2 Temmuz 2010 Cuma

30 Yıl Sonra Yazko Edebiyat : Yaşar Miraç'la Söyleşi ve Bir Şiir(*)



göçmen

sevdalardan sevdalara
düşe kalka
yana güle
döndüm bir küçük
göçmenyıldıza

ışıklarımı türkülerimi
çaldım bir küçük
delişmensaza

gurbetlerden gurbetlere
yurdumdan
yuvamdan ayrı
halkımdan
sılamdan ayrı
döndüm bir küçük
yaralıkuşa

yeşillerimi gökçelerimi
bıraktım küçük
bir çalıkuşa

acılardan acılara
yalım yalım
için için
eridim yandım eridim

gecelerden gecelere
yıldız yıldız
yaşın yaşın
üşüdüm dondum üşüdüm

gemilerden kara kara
trenlerden indim bindim

uzaklardan uzaklara
ah hep uzaklara gittim

kömürleyin ocaklardan
demir bacalardan tüttüm

ah yurdumda gözde güldüm
kara ellerce derildim
el yurduna
uzaklara
gözden ırağo sürüldüm
ah yurdumda yahşi güldüm.

uğrun ellerce derildim
el yurduna
uzaklara
çorak toprağa dikildim

yanık bir türküyüm şimdi
çalar beni 
çalar beni
boynu bükük kırık sazlar
ağlar beni
ağlar beni
sılamda nişanlı kızlar
yazar beni
yazar beni
eğri büğrü elyazılar
uçar beni
uçar beni
bağrı yaralı turnalar
sorar beni
sorar beni
umut pınarım analar

«bitmez mi gurbet
bitmez mi

gece bitmez
gündoğmaz mı

acıdenen
kurt yürekten

direnince
kovulmaz mı

sevgi denen
yurt gurbetten

kurtulunca
şen olmaz mı»


analardan analara
yudum yudum
vurdum vurdum
emdim umudum büyüdüm

sevdaların acıların
gurbetlerin
gecelerin
üstün üstüne yürüdüm

Soru - İlk yapıtınız Trabzonlu Delikanlı’ya verilen TDK şiir ödülü ile başlayan bir yenilik var. Bu yeniliği nasıl değerlendiriyorsunuz? 


Yanıt - TDK ödülleri yakın yıllara değin genellikle edebiyatta on onbeş yılını geride bırakmış ozan ve yazarlara veriliyordu. Geçen yıl ve bu yıl bu durum değişmeye başladı denebilir. Özellikle şiirde ödül almak beş-on şiir yapıtı çıkarmadan ve dergilerde on-onbeş yıl görülmüş bir ozan olmadan olanaksızdı. Yaş olarak da bugüne değin şiirde ben yaştakilere ödül verilmiş olduğunu anımsamıyorum. Bunları biçimsel yenilikler olarak değerlendiriyorum. “Trabzonlu Delikanlı’ya” verilen ödül bence bir şiir anlayışını artık dostun düşmanın kabul etmesinin ve bu anlayışın kendini benimsetmesinin belgelenmesidir. Bu şiir anlayışını ben «Yeni Türkü» diye adlandırıyorum. Yeni Türkü öyle «şiir akımı» denebilecek kurallı dar bir olgu değil. Daha doğrusu «akım» sözcüğü ile karşılanabilecek fantastik bir olgu değil. Yeni Türkü yeni bir lirizmdir. Bu lirizm toplumcu şiirin artık Türk şiirinin odağında ilerlemesinin lirizmidir. Türkçenin doğal lirizmidir. Ben bu lirizme «Yeni Türkü» diyorum. “Türkü” sözcüğü ile lirik olanı karşılıyorum. Bunu kendi şiir deneyimden ve kuşaktaş olduğum ozan arkadaşlarımın şiir deneyinden çıkardım.

Fakat bu yalnızca yetmişli yıllarda ortaya çıkmış başka bir deyişle «gökten zembille inmiş» bir şiir anlayışı değil. Daha önce bizde bu şiirin ilk ustaları ve örnekleri yaratıldı. Örneğin Nazım Hikmet'in “masalların masalı”, “güneşi içenlerin türküsü”, “salkım söğüt", “Japon balıkçısı türküsü”, kuvayı milliye destanındaki ve Şeyh Bedrettin destanındaki bir çok bölüm, son dönem şiirlerinin çoğu. Örneğin Cahit Külebi'nin şiirleri, Mustafa Seyit Sütüven'in ilk şiirleri. Ben bu ozanları bu yolun ilk ustaları sayıyorum. İşte “Trabzonlu Delikanlı” ile bu anlayış ödüllendirildi. Bundan böyle “Yeni Türkünün” daha bir boyutlanacağını ve yeni yeni adlarla şiirimizin 2000 yılına doğru uzayacak sürecini en başta etkileyecek anlayış olacağını sanıyorum. Yani Trabzonlu Delikanlı Yeni Türkü için yalnızca bir başlangıçtır.

