlar. Ne var ki bu sırada kullanılan ses ne Renault 12'nin ne de Tofaş Şahin'in ne de Jeepin motor sesine benziyor. Uzaktan 3 araç yavaşça(yokuş aşağı) çeşmenin olduğu yere gelirken kullanılan ses sanki tam gaz giden 4-5 tane 12 silindirli F1 arabasının sesi. Malum yokuş aşağı inen arabalarda motor horultusu pek duyulmaz. Aynı motor ve kapı sesi uyumsuzluğu araçlar ilk çeşmenin olduğu yerden uzaklaşırken de var. Düşünsenize içinde hepsi kilolu sayılabilicek 5 kişinin olduğu Renault 12 aracı kalkışta patinaj yapacak?
Bu film de dikkatimi çeken bir ayrıntı var: Nuri Bilge Ceylan ortada inandırıcı bir atmosfer olmamasına rağmen sürekli şimşek çaktırıyor, rüzgar efekti kullanıyor. Filmi izlerken aklıma “yağmasan da gürle” sözü geldi. Filmin tam ortasında, cesedin bulunduğu çeşmeye sabah erken saatlerde gidilirken arabanın ön camınına esaslı bir yağmur yağdırılırken arka cam buharlaştırılmakla yetinilmiş. Ayrıca filmde uzun süre kullanılan sarı otlar henüz esaslı bir yağmur yemiş değiller. Diğer yandan ilk çeşmede arabaların kaldırdığı tozdan, en az bir haftadır oralara yağmurun yağmadığını anlıyorsunuz. Madem cenaze arama işlemi yağmurlu bir atmosferde yapılıyor, keşke arabalar hareket etmeden önce çeşmeden birkaç teneke su yola dökülseydi.
Filmin çoğunluğu gece cenaze aramakla geçiyor. Aydınlatma işlemi ise Jandarmanın aracının farı ile yapılıyor. Nedense bu far birçok kez aydınlatma fişeği gibi bir işleve sahip olmuş. Yönetmenin bu ayrıtıları atlamasının nedeni, bence filmi uzun tutma isteğinden kaynaklanıyor. Yönetmen filmi uzun tutmaya karar verdiği için savcı ile dokturu, doktor ile şöförü uzun süre konuşturuyor. Bu sırada zamanın gece olduğunu, tek aydınlatma aracının cenaze arayan ekibe hizmet ettiğini gözardı ediyor.