Soru - Bugüne değin yayımladığınız yapıtlarla kurmaya çalıştığımız «şiir dünyası»nı özetler misiniz?


Yanıt - Genç olmak genellikle işe yeni başlamak olarak değerlendirilir. Ben onbeş yılı aşkın bir zamandır sürekli şiirler uğraşıyorum. Bu uğraş öyle boş zaman uğraşı değil, bir yaşama biçimi olarak sürdü. Türk şiirinin geçirdiği evreleri kendimce yaşadım; hece, garip, toplumcu şiir hatta ikinci yeni ve divan şiiri (bir ara 25 divan kalıbından şiir yazdım).

Trabzonlu Delikanlı işte böylesi bir şiir birikimi içinde 'oluştu. Bu şiirlere gelinceye dek yazdıklarım kişiliğimden çevremden özümlediğim kültürden kaynaklanan bir akıcılığa, yalınlığa sahipti. Fakat o şiirlerde kendime özgülüğü belirgin bir şiir dili yaratmış sayılmazdım.

Bu aşama Trabzonlu Delikanlı'yla gerçekleşti; 1971'de yazdığım şiirlerle. Şiir işçiliği olarak o günlere dek okuduğum Türkiye şiiri ve dünya şiir tekniği benim için ipucu oldu, Fakat hep şunun bilincindeydim: Öyle bir şiir diline ulaşmalı ki bu dilin ürünlerini okuyanlar diğer ozanların şiirlerinden ayırdedebilsin. Yalnızca başka olmak yetmiyor. Bu başkalık sevilsin, beğenilsin. İşte bu düşünce beni lise son sınıfta ve daha sonraki iki yıl boyunca yönetti.

Sonuç: 1971'de yazılmış şiirler, 1975 Aralığında Militan'da yayınlanınca hemen ilgi gördü. 1979'da yapıt basılınca bu ilgi daha da arttı ve 1980'de TDK ödülüne dönüştü.

Trabzonlu Delikanlı için genellikle olumlu değerlendirmeler yapıldı. Yalnız benim, şiirini beğenmediğim ve bunu açık açık söyleyip eleştirdiğim (bence ozandan çok öyküzan olan) bazı kişilikler daha önce olumlu karşılayıp ya da susarak geçiştirdikleri şiirlerim için “sövgülerle” hep bir ağızdan koro oluşturmaya başladılar. Bunu da çok iyi anlıyorum. Günümüzde gerçek bir ozanın herkesçe sevilmesi büyük bir tehlikedir. Yalnız ozan olarak değil insan olarak da söylenebilir bu: Günümüzde bir insan eğer dürüst bir kişiliğe sahipse ve düşmanı yoksa, yazıklar olsun ona.

Trabzonlu Delikanlı için övgü niyetiyle edebiyat kamuoyumuzda “folklor öğelerini şiirde iyi kullanmış”, “türkülerden iyi yararlanmış” ya da türkülere öykünen halk şiirinden etkilenen akıcı bir şiir var” gibi değerlendirmeler yapıldı. Ben bu tür yaklaşımlarla şiirimin hiçbir ilişkisi olmadığını biliyorum.

Bu değerlendirmeleri «övgü» hiyetiyle de olsa benimsemiyor, edebiyatımızdaki değerlendirme düzeyinin sığlığına yoruyorum. Böylesi bir anlayışa uygun davranan, halk şiirinden, türkülerden yararlanan ozanlar var. Ben onlara «türküzan» diyorum; yani türkülere özenen ve öykünen anlamında.

Trabzonlu Delikanlı'daki şiirler için yalnızca «türkü» kavramıyla yapılacak değerlendirme eksik kalır. Hele türküden ne anlaşıldığı konusunda az önce söylediğim yaklaşımlar göz önüne alınırsa yanlış bir sonuca varılır. Bu yapıtta şiirin iç müziğinden yola çıkılmış bir «türkü» olgusu vardır. Bu müziğin tonu doğaldır ki kendimce özümlediğim bölgenin rengini taşımakta. Bunun yanısıra önceki soruda belirttiğim şiir deneyiminin yansıdığı da ortadadır. Örneğin birçok şiirseverin bu şiirlerde «aruz» olduğunu söylemesi bence doğrudur. O zaman o şiirleri yalnızca «türkü» ile açıklamak doğaldır ki yetersiz kalır. Konu olarak kendi yaşadıklarım, tanık olduğum olay ve çevre egemendir. Başka bir deyişle yerelden kaynaklanan bir şiirdir söz konusu olan.

İkinci yapıtım «Şili İle Söyleşi» 17 bölümlük uzun bir şiir. Burada da kendi söylemimi bu kez karşıt bir konu alanından yani evrensel sayılabilecek bir konu alanından başlatıyorum.

Gül Ekmek'te 1975-80 yılları arasında yaşadığım toplumsal savaşımla ilgili şiirlerimi topladım. Taliplerin Ağıdı’nda da yine bu dönemde yazdığım fakat «ağıt» türünde şiirler var. Bu iki yapıt karşıt uçlardaki ilk ikisine göre denge oluşturuyor bence. Trabzonlu Delikanlı’da başlayan şiir dili bu yapıtlarda da sürüyor. Bunu doğal sayıyorum. Bu son iki yapıttaki şiirlerin konu alanları Trabzonlu Delikanlı’daki işlenmemişlik durumuna sahip değil. Daha önce başka ozanlarca bu konu alanlarında birçok örnekler verildi. Bu yüzden ilk bakışta işim daha zor. Daha önce işlenmiş konu alanında şiirimin kişiliğini sınamış oluyorum. Bu şiirleri de “Yaşar Miraç'ın Şiiri” diye diğer şiirlerden ayırt edebiliyorlar. Bu şiirlerin sevilmesi, beğenilmesi, yaygınlaşması ancak «başarılı» olduklarını belgeleyecek. Ben bu konuda şimdiden bir şey söylemek durumunda değilim. Fakat Mehmet Doğan'ın Milliyet Sanat’taki (1 Ekim 1980) değerlendirmesini de hak ettiğimi sanmıyorum. Mehmet Doğan anımsadığımca “Yaşar Miraç'tan tek tek güzel dizelerin şiirlere serpiştirildiği yapıtlar değil daha yoğun emek ürünü yapıtlar bekliyoruz” diyor. Bu demektir ki “Gül Ekmek” ve “Taliplerin Ağıdı’daki” 55 şiirin hiç biri başarılı değil, şiir değil. Bu yargı bana çok ağır 'bir yargı gibi geliyor. Mehmet Doğan “bu yapıtlarda 'başarısız şiirler arasında serpişmiş iyi şiirler var. Oysa Yaşar'dan bütün olarak başarılı bir düzey tutturmuş şiir yapıtları beklerdik” deseydi ve ben bu görüşe katılmamış bile olsaydım karşılık verme hakkını kendimde görmezdim.


* 30 yıl önce yayınlanan Yazko Edebiyat Dergisinin ilk sayısından alınan bu söyleşi Yaşar Miraç'ın TDK Şiir Ödülünü alması dolayısıyla yapılmıştı. Söyleşi metnine bakıldığında Yaşar Miraç'a 2 soru gönderildiği ve Yaşar Miraç'ın bu sorulara yazılı olarak cevap verdiği hemen anlaşılıyor. Yaşar Mirac'ın buraya aldığımız Göçmen adlı şiir Yazko Edebiyat'ın aynı sayısında söyleşiden bağımsız olarak yayınlanmıştı.

Her ne kadar burada yayınladığımız söyleşide Yaşar Miraç oldukça iddialı sözler etmiş olsa bile bir süre sonra şiirle olan ilgisi azaldı, dergilerde görünmez oldu. Yazko Edebiyatın bu sayısında Afşar Timuçin 2 sayfa boyunca 5 kitap hakkında kısa değerlendirme yapmış. Bu kitaplardan birisi Yaşar Miraç'ın Taliplerin Ağıdı adlı şiir kitabı. Afşar Timuçin'in sözünü ettiğimiz kısa değerlendirmesini dergiden buraya aldık.

Taliplerin Ağıdı – Afşar Timuçin

Yaşar Miraç genç bir şair. Kendini çok değişik çevrelere benimsetmiş, kısa sürede ünlü olmuş biri. Üstelik çok yazıyor, eskilerin deyişiyle velûd. Şiir kaygısı gütmüyor çok zaman, sanırım yazmak ona bir iç tartışmanın, bir iç hesaplaşmanın değil de bir iç itkinin zorunlu sonucu olarak görünmekte. Kolay şeyler yazdığına bakarak çok kolay yazdığını söyleyemesek bile ürününün büyük bir düşünce olayının sonucunda ortaya çıktığını da söyleyemeyiz.

Dört kitap çıkarmış çok genç bir sanatçı (belki tezgahta dört kitabı daha vardır) külahını önüne koyup düşünmeli, nereden gelip nereye gittiğinin sağlam hesabını çıkararak. Yaz arkadaş, çok güzel yazıyorsun diyenler insanı yarı yolda bırakıverirler, geriye tutunamamış 'bir şairin tedavülden kalkmış 'bir yığın şiiri kalır. Yaşar Miraç'ın son kitabı Taliplerin Ağıdı'nı okurken bunları düşündüm, üzülerek düşündüm. (Taliplerin Ağıdı, Yazko, İstanbul, 1980).

Hiç yorum yok: